Cumhurbaşkanına Hakaret Suçu (TCK 299)

Cumhurbaşkanı Hakaret Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun ikinci kitap başlıklı özel hükümlerinin millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının devletin egemenlik alametlerine ve organlarının saygınlığını karşı suçlar başlıklı üçüncü bölümünün 299. maddesinde cumhurbaşkanına hakaret suçu düzenlenmiştir. 299. maddeye göre cumhurbaşkanına hakaret etmiş olan kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Öyle ki Cumhurbaşkanına hakaret etmenin yaptırımı bir yıldan dört yıla kadar hapis cezasıdır. Suçun aleni bir şekilde işlenmiş olması durumunda verilecek olan ceza altıda biri oranında artırılır. Bu suçtan kaynaklı olarak kovuşturma yapılması adalet bakanının izin vermesine bağlıdır.

299. maddenin gerekçesi içerisinde cumhurbaşkanının devleti temsil ediyor olması ve anayasa içerisinde belirtilmiş olan görevi geçkinleri değerlendirerek onun kişiliğine yöneltilmiş olan hareketin bir bakıma devlet kuvvetleri aleyhindeki cürümlerden sayılmış olması gereklilik taşıdığı düşüncesinden dolayı bu maddede düzenlendiği belirtilmiştir. Bununla birlikte cumhurbaşkanına karşı hakaret müstakil bir suç haline gelmiştir. 299. maddenin ikinci fıkrası içerisinde cumhurbaşkanına hakaretten aleni bir şekilde veya basın ile yayın yolu ile işlenmiş olması halinde bu suç nitelikli bir halde ortaya çıkmaktadır. 299. maddenin üçüncü fıkrasına göre bu suçtan kaynaklı olarak kovuşturma yapılması adalet Bakanı’nın iznini gerekli kılmaktadır. Hakaret suçlarının niteliği gereği suçun böyle bir şekilde kovuşturma şartına bağlanmasının uygun nitelik taşıyacağı düşünülmüştür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun hakaret başlıklı 125. maddesi hükümleri içerisinde de hakaret suçu düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 125. maddesi içeriğinde suçun maddi ve manevi unsurları açısından da cumhurbaşkanına hakaret suçunu aydınlattığı söylenebilir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 125. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde kanun koyucu kamu görevlisi konumunda yer alan kişiye görevinden kaynaklı olarak hakaret suçunu hakaret suçunun nitelikli hal olarak düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanına hakaretten özellikle Türk ceza kanununun 125. maddesi hükümleri içerisinde mevcut olan hakaret suçunun devamında ya da kamu görevlisi konumunda yer alan kişilere karşı görevinden kaynaklı olarak hakaret suçu kapsamı içerisinde değil devletin egemenlik alâmetlerine, organlarının saygınlığına karşı işlenen suçlar başlıklı üçüncü bölümü içerisinde düzenlenmesi bir anlamı ifade etmektedir. Kanun hükümleri açık bir şekilde cumhurbaşkanına devletin simgesi niteliğinde görmüştür. Cumhurbaşkanına karşı işlenmiş olan suçun devlete karşı işlenmiş olduğu var sayılarak bu düzenleme yapılmıştır. Kanun koyucu devletin tarafsız simgesini özel bir şekilde koruduğunu düşünsek bile 5237 sayılı Türk ceza kanunun devleti koruyan farklı hükümlerine göz ardı etmemek gerekmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 301. maddesi hükümleri içerisinde Türk milletine Türkiye cumhuriyeti devletine devletin kurumu organlarını aşağılama başlıklı ayriyeten devleti kuran bir hüküm mevcuttur. Bununla birlikte kamu görevlisi olan cumhurbaşkanına özel bir kurumunun mevcut olması anayasada yer almış olan eşitlik ilkesine aykırı oldu söylenebilir. Bir başka bahsedilmesi gereken durum ise 5237 sayılı Türk ceza kanunun 125. maddesi hükümleri içerisinde mevcut olan üçüncü fıkrada kamu görevlisine görevinden kaynaklı olarak hakaret suçunun cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçunda mevcut olmamasıdır. Öyle ki kanun koyucu cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye yalnızca görevinden kaynaklı olarak değil cumhurbaşkanının kişisel ilişkilerinden kaynaklı olaraktan ona karşı işlenmiş olan hakaret suçundan dolayı Cumhurbaşkanını kurmuştur.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 125. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bunun hakaret suçunun cezası bir aydan iki yıla kadar hapis cezası ya da adli para cezası olmakta iken cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçunun cezası bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanun hükümleri cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçunun cezasının alt ve üst sınırını, hakaret suçunun cezasının alt ve üst sınırından daha fazla tutmuştur. Bununla birlikte hakaret suçunun paraya çevrilmesi söz konusu iken cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye karşı hakaret suçunun işlenmesine yalnızca hapis cezası yaptırımı öngörülmüştür. Öyle ki cumhurbaşkanına hakaret suçunda bu suçun paraya çevrilmesi mümkün olmamaktadır. Hakaret suçu şikâyete tabi bir suç niteliği taşımaktadır. Ancak cumhurbaşkanına hakaret suçu kendiliğinden soruşturulması ve kavuşturulması izne tabi tutulmuş bir suçtur. Yargılama alanına girmiş olan bir husus içerisinde kovuşturma yapılması izninin adalet Bakanlığı’na bırakılmış olması yürütmenin yargılamanın yetki ve görevleri ne müdahale etmesi olarak karşımıza çıkmaktadır. Bununla birlikte mağdur konumunda yer alan kişinin cumhurbaşkanının yüzüne karşı hakaret edilmesi ya da yokluğunda hakaret edilmesi arasında kanun koyucu cumhurbaşkanına hakaret suçunda bir ayrım ortaya koymamıştır. Mevcut olan suç yalnızca cumhurbaşkanına hakaret edilmesine esas almıştır.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan cumhurbaşkanına hakaret suçu ile ilgili olarak Türk ceza kanunun içerisindeki farklı maddeleri de incelemek gerekli olmaktadır. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunun 125., 126., 127., 128., 129., 130. ve 131. maddeleri içerisinde mevcut olan hakaret suçu ile ilgili olan düzenlemelerin cumhurbaşkanına hakaret suçu bakımından etkili olup olmadığına bakmak gereklidir.

Cumhurbaşkanı Kimdir?

Burada cumhurbaşkanının kim olduğunu açıklamak ve cumhurbaşkanı sıfatının ne anlama geldiğinden bahsetmek 5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesinde düzenlenmiş olan cumhurbaşkanına hakaret suçuna açıklık getirmek bakımından önem teşkil etmektedir. Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri anayasa içerisinde düzenleme bulmuştur. Anayasanın 104. maddesine göre cumhurbaşkanı devletin başı konumunda yer alır. Cumhurbaşkanı bu sıfatı ile Türkiye cumhuriyetini ve Türk milletinin birliğini temsil etmektedir. Anayasanın uygulanması ve devlet organlarının düzenli ve uyumlu çalışması cumhurbaşkanı tarafından gözetilir. Anayasanın 101. maddesi hükümleri içerisinde cumhurbaşkanı olan kişinin varsa partisi ile ilişiği kesilir ve Türkiye Büyük Millet Meclisi üyeliği son bulur. Bu madde hükümlerine göre cumhurbaşkanı tarafsız bir kişiliğe sahip olmaktadır. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişini anayasaya göre simgesel yetkileri kullanır. Cumhurbaşkanı siyasi bir görüşün simgesi olmaktan uzak durmalı kararlarında tarafsız olacağına dair güven veren bir yerde olmalıdır. Bu bakımdan cumhurbaşkanı Türk milletinin temsilcisi, yürütme yargı ve yaşamanın başı konumunda yer alır. Cumhurbaşkanı ülkenin içerisinde ve ülkenin dışarısında devleti temsil eden kişidir. Cumhurbaşkanının yasanın hukuka uygun bir şekilde uygulanmasını devlet organlarının birbirleriyle uyumlu ve düzenli bir şekilde çalışmasını sağlar.

Cumhurbaşkanının devletin temsilcisi olduğu düşüncesi çok eskilere dayanan bir düşüncedir. Öyle ki kanuni esasi içerisinde padişahın Tanrı’nın bir temsilcisi olduğu ve dokunulmaması gerektiği ilkesi yer bulmuştur. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye özel bir anlam atıf ederek daha fazla bir kuruma getirilmiştir. Yine kanuni esasi içerisinde padişaha dokunulmazlık ve sorumsuzluk getirilmiştir. 1921 anayasası içerisinde egemenliğin mutlak olarak millete ait olması ilkesi ve dönemin özel şartları sebebiyle padişah söz konusu olmamıştır. 1924 anayasası içerisinde cumhurbaşkanının yetki ve görevleri düzenleme bulmuştur. 1924 anayasasına göre cumhurbaşkanı devletin başı konumunda yer almaktadır. Cumhurbaşkanı bu sıfat ile törenli oturumlarda meclise ve gerekli gördüğü suretçe Bakanlar kuruluna başkanlık eder ve cumhurbaşkanı olduğu sürece meclis tartışma ve görüşmelerine katılamaz ve oy veremez. Padişahlık son bulmuş olmasına rağmen cumhurbaşkanı hala özel koruma altında olmaktadır. Cumhuriyetin ilk ceza yasası niteliği taşıyan 1926 tarihli ve 765 sayılı Türk ceza kanunu 1889 tarihli İtalyan ceza kanunu kaynaklıdır. Öyle ki İtalyan ceza yasası içerisinde bu hüküm kralın kutsal mevcudiyeti başlığı ile yer bulunmaktadır. Kralın egemenliğini kaynana genel olarak tanrısallıkla açıklanmış olduğundan kral tanrının temsilcisi sayılıp kurulmaktadır. 761 sayılı Türk ceza kanununun içerisinde cumhurbaşkanına hakaret hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Hakaret ve sövme Suçunun faili konumunda yer alan kişi bir seneden üç seneye kadar hapis cezasına çarptırılır. Bunlar 765 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde yer bulmuştur. Kanun hükümleri tarihsel pratiği içerisinde cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiyi kralın ya da padişahın yerine koymuş bu temsiliyeti her yeni kanun içerisinde koruma altına alınmıştır. Bununla birlikte pozitif hukukun bir niteliği olarak cumhurbaşkanının yalnızca kralın ve padişahın Cumhuriyet ile yönetimindeki temsilcisi olarak kalmamıştır. Cumhurbaşkanına devletin bütünleştirici seçim siyasi hususlardan uzak adeta tarafsız niteliği ile ülke içerisinde bölge dışarısında ülkenin temsilcisi niteliği atfedilmiştir. Bu temsiliyeti sembolleşmenin modern olan ceza kanunu hükümleri içerisinde mevcut olmaması gereklilik arz etmektedir. Cumhurbaşkanı seçimi ile başa gelmesi ile kapitalist sistem içerisinde cumhurbaşkanı tarafsız niteliğinden bahsedilmesi mümkünat dâhilinde olmamaktadır.

Cumhurbaşkanı Sıfatı Nasıl Kazanılır?

Burada seçilmiş olan cumhurbaşkanının cumhurbaşkanlığı sıfatını ne zaman kazanacağı ile ilgili olan hususlar yer vermemiz gerekmektedir. Yargıtay’ın bir karar içerisinde cumhurbaşkanının 156. madde hükümleri içerisindeki hükümlerin konusu olabilmesi için yalnızca seçim yeterli teşkil etmemektedir. Bunun sebebi anayasamızın 96. maddesi hükümleri içerisinde cumhurbaşkanının görevine başlamasına mümkün olabilmesi için ön şartı yemin etmiş olmasıdır. Devlet başkanına karşı suçlarda temel olarak cumhurbaşkanlığı sıfatını değerlendirildiğine göre yemin etmemiş ancak cumhurbaşkanı seçilmiş bir kişinin bu sıfata sahip olduğunu söylemek mümkün olmaz. Öyle ki cumhurbaşkanı seçilmiş olan kişi seçilmiş olduğu an ile yemin etme anı arasında cumhurbaşkanına karşı işlenmiş olan bir suçtan faydalanması mümkün olmayacaktır. Cumhurbaşkanının seçilmiş olması ile cumhurbaşkanının göreve başlaması arasındaki zaman içerisinde cumhurbaşkanı sıfatını kazanmamış olduğundan dolayı kişinin statüsü ve tabi olacağı hükümler farklı nitelik taşıyacaktır. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişinin yemeğinin nasıl olacağı metnin içeriği içerisinde nelerin yer alacağı anayasa hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. Anayasanın 103. maddesine göre cumhurbaşkanlığı görevine başlarken Türkiye Büyük Millet Meclisi önünde ant içmesi gerekir. Öyle ki cumhurbaşkanı sıfatıyla devletin mevcudiyetini bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız olarak egemenliğini koruyacağına, anayasaya, hukukun üstünlüğüne, demokrasiye, Atatürk ilke ve inkılaplarını ve laik cumhuriyet ilkesine bağlı kalacağına, milletin huzur ve refahı, milli dayanışma ve adalet anlayışı içerisinde her kişinin insan haklarından ve her kişinin temel hürriyetlerinden yararlanması ülküsünden ayrılmayacağına, Türkiye Cumhuriyeti’nin şu an ve şerefini korumak, yüceltmek mi üzerine almış olduğu görevi tarafsızlıkla yerine getirmek için bütün gücüyle çalışacağına büyük Türk milletini tarih huzurunda namusu ve şerefi üzerine ant içmesi gerektiği düzenlenmiştir. Cumhurbaşkanı anayasanın 103. maddesi hükümleri içerisinde mevcut olan bu yemine etmesi ile birlikte göreve başlayacak ve ona söylenen sözler hakaret kapsam içerisinde değerlendirme bulacaktır. Sonuç olarak seçilmiş olsa dahi henüz yemin etmemiş olan cumhurbaşkanının aleyhine bir suç söz konusu olmayacaktır.

Cumhurbaşkanı Hakaret Suçunun Maddi Ve Manevi Unsurları Nelerdir?

Cumhurbaşkanına hakaret suçunun maddi ve manevi unsurları 5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi içerisinde yer bulmuş olan cumhurbaşkanı hakaret suçu içerisinde düzenleme bulmamıştır. Öyle ki cumhurbaşkanına hakaret suçunun maddi ve manevi unsurları hakaret başlıkla 125. madde hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. Burada 5237 sayılı Türk ceza kanunun 125. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan hakaret suçu ile ilgili olan hususlara yer vermemiz mümkündür. Bir kişinin onur şeref ve saygınlığını rencide etmesi mümkün nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnat eden ya da sövmek suretiyle bir kişinin onur şeref ve saygınlığını saldırıda bulunan kişi üç aydan iki yıla kadar hapis ya da adli para cezası ile cezalandırılır. Mağdur konumunda yer alan kişinin yokluğunda hakaretin cezalandırılmasını mümkün olabilmesi için filmin en az üç kişiyle ihtilat edilmek suretiyle işlenmiş olması gerekir. Film mağduru konumunda yer alan kişi muhatap olan sesli, yazılı ya da görüntülü bir ileti ile işlenmiş olması durumunda bahsetmiş olduğumuz cezaya hüküm olunması gerekir. Hakaret suçunun kamu görevlisi konumunda yer alan kişiye karşı görevinden kaynaklı olarak işlenmiş olması durumunda cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. Hakaret suçunun dini, siyasi, sosyal, felsefi inanç, düşünce ve kanaatlerini açıklamasından, değiştirmesinden, yaymaya çalışmasından, mensup olduğu dinin emir ve yasaklarına uygun davranmasından Kaynaklı olarak işlenmiş olması durumunda cezanın alt sınırı bir yıldan az olamaz. Hakaret suçunun kişinin mensup bulunduğu dine göre kutsal nitelik taşıyan değerlerden kaynaklı olarak işlenmiş olması durumunda cezanın alt sınırı bir yıldan az nitelik taşıyamaz. Hakaretin aleni bir şekilde işlenmiş olması durumunda ceza altıda bir oranında artırılır. Kurul halinde çalışan kamu görevlisi konumunda yer alan kişilere görevlerinden kaynaklı olarak hakaret edilmesi durumunda suç kurulu meydana getiren ürünleri karşı işlenmiş sayılır. Fakat bu durumda zincirleme suça dair madde hükümleri uygulama bulur. Cumhurbaşkanına hakaret suçu bakımından 125. maddenin ilk fıkrası, hakaret suçunun içeriği, önem teşkil etmektedir.

Suçun Konusu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 125. maddesi hakareti bir kişinin bir kimseye onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek nitelikte somut bir eylem ya da olgu isnat eden ya da sövmek suretiyle bir kimsenin onur şeref ve saygınlığını saldırması olarak tanımlama bulunmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 125. maddesinin gerekçesi içerisinde hakaret eylemlerinin cezalandırılması ile korunan hukuki değer kişilerin şeref, haysiyet, namus ve toplum içerisindeki itibarı, diğer kişiler üzerindeki saygınlığı olarak tanımlama bulmuştur. Madde içerisindeki onur, şeref ve saygınlık ise soyut kavram niteliği taşımaktadır. Genel bakımdan hakaret aşağılayıcı ya da küçültücü davranış ve söz anlamları taşımaktadır. Başka kişiler tarafından benimsenmesi, saygı görmemi bu saygının dayanağını meydana getiren kişisel onur, yani insanın kendi ile ilgili olarak düşüncesi bir bütün olarak şeref terimi ile ifade edilir.

Doktrin içerisinde bir kişinin kendi ile ilgili olarak düşünceleri iç şeref farklı kişilerin onun ile ilgili olan düşünceleri dış şeref olarak isimlendirilir. Öyle ki iç şeref öznel ya da sübjektif şeref, dış şeref ise nesnel ya da objektif şeref olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki bakımdan da şeref sosyal içerikli bir kavram olarak karşımıza çıkar. Şeref kavramı toplumun meydana gelmesi ile mevcudiyeti ile ortaya çıkmıştır. Yalnızca yaşayan bir kişinin şeref ve saygınlığınızdan bahsedilmesi durumu söz konusu olmaz. Dış şeref aslında farklı kişilerin bir kişi ile ilgili olarak kanaatlerini meydana getirir. Hiç şeref ise dış şereften bağımsız değildir. Kişinin kendi ile ilgili olan düşünceleri farklı kişilerin o kendisi hakkındaki fikirlerinden etkilenerek meydana gelir. Bundan dolayı dış şerife bağımlı nitelik taşımaktadır. Böylelikle doktrin içerisinde kişinin kendi şerefine kurulmasının asıl nedeninin farklı kişiler nezdinde kendi saygın konumunu korumak olduğu ileri sürülmüş tür. Burada dikkat edilmesi gerekli olan durum kanun koyucunun cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişi yapılan hakaret suçunda onun diğer kişiler gibi şeref ve haysiyetinin korunmasından ziyade temsil etmiş olduğu makamı devletin manevi bütünlüğünün şerefin korunmasıdır. Bir kişiyi koruyan bir maddi gibi görünmüş olsa da cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişinin kişiliğini tüm tartışmalardan arındırılmış devletin bütünleştirici temsiliyeti göz önünde bulundurulmuştur. Bundan kaynaklı olarak kanun koyucu cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişinin kişiliğine özel olarak bir yasal düzenlemeyle koruma altına almıştır. Cumhurbaşkanın hakaret suçu devletin egemenlik alâmetlerine ve organlarının saygınlığını karşı suçlar başlıklı bölümünde düzenlenmiştir. Fakat cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçunun tartışma taşıyan kısmı maddi unsurunun esasının zamanı ve siyasi koşullara göre değişebilen nitelik taşımasıdır. Hangi sözcüklerin aşağılayıcı, onuru zedeleyici oldu, şerefede itibarı dokundu her olayın şartlarına göre değişebilmesi durumu söz konusu olabileceği gibi, hakaret niteliği taşıyan ifadeleri söylemiş olan kişinin kimliğine, muhatabın kimliğine, topluma, kültüre ve zamana göre değişebilecek nitelik taşımaktadır. Öyle ki mevcut olan dönemin bakış açısı söylenen ifadelerin hakaret niteliği taşıyıp taşımadığına karar verir.

Suçun Maddi Unsurları Nelerdir?

Fail

Ceza hukuku içerisinde suçun faili hukuku aykırı eylemi işleyen kişi olarak karşımıza çıkar. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesinde cumhurbaşkanına hakaret suçunu düzenleyen hükümler de failin cumhurbaşkanına hakaret eden kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 125. maddesi içerisinde ise Fail bir kişiyi onur, şeref ve saygınlığını rencide edebilecek özellikte somut bir eylem ya da olgu isnat eden ya da sövmek suretiyle bir kişinin onur şeref ve saygınlığını saldıran kişi olarak nitelendirilmiştir. Bu düzenlemeler içerisinde ceza ehliyetine sahip her kişinin suçun faili konumunda yer alan kişi olabileceğine işaret de bulunulmuştur. Öyle ki burada özel bir koşul aranma yoluna gidilmemiştir. Herhangi bir gerçek kişi suçun faili konumunda yer alan kişi olabilir. Ölmüş kişiler hayatta iken cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakarette bulunurlar ise cezaların Şahsiliği prensibinden kaynaklı olarak hiç kimsenin sorumluluğuna gidilmez. Çünkü 5237 sayılı Türk ceza kanununun 20. maddesi hükümleri içerisinde cezaların Şahsiliği prensibi düzenleme bulmuştur. Fakat cumhurbaşkanına hakarette bulunan kişinin mirasçılarına karşı cumhurbaşkanı hukuk davası açabilmektedir. Cezaların Şahsiliği prensibinin bir diğer uzantısı tüzel kişilerin bu suçun faili konumunda yer alan kişi olarak karşımıza çıkmamasıdır. Öyle ki tüzel kişilerin temsilcilerinin hakaret eylemleri sebebiyle tüzel kişiler değil hakaret suçunu meydana getiren gerçek kişi temsilcisi bizzat sorumluluk altında olacaktır. Bununla birlikte kişi sadece kendi isteği gerçekleş Siirt’i ve kanunda suç saymış oldu eylemlerden sorumlu olabilir. Böyle bir durumda bir kişinin kendisinin işlememiş oldu suçtan kaynaklı olarak cezalandırılması ceza hukuku prensipleri ne ihlal getirir. Bu durumda kişinin kendi işlememiş olduğu suçtan kaynaklı olarak cezalandırılması ceza hukukunun temel prensibine aykırılık teşkil eder.

Burada önem teşkil eden bir husus suçun basın yoluyla işlenmesi halinde cezai sorumluluktur. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçunda kanun koyucu 299. maddenin ikinci fıkrası içerisinde suçun basın ve yayın yoluyla işlenmesine cezaya üçte biri oranında artırıcı sebep olarak görmektedir. Bunun yanı sıra hakaret suçunun basın yoluyla işlenmiş olması durumunda 5187 Sayılı basın kanunu hükümleri içerisinde ayrı bir sorumluluk hali düzenleme bulmuştur. Basılı eserler vasıtası ile suç işlenmiş olması durumunun gerçekleşmesi halinde suç eserin yayımı ile meydana gelecektir. Burada yayından anlaşılması gereken husus basın kanunu hükümleri içerisinde yer alan ikinci maddenin b fıkrası içerisinde açıklanmıştır. Öyle ki yayın basılmış eserin herhangi bir şekilde kamuya sunulmasını ifade etmektedir. Basın kanununun 26. maddesi içerisinde yer alan hükümlere göre basılmış eserler vasıtasıyla işlenmiş olan ya da kanun hükümleri içerisinde öngörülmüş olan diğer suçlar ile ilgili ceza davalarının bir muhakeme koşulu olarak günlük süreli yayınlar yönünden dört ay, diğer basılmış eserler bakımından altı ay içerisinde açılması zorunluluğu söz konusu olmaktadır. Bu süreçlerden sonra açılmış olan davalar her şeyden önce zamanında açılmamasından kaynaklı olarak düşecektir. Basın kanununun 11. maddesi hükümleri içerisinde geçen süreli yayın aynı kanunun ikinci maddesininse fıkrası içerisinde süreli yayın, belirli aralıklar ile yayımlanan gazete, dergi gibi basılmış eserler ile haber ajansları yayınlarını ifade etmektedir. Bu tanımlamalar Mevcut olmuştur. Yine basın kanununun 11. maddesi hükümleri içerisinde sürünü yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan o suçtan sorumluluk eserin yaratan sahibine aittir. Öyle ki yayın süreli nitelik taşıyor ise ve eser sahibi belli nitelikte değil ise veya eser yayımlanır iken ceza ehliyetine sahip değil ise ya da yurtdışında bulunuyor ise eserin Sorumlu müdürü, yayın ve yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili sorumlu olacaktır. Fakat sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olmuş oldu yetkilinin karşı çıkmasına rağmen eser yayımlanmış ise artık cezai sorumluluk eseri yayımlatan kişiye ait olmaktadır. Benzer nitelikte bir koşul süresiz yıllar içinde öngörülmüş olmaktadır. Süresiz eserin sahibi belirli nitelik taşımıyor ise yayın sırasında cezai ehliyeti yok ise ya da yurtdışında ise yayıncıyım canım belli olmaması ya da basın sırasında ceza ehliyetine sahip olmaması veya yurtdışında olması sebebiyle Türkiye’de yargılanan olması durumunun söz konusu olması halinde basıncı sorumlu olur. Öyle ki içeriğinde cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret bulunduğu ileri sürülen dergi benzeri süreli eserde ya da bildiri, kitap gibi süresiz nitelik taşıyan eserlerde sorumluluk altında olan kişi bu bildiri dağıtan veya kitabı, dergiye satan kişi olmamaktadır. Burada eseri oluşturan kişiye dava açılması gerekmektedir. Günlük veyahut haftalık bir gazete ya da dergi bayi içerisinde satan ya da dağıtan bayi ya da büfe sahibi dağıtmış olduğun ya da satmış olduğu yayınları içeriklerinden sorumlu tutuklanmıyor ise dava konusu bildirileri dağıtan kişilerin de bildirileri içeriğinden sorumlu tutulmamaları gereklilik teşkil etmektedir. Öyle ki yayın yasağı olan gazetenin bildirinin yahut derginin dağıtımından ya da satışından bayi ve gerçek kişi sorumluluk altında olacaktır.

Bu konuyla ilgili olarak bazı kararlara değinmek mümkündür. Yakın zamanda verilmiş olan bir karar içerisinde her ne kadar bildiri içeriği eleştiri sınırlarını aşan ve hakarete varan bir üslupta değerlendirilmiş olsa da sınıf konumunda yer alan kişilerin ulusal bir partiye üye olmuş oldukları bu bakımdan genel merkezden gelen bildirileri dağıttıkları ve sanıkların bildiri içeriğini %100 benimsemek suretiyle tamamen cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret kastıyla hareket ettiklerinin saptanmasında mümkün olmadığı bu bakımdan sanıkların niyetini okumanın hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmayacağına yer verilmiştir. Bununla birlikte bildiri içeriğinin sakıncalı ve yasal bulunmaması halinde ilgili konumda yer olan partiye dair gerekli idari ve adli tedbirlerin alınmasında mümkün olacağı bildiriyi kalemi alan kişilerin tespit edilmek suretiyle bu bakımdan haklarında bu nevi bir cezai tahkikat yapmanın mümkün olduğu belirtilmiştir. Söz konusu durum ile sanık konumunda yer alan kişilerin eylemlerinin bildiri dağıtmaktan ibaret olduğu, bildiri kaleme alan kişilerin sanık niteliği taşıyan kişiler olmadığının söz konusu olduğu ifade edilmiştir. Bildirinin ilgili partinin genel merkezi tarafından ulusal tüm parti örgütlerine gönderildiğinin açık oldu ve aksi bir kabul halinde bu bildiri alıp okuyan her kişinin benzeri bir cezai tahkikat ile karşı karşıya kalmasının mevcut onabileceği ileri sürülmüştür. Söz konusu bir yaklaşımın hukuk devleti anlayışı ile bağdaşmayacağı her ne kadar dağıtılan bildiri muhtevasına göre halkın çoğunluğu tarafından seçilmiş olan cumhurbaşkanına hakaret etmenin mazur görülebilir mi affedilebilir hiçbir günü söz konusu olmadığı ancak somut olay içerisinde sanıkların eylemlerinin yalnızca bu bildiri dağıtmaktan ibaret olmasından kaynaklı olarak sanıkların beraatine dair karar kılınmıştır.

Mahkeme tarafından verilmiş olan karar içerisinde diğer kararlardan farklı nitelik taşıyan bazı konulara denilmiştir. Bu konular iki şekilde karşımıza çıkmaktadır ilk olarak basın kanunu hükümlerine göre basılı eserler içerisinde cezai sorumluluk eseri yaratan kişiye göredir. Fakat yalnızca bir kişinin bu dağıttığından bahis ile yüzü niteliği taşıdığı parti ile aynı fikirlere sahip olduğundan söz edilmek suretiyle sanıklara ceza verilmez denmiştir. Çünkü mahkemede bu gerekçeyle ceza vermenin niyet okuma niteliği taşıyacağı ve bunun da hukuk içerisinde mevcudiyetinin olmadığı ileri sürülmüştür. Öyle ki bu gerekçeyle ceza verilmesi durumunda bildiri okuyan her kişi ceza tatbikatına maruz kalabilecektir. İkinci durum ise bildiri içeriğinin hukuka aykırı nitelik taşıdığının tespiti durumunda siyasi partiye idari ve cezai yaptırım da bulunulmasına mümkün olacağından bahsedilmiştir. Mahkeme vurgulamış olduğu bu iki husus ile farklı mahkemelerin vermiş olduğu basın kanunu uygun kararları daha ileri bir seviyeye taşımıştır. Bahsetmiş olduğumuz kararlar basın kanunu içerisindekilere uygun olarak verilmiş olan kararlardır. Fakat uygulama içerisinde çoğunluk ile söz konusu olan durum cumhurbaşkanına hakaret suçunun basın yoluyla işlenmesi durumunda savcılar basılmış eseri dağıtan kişiye ya da satana dava açılmasını talep etmektedir. Hâkimlerin genel eğiliminde basılı işleri dağıtmış olduğu gerekçesiyle hakkında cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye karşı hakaret suçundan dava açılan sanık konumunda yer alan kişinin en ağır şekilde cezalandırılmasıdır.

5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde yer bulmuş olan sorumluluğunun Şahsiliği ilkesi 5187 Sayılı basın kanununun 11. maddesi hükümlerindeki basamaklı cezai sorumluluk ilkesi ile çiğnenmektedir. Kanun koyucu boşluk bırakmamış eserin sahibinin belli olmaması durumunda açık bir şekilde başkasının eyleminden Kaynaklı olarak bir kişinin sorumlu olmasını düzenlemiştir. Öyle ki burada sorumluluk ilgili kişi tarafından denetlemenin yapılmamasından kaynaklı olarak ortaya çıkan sorumluluktur. Bu yüzden denetim yapmamasından kaynaklı olarak sorumluluğun kasten mi taksirle bir şekilde mi olduğunun saptanması gerekli olmaktadır. Eser sahibi konumunda yer alan kişinin taksirli dayalı sorumluluğunun kasten denetimi yapmayana göre daha az ceza alması gerekli olmaktadır. Sonuç olarak 5187 Sayılı basın kanunu hükümlerinin 11. maddesi içerisinde söz konusu olan düzenlemeyle sorumluluğunun Şahsiliği ilkesi çiğnenmemiş olsa da 11. madde süreli ve süresiz yıllar içerisinde cezai sorumluluğunun hangi kişide olduğunu düzenlenmiştir. Uygulama içerisinde mahkemelerin vermiş olduğu kararların buna uygun bir şekilde verilmesi, yayının yasaklı olmadığı ya da üzerinde el koyma kararı olmadığı sürece basılı esiri satmanın ya da dağıtmanın suç sayılmaması gerekli olmaktadır. Öyle ki basın yalnızca basılı eserlerden meydana gelmemektedir. Televizyondan ya da radyodan da cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret içerdiği iddia olunması mümkün olabilecek eylemler dile getirilmesi mümkündür. Bu durumda sorumluluğun hangi kişiye ait olacağı 2954 sayılı Türkiye radyo ve televizyon kanun hükümleri içerisinde mevcut olan 28. maddede düzenlenmiştir. Öyle ki Türkiye radyo ve televizyon Kurumu’nun yayınları bu hastasıyla işlenmiş olan suçlar da ya da haksız eylemlerde yayın tespit vasıtası ile yapılmış ise, metni yazmış olan ya da sesli sap tamam bu Metin’in ya da tespiti filan kontrol eden ve yayını filan yöneten mi kontrol eden kişiler sorumluluk altındadır. Canlı yayınlar içerisinde hangi kişinin sorumlu olacağı ile ilgili olarak bir hüküm olmasa dahi böyle bir yayın içerisinde konuşmacı kim ise ceza sorumluluğunun Şahsiliği ilkesi gereğince sorumluluk o konuşmayı yapan kişiye aittir. 5651 sayılı Internet ortamında yapılan yayınların düzenlemesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlar ile mücadele edilmesi hakkında kanun internet üzerinden işlenmiş olan suçlar ile erişim yer ve içerik sağlayıcının sorumluluğunun belirlerken bu suçlar ile mücadeleler içerisinde nasıl bir yöntem kullanılacağını düzenlemiştir. Söz konusu kanun erişim engelleme bakımından önemli düzenlemeleri içerisinde barındırmıştır. 5651 sayılı kanunun dokuzuncu maddesi içerisinde yer alan hükümler oldukça geniş kapsamlıdır. Bu hükümler içerisinde uyuşturucu ve uyarıcı madde, çocukların cinsel istismarı, intihara yönlendirme, sağlık için tehlikeli madde temini, müstehcenlik, fuhuş, kumar oynanması için yer ve imkân sağlama, Atatürk’ün hatırasına hakaret ya da sövme mi birçok suç bakımından erişim engelleme talep edilebilmektedir. Bu talebin mahkemeye ya da doğrudan bilgi teknoloji ve iletişim kurumuna bir dilekçe iletilmesi gerekli olmaktadır. Mahkeme ve bilgi teknolojileri ve iletişim kurumu suçun meydana geldiğine dair yeterli şüpheli mevcudiyetini erişim engelleme kararını vermek bakımından yeterli bulmuştur. Erişim sağlayıcıya yapılan bildirim ile erişim engelleme kararı kolay bir şekilde uygulamaya konulabilmektedir. Bununla birlikte 5651 sayılı Internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi mi bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun hükümlerinin internet aracılığı ile işlendiği iddia olunan cumhurbaşkanına hakaret suçu için kesin bir karar vermediğini belirtmek gerekir. İnternet aracılığı ile cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçu işlendiği iddiası 5651 sayılı kısaca internet kanunu ya da 5187 Sayılı basın kanunu kapsamı içerisinde mevcut olmamaktadır. Öyle ki internet aracılığıyla cumhurbaşkanına hakaret suçunun işlenmiş olduğu iddiası 5237 sayılı Türk ceza kanunu kapsamı içerisinde değerlendirilir. 5187 Sayılı basın kanunu hükümleri içerisinde cezai sorumluluk aşamaları dava zamanaşımı süreleri 5651 sayılı internet kanun için geçerlilik teşkil etmemektedir. Bu husus özellikle internet üzerinden yayın yapan haber sitelerini olumsuz bir şekilde etkilemektedir. Eğer bir basılı eser cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret ifadeleri içeriyor ise dört ya da altı ay gibi eserin süresine göre değişen dava zamanaşımı süresi uygulama bulacaktır. Bununla birlikte aynı sorun yalnızca internet yoluyla yeni yapılmış ise 5237 sayılı Türk ceza kanunun 66. maddesinin birinci fıkrasına göre sekiz yıllık dava zamanaşımı süresi uygulanacaktır. Yine basılı eserler içerisinde eseri meydana getiren kişi yalnız başına eserin işlerinden sorumlu tutulmaktadır. Internet üzerinde yayınlanmış olan bir haberde mevcut ise sitenin sorumlu yazı işleri müdürü ve haberi yapan muhabir birlikte sorumlu tutulabilir nitelik taşıyacaktır. Bu bakımdan 5651 sayılı Internet ortamında yapılan yayınların düzenlenmesi ve bu yayınlar yoluyla işlenen suçlarla mücadele edilmesi hakkında kanun hükümlerinin eksik olduğu söylenebilir. Basılı eser vasıtasıyla canlı yayın içerisinde ya da internet üzerinden yayınlanan herhangi bir içerik ile cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret edilmiş olması 5237 sayılı Türk ceza kanunun 299. maddesinin ikinci fıkrasına göre ceza üçte biri oranında artırıcı sebep olarak görmüştür. Bu bakımdan söz konusu uygulamanın farklılığı internet aracılığı ile işlenmiş olan suçlar ile basılı eser vasıtası ile işlenmiş olan suçlar bakımından orantısızlık ve ölçüsüzlük olduğu söylenebilmektedir.

Mağdur

5237 sayılı Türk ceza kanununun cumhurbaşkanına hakaret hükümlerinin düzenlenmiş olan 299. maddesi içerisinde mağdur konumunda yer alan kişinin cumhurbaşkanı olmasından kaynaklı olarak özel bir şekilde düzenleme bulmuştur. Bu yüzden söz konusu ifadenin doğrudan ya da dolaylı bir şekilde olsa dahi hakaretin cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye yönelik olduğuna dair somut bir verinin mevcut olması gereklilik arz etmektedir. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçunun mevcudiyeti için mağdur konumunda yer alan kişinin isminin mutlaka söylenmiş, isnadın açık bir şekilde belirtilmiş olması gerekli olmamaktadır. Önemli olan durum mağdur konumunda yer alan kişinin belirli ya da belirlenebilir olmasıdır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun mağdur konumunda yer alan kişinin belirlenmesi başlıklı 126. maddesi hükümleri içerisinde hakaret suçunun işlenmesi nede mağdur konumunda yer alan kişinin ismi açık bir şekilde belirtilmemiş ya da isnat üstü kapalı gerçekleştirilmiş olsa dahi eğer niteliğinde ve mağdurun şahsına yönelik bulunduğunda duraksamayacak bir durum mevcut ise hem ismi belirtilmiş ve hem de hakaret açıklanmış sayılır denilmektedir. Mağdur konumunda yer alan kişinin karikatürü, mesleğini isminin harfleri herkes tarafından bilinmesi mümkün olan sıfatı ya da lakabı, fiziki özellikleri ima edilmek yoluyla da adı belirlenmiş ve hakaret de açıklanmış olur. Öyle ki isim verilmemiş olması kişinin belirlenebilir olmaması durumunda kimseye ceza verilmesi mümkün olmayacaktır. Hırsıza hırsız, katile katil, genelev içerisinde çalışan kadına fahişe denmesi halinde kimsenin ismi geçmediği için suçun faili konumunda yer alan kişi cezalandırılmaması gerekir. Burada mevcut olan kişiyle ilgili olarak mahkeme kararı var ise ya da mesleği tanımlanıyor ise suç sayılmaması gerekir. Öyle ki bir mahkeme kararına göre ifadelerin kimsenin onur şeref ve saygınlığını küçültücü nitelikler taşımadığı gibi ifadelerin belirli eylemlerin tanımı olup, o elleme ya da sıfatı cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişi ya da farklı bir kişiye hitap olarak küçültücü nitelikte kullanma şeklinde açıklama mevcut olmadığı ile sanık konumunda yer alan kişilere beraat kararı verilmiştir. Mahkeme mevcut olan ifadelerin sıfat olduğu ve Mustafa sınırın cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye yönelik olduğunun belirli ya da belirlenebilir olmaması nedeniyle sanık konumunda yer alan kişiler ile ilgili olarak beraat kararı vermiştir. Benzer bir mahkeme kararı daha mevcuttur. Bu kadar içerisinde sana konumunda yer alan kişilerin üzerinde bulunan ofis içerisinde herhangi bir kişinin fotoğrafının mevcut olmamasına sözlerin ne suretle mağdur konumunda yer alan kişiye yönelik olduğu ve hakaret suçunun belirli bir kişiye yöneltilmesi unsurunun nasıl gerçekleştiği denetimi olanak verecek şekilde açıklanıp gösterilmeden yetersiz bir gerekçe sebebiyle verilmiş olan karar bozulmuştur. Eylemin hakaret içerdiği saptanmadan önce mevcut olan ifadenin somut olayın koşulları göz önünde bulundurularak cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye yönelik olup olmadığını tereddütte yer vermeyecek ölçüde saptamak önem teşkil etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 125. maddesi hükümleri içerisinde ki hakaret suçunun aksine cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçu cumhurbaşkanının yüzüne karşı ya da yokluğunda hakaret edilmesi ayrımına yer vermemiştir.

Hakaret

Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçunun işlenmesi ne mümkün olabilmesi için kanunda özel bir eylem düzenlenmemiştir. Serbest hareketin işlenmesi mümkün olan bir suçtur. Elverişli herhangi bir araçla işlenmesi mümkün olabilmektedir. Önemli olan suçun faili konumunda yer alan kişinin sözlerinin hakaret içerdiğinin ve bir cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye dair söylendiğinin tespit edilmesinin mümkün olmasıdır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 299. maddesi hükümleri içerisinde hakaretin içeriği düzenlenmese de 5237 sayılı Türk ceza kanunun 125. maddesi bir sözün hakaret sayılmasının mümkün olabilmesi için genel bir çerçeve çizmiştir. Bir kişiye onur şeref ve saygınlığını rencide etmesi mümkün olabilecek nitelikte somut bir fiil ya da olgu isnat eden ya da söylemek suretiyle bir kişinin onur, şeref ve saygınlığını saldıran kişi olarak ifade edilmektedir.

Madde hükümlerinde bir ifadenin hakaret sayılmasına mümkün olabilmesi için cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişinin şeref ve onurunun zedelenmesi ve ifadenin somut bir eylem ya da olgu isnat adıyla ya da sövmeli yapılmış olması gerekli olmaktadır. Kanun koyucu tarafından somut bir olgu ya da eylem isnadı ile söylemi arasında ceza ağırlığı bakımından bir fark ortaya çıkmamıştır. Sövme cumhurbaşkanına karşı simit hafta kelimeler kullanmak suretiyle yüzüne tükürmek suretiyle katil, hayvan gibi kelimelerin kullanılması ile ortaya çıkabilecekler. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye bir hastalık izafe edilerek kişinin sonuç olaraktan küfür edilmesi yolu ile sövme eyleminin gerçekleşmesi olanak dâhilindedir. Benzer bir durumda cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye küçültücü ve aşağılayıcı yakıştırmalarda bulunmak kişiyi aşağılamak amacıyla ona hayvan veya bitki ismi ile hitap etmek daha önce işlemiş oldu eylem ile alakalı olarak yakıştırmalarda bulunmak. Olmak suretiyle sövmek hakaret niteliği taşır. Diğer bakımdan sövme suçunda dikkat edilmesi gerekli olan bir diğer durum sövme eyleminin suçun faili konumunda yer alan kişinin ve mağdur konumunda yer alan kişinin sosyal ekonomik şartlarına günlük kullanıma ve kültür içerisindeki anlamına göre değişiklik arz edebilecektir. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye yönelik olarak kullanılmış olan beddualar hakaret olarak değerlendirilir bir nitelik taşımayacaktır. Öyle ki Yargıtay vermiş olduğu bir karar içerisinde suçun mağduru konumunda yer alan kişiye dair olarak söylenen bela içeren sözlerin tahkir ve tezyif edici olmadığına dair karar kılmıştır. Yargıtay’ın vermiş olduğu yeni bir karar içerisinde sanığın mahkeme hâkimine bela içeren bir söz kullanmasına dair vermiş oldu suç işlediğine dair karara ait görüşü değişmiştir. Öyle ki cumhurbaşkanına Bat dua edilmesinin hakaret sayılıp sayılmayacağı ile ilgili olarak kesin bir içtihat söz konusu değildir. Fakat her halde kişiye kötü dileklerini sunmanın hakaret olarak değerlendirilememesinin gerekli olduğu söylenebilir. Madde içerisinde söz konusu olan somut bir eylem ya da olgu isnadından anlaşılması gereken dış dünyadan algılanması mümkün olabilir olmasıdır. Somut bir eylem ya da olduğu esnada belli bir durumu ifade etmek için yer zaman şekil ve kişilerden bahsetmek şeklindeyken sövmek, genel tarzdaki söz ve davranışlar olarak karşımıza çıkmaktadır.

Suçun Manevi Unsuru Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunun 299. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan cumhurbaşkanına hakaret suçunun manevi unsurları ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz gerekir. Öyle ki cumhurbaşkanına hakaret suçunu işleyen suçun faili konumunda yer alan kişinin özel kasti ya da tahkir amacı aranmaz. Cumhurbaşkanına hakaret suçunun işlenmesi için genel kast yeterlilik teşkil eder. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 21. maddesinin ilk fıkrası içerisinde yer alan hükümlere göre kast suçun kanuni tanımında göre bilerek ve istenerek gerçekleştirilmesidir. Suçun faili konumunda yer alan kişinin cumhurbaşkanına hakaret suçunu işlerken eylemi gerçekleştirdiğini bilme ve isteme iradesini mevcudiyeti yeterlilik teşkil eder. Ancak taksir ile işlerini bilmesi imkânsız olmaktadır. Kastın suru ile ilgili olarak özellik arz eden durum basın yoluyla işlenen cumhurbaşkanına hakaret suçlarıdır. Bu tür suçlar içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişiye yalan olduğunu bilmiş olduğun halde haberi yayma kasti ile hareket ettiğinde suç meydana gelecektir. Farklı bir deyiş ile suçun faili konumunda yer alan kişi haberin yalan olduğunu bilmiyor ise bu yalan haberi yayınlamış olduğunda hakaret kastıyla hakaret etmemiş kabul edilir.

Hakaret Suçu Ve İfade Özgürlüğü Arasındaki İlişki Nedir?

Avrupa konseyi üyesi devletlerin imzasına sunulmuş olan sözleşme Türkiye tarafından imzalanmıştır. Bu sözleşmenin 46. maddesi içerisinde yer alan hükümlere göre Türkiye sözleşmeyi imzalamasının yanı sıra sözleşmeyle kurulan ve sözleşmeye taraf olan devletlerin sözleşmeye uyup uyumadığını denetleyen mahkemenin kararları ile Türkiye’de bağlayıcı duruma gelmiştir. Türkiye mahkemeye bireysel başvuru hakkını kabul etmiştir. Öyle ki Türkiye’nin mahkemeyi bireysel başvuru hakkını kabul etmesi itibari ile fikir ve düşünce özgürlüğü en çok Avrupa insan hakları Mahkemesi’ne taşınan konulardan olmaktadır. Cumhurbaşkanına hakaret suçu ise ifade özgürlüğü kapsam içerisinde değerlendirilmiştir. Avrupa insan hakları sözleşmesinin ilgili hükmünden bahsetmemiz mümkündür. Öyle ki bu düzenleme Avrupa insan hakları sözleşmesinin onuncu maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre her kişi ifade özgürlüğü hakkına sahiptir. Bu hakkın bu makamlarının müdahalesi söz konusu olmadan ve ülke sınırları gözetilmeden kanaat özgürlüğünü ve haber ve görüş alma ve de verme özgürlüğünü kapsamaktadır. Söz konusu olan madde devletlerin radyo televizyon ve Sinema işletmelerini bir izin rejimine tabi tutmalarına engel nitelik taşımaktadır. Görev ve sorumluluklar da yüklenmiş olan bu özgürlüklerin kullanılması, yasa ilan görülmüş olan ve demokratik bir toplumda ulusal güvenliğin, toprak bütünlüğünün ya da kamu güvenliğinin korunması, kamu düzeninin sağlanmış olması ve suç işlenmesinin önlenmesi sağlığın ya da ahlakın başkalarının şöhret ve haklarının korunması gizli bilgilerin yayılmasının önlenmesi ya da yargı erkinin yetki ve tarafsızlığının güvence altına alınması bakımından gerekli olan bazı formaliteler şartlar sınırlamalar ya da yaptırımlara tabi tutulabilmektedir. Bu düzenlemeye göre hakkın kapsamı anlatılırken hakkın nasıl sınırlanabileceği de düzenlenmiştir. Burada insan hakları evrensel bildirgesinin 19. maddesinden de bahsetmek gerekir. Bu maddeye göre herkesin kanaat ve ifade özgürlüğünü hakkı mevcuttur. Bu hak müdahale söz konusu olmaksızın kanaat taşıma ve herhangi bir yoldan ve ülke sınırları gözetmeksizin bilgi ve fikirleri ulaşmaya çalışma onları edin mi ve yayma serbestliğini kapsamaktadır. Medeni ve siyasi haklar uluslararası Sözleşmesinin 19. maddesi içerisinde her kişinin bir müdahale ile karşılaşmaksızın fikir sahibi olma hakkı olduğu düzenlenmiştir. Bununla birlikte her kişi ifade özgürlüğü hakkına sahiptir ve bu hak bir kişinin bütün oldukları ile sınırlanmaksızın sözlü, yazılı ya da basılı veya sanatsal ürün şeklinde ya da kendi tercihi farklı bir iletişim şekli vasıtaları ile her türlü bilgi ve düşünceyi arama, edinme ve ulaştırma özgürlüğünü içerisinde barındırır. Anayasanın 25. maddesi içerisinde söz konusu olan düşünce ve kanaat hürriyeti başlığı içerisinde herkesin düşünce ve kanaat hürriyetine sahip olduğu her ne amaçla olursa olsun kimsenin düşünce ve kanaatlerini açıklamaya zorlanamayacağı, düşünce ve kanaatlerini sebebiyle kınanmayacağı ve suçlanamayacağı düzenlenmiştir.

Anayasanın 26. maddesi hükümleri içerisinde Avrupa insan hakları sözleşmesinin onuncu maddesinin ilk fıkrasındaki düzenlemeye benzer bir şekilde her kişinin düşünce ve kanaatlerini söz, yazı, resim Ya da başka yollarla tek başına ya da toplu olarak açıklama ve yayma hakkına sahip olduğu düzenlenmiştir. Bu hürriyet resmi makamların müdahalesi söz konusu olmaksızın haber ya da fikir almak ya da vermek özgürlüğünü de kapsamaktadır. Söz konusu madde hükmü radyo, televizyon, sinema ya da benzeri yollar ile yapılmış olan yayınların izin sistemine bağlanmasını engel teşkil etmemektedir.

İfade özgürlüğü ödeme kritik toplumun zorunlu temeli olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa insan hakları Mahkemesi tarafından verilmiş olan mı yerleşik hale gelen kararlar içerisinde ifade özgürlüğünün demokratik bir toplumun ilerlemesi ve her bir bireyin gelişmesi bakımından temel koşullardan birisi olduğu belirtilmiştir. Avrupa insan hakları Mahkemesi onuncu madde içerisinde düzenlenmiş olan ifade özgürlüğü bakımından siyasi görüş açıklamanın da girdiği hususunda bir tereddüt söz konusu olmamaktadır. Avrupa insan hakları Mahkemesi bir ifadenin ifade özgürlüğü çerçevesinde siyasi bir eleştiri mi yoksa hakaret mi olduğunu saptamak için ifadenin dile getirildiği dönemin somut özelliklerini incelemektedir. İfade içerisinde somut bir suç isnadının mevcut olup olmadığı, bir değer yargısının aktarılıp aktarılmadığı, ifadeyi dile getiren kişinin kimliği, ifadenin yönelmiş olduğu kişinin kişisel özellikleri, somut olayın koşulları, ifadenin şiddet çağrısı yapıp yapmadığı, müdahalenin hukuken öldürülmüş olup olmadığı, devletin yapmış olduğu müdahalenin onuncu maddenin ikinci fıkrası içerisinde söz konusu olan meşru amaçlardan birine sahip olup olmadığı ve gerçek ten de ifadeye müdahalenin demokratik bir toplumda gereklilik taşıyıp taşımadığı ve bir ceza söz konusu olmuş ise cezanın orantılı cezanın daha sonradan dile getirilmesi mümkün olabilecek ifadeleri engelleyip engelleme diye göz önünde bulundurulmalıdır.

Basın özgürlüğü

5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan cumhurbaşkanına hakaret suçunda üzerinde önemli bir şekilde durulması gerekli olan bir husus basın özgürlüğü olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki konu basın özgürlüğü olduğunda siyasilerin eleştirisindeki doğdun yükselmesinin hukuku uygun olması ilkesi ve basın hukuku çerçevesi içerisinde verilmiş olan haberlerin bazı kriterlere sahip olması gerekmektedir. Bununla ilgili olarak bir Yargıtay kararından bahsetmek mümkündür. Bu karara göre bir haberin ifade özgürlüğü kapsamı içerisinde değerlendirilmesinin mümkün olabilmesi için haberin ilk olarak gerçek ve güncel olması gerekli olmaktadır. Fakat haberin verilişi kamunun faydasına olmalıdır. Bu haberin kamunun ilgisini çekmesi gerekir. Haber kamunun bilgi ve haber alma hakkının kapsamında kalmalıdır. Bununla birlikte olay ile habere atılan başlık, haberin anlatımı arasında fikri bağ söz konusu olmalıdır. Fakat bu unsurların tümünün bir arada olması durumunda basın özgürlüğü ve eleştiri hakkından bahsedilmesi mümkün olacaktır. Farklı bir karar içerisinde yargılamaya konu olan ifadenin içerisinde mevcut olan konuşmaların bütünü ile beraber ve söylenmiş olduğu bağlamdan kopartılması mümkün olmaksızın olayın bütünselliği içerisinde değerlendirilmesi gereklilik teşkil etmektedir. Bu şekildeki ölçüye yer vermek suretiyle konuşmanın ya da yazının içerisinde geçen ve olumsuz anlam barındıran kelimelerin kanaat oluşturmak amacıyla tek başına yeterli olmayacağı vurgulanmıştır. Yargıtay’ın mevcut olan bir kararına göre o anki iddialardan meydana gelen tartışılmasında kamu faydası olan bilgileri yer vermiş olan haberlerin basın özgürlüğü kapsamı dâhilinde değerlendirilmesi gerekli olmaktadır.

Fikir özgürlüğü

5237 sayılı Türk ceza kanunun 299. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan cumhurbaşkanına hakaret suçu ile ilgili olarak bahsedilmesi gereken önemli bir husus fikir özgürlüğüdür. Fikir özgürlüğü konusunda Türkiye’nin tarafı olduğu uluslararası sözleşmelerin tümü bu hakkınsınızdır bir niteliğe sahip olmadığını ileri sürmüştür. Bu hakkın kullanımına demokratik toplum düzenini sınırlaması getirilmiştir. Hukukun doğrudan alanına girmeyen düşünce özgürlüğü, bilgi edinme, kanat ve açıklama özgürlükleri, bileşenleri ile beraber hukuk normlarına mevcut olmaktadır. Böyle bir ortamın meydana gelmesi ve sürdürülmesi de hukukun temel işlevlerinden olmaktadır. Devletin hukuk 50 ile ya da diğer yollardan fikirlerin özgür bir şekilde yayılması için uygun ortam sağlama görevi söz konusu olmaktadır. İfade özgürlüğünün korunması bakımından devletin bu üzüldüğün kullanılmasına müdahale etmeme gibi negatif yükümlülüğün yanı sıra ifade özgürlüğünün kullanmasının mümkün olabilmesi için üçüncü kişilerin fiziksel saldırı ve tehditlerinden koruma veya basın yayın organlarının dağıtımının engellenmesine önleme gibi pozitif sorumlulukları söz konusu olmaktadır. Ulusal hukuk Avrupa insan hakları sözleşmesi fikir ve düşünce özgürlüğünü düzenlemiş olan onuncu maddesini ihlal etmesi için Avrupa insan hakları Mahkemesi ulusal hukuktaki sınırlamaların Avrupa insan hakları sözleşmesinin onuncu maddesinin ikinci fıkrası içerisinde mevcut olan şartlara uygun sınırlama yapıp yapılmadığını göz önünde bulundurmaktadır. Avrupa insan hakları sözleşmesinin onuncu maddesinin ikinci fıkrası içerisinde yer alan hükümlere göre kullanılması görev ve sorumluluk yükleyen bu özgürlükler demokratik bir toplum içerisinde zorunlu tedbirler özelliğinde olarak ulusal güvenliğin toprak bütünlüğünün ya da kamu düzeninin sağlanması ve suç işlenmesinin önüne geçilmesi sağlığın ya da ahlakın, farklı kişilerin şöhret ve haklarının korunması ya da yargı gücünün otorite ve tarafsızlığının sağlanması bakımından yasa ile görülmüş olan bazı biçim ve şartlarına sınırlamalara ve yaptırımlara bağlanması mümkün nitelik taşımaktadır. Devletin müdahalesinin ihlal sayılması için mevcut olan sınırlama yasa içerisinde öngörülmüş olması gerekir. Sınırlı sayıda belirtilmiş olan amaçlara yönelik olması gerekliliği teşkil eder. Bununla birlikte demokratik topluma aykırı düşünmeyen ve öngörülen amaca ulaşmak bakımından gereken ölçüde olması gerekir. Avrupa insan hakları sözleşmesinin söz konusu sınırlamanın yasa ile ön görülmesine özür olarak vurgulamasına nedeni hukuki güvenilirlik ilkesinin uzantısı olarak karşımıza çıkmaktadır. Böylelikle kamu yetkililerinin keyfi uygulamalarına sınırlamış olmasa diğer bakımdan vatandaşın da hangi beyanlarının sınırlanmasının mümkün olabileceğini öngörmesini sağlamaktadır. İfade özgürlüğüne sınırlama getirmiş olan söz konusu yazının her kişi tarafından ulaşılabilmesini mümkün olması lafının herkes tarafından somut bir şekilde anlaşılabilir olması ve vatandaşın ifade özgürlüğü bakımından hak ve yükümlülüklerinin belirli olması gerekli olmaktadır. Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum sınırlamanın Yasayla görülmesinin yanı sıra gerçekten de böyle bir sınırlamanın demokratik toplum içerisinde gereklilik teşkil Edip etmediğidir. Bahsetmiş olduğumuz sınırlama hoşgörünün mevcut olduğu Çoğulcu bir toplum içerisinde zorlayıcı bir toplumsal ihtiyacı karşılaması gerekmektedir. Bundan kaynaklı olarak sınırlamalar demokratik toplum düzeni ile uyumlu olması gerekir. Ebetteki demokratik toplum içerisinde böylesi bir sınırlamanın gereklilik teşkil Edip etmediği ile ilgili olarak somut bir konu karşımıza çıkmaktadır. Bir ölçüde yerel makamların takdir yetkisine kalmıştır. Yerel makamların takdir yetkisinin makul, dikkatli ve iyi niyetli kullanıp kullanmadığı dâhil somut olay tüm yönleriyle Avrupa insan hakları Mahkemesi tarafından dikkatli bir şekilde incelenmektedir. İfade özgürlüğüne yapılmış olan müdahalenin istenen meşru amaçlara uygun olup olmadığı ve ulusal makamlar bakımından sunulan gerekçelerin ilgili ve yeterli olup olmadığı denetlenmektedir. Avrupa insan hakları Mahkemesi onuncu maddenin ikinci fıkrasında söz konusu olan anlam itibari ile gerekli sıfatını acil bir sosyal ihtiyacın mevcudiyetine barındırması gerektiğini belirtmiştir. Öyle ki müdahalenin meşruluğunun denetlenmesindeki koşulun yani yasallık ve meşru amacın saptanması fazla güçlük arz etmemektedir.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunda Cezayı Azaltan Sebepler Nelerdir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi içerisinde düzenleme buluşunun cumhurbaşkanına hakaret suçu ile ilgili olarak cezayı azaltan sebeplerin uygulanması hususundaki durumlardan bahsetmemiz mümkündür. Burada cezayı azaltan sebeplerin uygulanması ile ilgili olarak karşılıklı hakaret, haksız bir fiile tepki olarak ve kasten yaralama suçuna tepki olarak hakaret ile ilgili olan durumlardan bahsedebiliriz. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 129. maddesi hükümleri içerisinde haksız bir eyleme tepki olarak hakaret, kasten yaralama suçuna tepki olarak hakaret ve karşılıklı hakaret suçları düzenleme bulmuştur. İlk olarak 129. madde içerisinde düzenlenmiş olan haksız fiil nedeniyle veya karşılıklı hakaret ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Hakaret suçunun haksız bir eyleme tepki olarak işlenmiş olması durumunda verilecek olan ceza üçte birine kadar indirilebilecek gibi ceza vermekten de vazgeçilmesi mümkündür. Bu suçun kasten yaralama suçuna tepki olarak işlenmesi durumunda kişiye ceza verilmez. Hakaret suçunun karşılıklı olarak işlenmiş olması durumunun söz konusu olması halinde onayın mahiyetine göre, taraflardan her ikisi ya da biriyle ilgili olarak verilecek olan ceza üçte birine kadar indirilebilecek gibi ceza vermekten de vazgeçilmesi mümkündür. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 129. maddesinin Birinci fıkrasındaki özel haksız tahrik durumunun uygulanmasına mümkün olabilmesi için eylemin haksız bir eylem niteliği taşıması yeterlilik teşkil etmektedir. Aynı zamanda suç teşkil etmesi gerekli olmamaktadır. Haksız tahrik durumunun söz konusu olması halinde hakaret eylemi ani bir öfkenin neticesi olup haksız ailemden hemen sonra haksız fiili yapana karşı yöneltilmiş olması gereklilik arz eder. Öyle ki kasten yaralama suçuna tepki olarak hakaret suçu işlenmiş olduğunda suçun faili konumunda yer alan kişiye ceza verilmesi mümkün olmayacaktır. Burada adeta yasa koyucu kişinin yaşamış olduğu bela sence ve manevi zarar karşısında yapmış olduğu hareketi cezasızlık sebebi olarak düzenlenmiştir. Hakaret kasten yaralama eylemini gerçekleştirmiş olan kişiye yöneltilmesi gerekir. Ceza sorumluluğunu azaltan bir diğer durum ise karşılıklı hakaret olarak karşımıza çıkmaktadır. Her iki suçun da 5237 sayılı Türk ceza kanunun 125. maddesi bakımından hakaret suçunu meydana getirmesi gerekli olur. Bu hükmün özel tahkir suçları bakımından uygulanması olanak dâhilinde değildir. Taraflardan biri somut bir eylem ya da olgu isnat etse, diğeri sövmek suretiyle hakaret suçunu işlese yine 129. maddenin üçüncü fıkrası tatbik edilebilir. İlk hakaret eden kişinin eyleminin haklı bir sebebe dayanmamış olması gereklilik arz eder. Hakaret suçunun karşılıklı bir şekilde işlenmiş olması halinde hâkime olayın mahiyetine göre her iki tarafın ya da taraflardan birinin cezasını indirmek ya da ceza vermekten kaçınmak konusunda takdir yetkisi verilmiştir. Söz konusu özel hallerin hiçbiri cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçu üzerinde uygulama bulmamıştır.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunda Ceza Sorumluluğunun Kaldıran Sebeplerden İsnadının İspatı Nedir?

Kanun koyucu hakaret suçunda isnadın ispatını özel olarak düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanunu 127. maddesi içerisinde isnadın ispati düzenleme bulmuştur. İsnat edilmiş olan ve suç meydana getiren eylemin ispat edilmiş olması durumunda kişiye ceza verilmemektedir. Bu suç sebebiyle hakaret edilen kişi ile ilgili olarak kesinleşmiş bir mahkeme yat kararı verilmiş olması durumunda isnat ispatlanmış sayılır. Bunun haricindeki durumlarda isnadın ispat isteminin kabul edilmesi fakat isnat olunan eylemin doğru olup olmadığının anlaşılmasında kamu yararının söz konusu olmasına ya da şikâyetçi konumunda yer alan kişinin ispati razı olmasına bağlıdır.

İspat edilmiş eylemden söz edilmek suretiyle kişiye hakaret edilmiş olması durumunda cezaya hükmedilir. Öyle ki isnadın ispati bir karşı hamle olarak kullanılması mümkün olacak bir imkân sağlar.

Mahkeme önünde cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçu karşısında somut olduğunu ispatlanmasını talep etmenin imkânı söz konusu olmamaktadır. Bununla birlikte hakaretin gerçekleştiği anda isnat edilmiş olan suç sebebiyle herhangi bir soruşturma veya kovuşturmaya başlanmış olup olmamasının önemi mevcut değildir. Fakat her durumda mahkeme tarafından isnadın suç meydana getirdiği gözetilerek bekletici sorun kararı verilip durum ile ilgili olarak Cumhuriyet Başsavcılığına intikal ettirilmesi durumu söz konusu olacaktır. Soruşturmaya başlanılmış ise sonucu beklenmekte suretiyle kovuşturmamızdık kararı verilip kesinleşmesi durumunda veya kovuşturma neticesinde hükümlülük haricindeki beraat ceza verilmesine yer olmadığı güvenlik tedbirine hükmedilmesi, davanın reddi ya da davanın düşmesi kararlarından birine karar verilmesi durumunda isnat ispat edilmemiş sayılacaktır. Hakaret suçu suçun faili konumunda yer alan kişi hakkında 127. madde Uygulama bulmayacaktır.

Cumhurbaşkanına Hakaret Suçunda Anayasa Mahkemesi

5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan cumhurbaşkanına hakaret suçu ile ilgili olarak anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanına hakaret suçu ile ilgili olan tutumundan bahsetmemiz mümkündür. Öyle ki konuyla ilgili olarak ifade özgürlüğünden bahsederek devam edebiliriz. İfade özgürlüğü demokrasi düzeyi kıstaslarının en önemlilerinden biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Siyasal bir rejimin demokratik nitelik taşıyıp taşımadığının belirlenmesinde uzun bir süre esas kıstas olarak ele alınan düzenli aralıklar ile serbest seçimlerin söz konusu olması yeterlilik teşkil etmemektedir. Demokratik olmakla ilgili olarak ifade özgürlüğüne sağlanan koruma önem teşkil etmektedir. İfade özgürlüğünün önemli bir şekilde korumadan faydalanmamış olduğu ve bağımsız ve tarafsız mahkemeler tarafından güvence altına alınmamış oldu rejimlerin demokratik rejimler olarak nitelendirilmesi genel olarak kabul edilmemektedir. Avrupa insan hakları Mahkemesi ve anayasa Mahkemesi’nin ifade özgürlüğü ile ilgili olarak kararları içerisinde ifade özgürlüğünün demokratik toplumların temel dayanaklarından biri olduğu özellikle vurgulanmıştır. Türkiye içerisinde ifade özgürlüğü insan hakları alanındaki en sorunlu hususlardan biri olarak karşımıza çıkmaktadır. Avrupa insan hakları Mahkemesi‘ne Türkiye aleyhine verdiği ihlal kararları bu durumu açıklamaktadır. Bununla birlikte Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin faaliyet süreci içerisinde vermiş olduğu ifade özgürlüğü ihlali kararlarının önem teşkil eden bir kısmı içerisinde Türkiye bulunmaktadır. Bu netice Türk ceza kanununun ve Terörle mücadele kanununun içermiş olduğu ifade özgürlüğünü sınırlayıcı hükümler ulusal mahkemelerin devlet ve millet kavramlara yüklemiş oldukları kutsal anlam ile karşımıza çıkmaktadır. Son durumda Türkiye ifade özgürlüğü ile ilgili olarak uluslararası şartların bir hayli gerisinde yer almaktadır. Öyle ki Türkiye ait oldu artık konseyi bulvarı içerisinde bu durumda iyi bir görünüme sahip değildir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 299. maddesi hükümleri içerisinde düzenleme bulmuş olan cumhurbaşkanına hakaret suçu bu durumda yer alan önemli suçlardandır. Cumhurbaşkanına hakaret suçu devletin egemenlik alâmetlerine ve organlarının saygınlığını karşı suçlar başlığı altında düzenleme bulmuştur. Cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakarette bulunan kişi bir yıldan dört yıla kadar hapis cezası ile çarptırılır. Cumhurbaşkanına hakaret suçunun işlenmesi alenen söz konusu olmuş ise verecek olan ceza altıda bir oranında artırılır. Cumhurbaşkanına hakaret suçundan dolayı kovuşturma yapılmasının adalet bakanının iznine bağlı olduğu kanun hükümlerinde öngörülmüştür. Bu düzenlemeyle yeni bir suç tipi yaratılmamış ifade özgürlüğü ile ilgili olarak bir durum söz konusu olmuştur. Son yılda açılan davalarda cumhurbaşkanına hakaret suçu ile ilgili olarak ciddi bir artış söz konusu olmaktadır. Bu artış 5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi içerisinde düzenleme bulmuş olan cumhurbaşkanına hakaret suçunun sebep oldu hak ihlalleri iddialarının yoğun bir şekilde yargı önüne taşınacağını göstermektedir. Öyle ki anayasa Mahkemesi ve Avrupa insan hakları Mahkemesi burada önem teşkil eden bir duruma sahiptir. Avrupa insan hakları Mahkemesi devlet başkanlarına hakaret ve ifade özgürlüğü ile ilgili olarak açık bir içtihatta sahiptir. Sayısı az öncelik taşısa da önüne gelen nitelikli başvurular ile Avrupa insan hakları Mahkemesi bu alandaki genel hususlara belirlemiş ve bunları istikrarlı bir çizgiyle uygulamıştır. Böylelikle söz konusu olan durum anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanı hakaret suçu ile ilgili olarak sıradanlaşan Soruşturmalar, davalar ve mahkemenin bununla ile ilgili tutumu dur. Yüksek mahkeme somut norm denetimi ve bireysel başvuru ile ilgili olarak vermiş olduğu kararla tutumunu kısmen ortaya koymuştur. Mevcut olan kararlar cumhurbaşkanına hakaret suçundan ortaya çıkar müdahalelerin meydana getirdiği temeli kökü problemlere yeterli bir şekilde irdelememektedir. Öyle ki anayasa Mahkemesi’nin pozisyonu Avrupa Mahkemesi’nin standartları karşısında haklı çıkma çabasına girişmemektedir. Bununla birlikte bireysel başvuru içerisinde söz konusu olan başvuruların konuları ve bu başvurular içerisinde hakaret olarak atfedilen ifadelerin özellikleri değerlendirildiğinde cumhurbaşkanına hakaret olaylarının tamamı için geçerli bir şekilde ülkelerin anayasa Mahkemesi tarafından net bir biçimde belirtilmediği görülmektedir. Bu durumda anayasa Mahkemesi’nin karara bağlamış olduğu bireysel başvuruların 5237 sayılı Türk ceza kanunun 299. maddesi hükümleri içerisinde yer alan cumhurbaşkanına hakaret suçundan açılmış olan soruşturma ve davayı temsil eden tipik örnekler niteliği taşımadığı söylenebilmektedir. Mevcut olan başvuruların anayasa Mahkemesi tarafından söz konusu durum içerisinde incelenmediği ve başvurucuların maruz kalmış oldukları müdahalelerin arkasında mevcut olan temel sorunun ihmal edildiği söylenebilmektedir.

Burada anayasa Mahkemesi’nin cumhurbaşkanına hakaret suçunun mevcudiyeti mi uygulanışı ile ilgili olarak tutumu ayrıntılı bir şekilde incelenebilir. Öyle ki anayasa Mahkemesi’nin 5237 sayılı Türk ceza kanununun 299. maddesi hükümleri içerisinde yer alan cumhurbaşkanına hakaret suçunun anayasaya aykırılığı iddiasında incelemiş olduğu kararlar önem teşkil etmektedir. Burada anayasanın ruhu gündeme gelen durumlardandır. Yüksek mahkemeden önce Avrupa insan hakları Mahkemesi anayasanın ruhu ile ilgili olarak Avrupa insan hakları Sözleşmesi‘ne esas alarak net bir açıklama yapmıştır. Bu açıdan anayasa Mahkemesi’nin kararı anayasayı ihlal getirildiği iddiasına cevap verme ile birlikte anayasanın ruhunun Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhu ile örtüşüp örtüşmediğini açık bir şekilde ortaya koymaktadır.

Hukuk metinlerin ruhunun tanımlanması kolay bir durum değildir. Metnin kendisi bu tanımı ortaya koymuyor ise bununla ilgili olarak tanım sübjektif bir değerlendirme ile ortaya çıkar. Metnin hazırlık çalışmaları mevcut ise başlangıç kısmı ve genel hükümleri objektif verilerden yararlanarak üzerinde görüş sağlanmış bir takım ilkeler ya da değerler saptamak mümkün nitelik taşıyabilecektir. Böyle bir halde söz konusu ilke ve değerlerin maddi içeriklerine saptamak ve bunların pozitif hukuk içerisindeki işlevini saptamak kolay bir nitelik taşımaktadır. Öyle ki ruhu konusunda açıklamada bulunmamış bir hukuk metninin ruhunu mevcut olup olmadığı mevcut ise ruhun neden ibaret olduğunu anlamak ve yorumlamak uygulamakla yetkili asli organın görevidir. Avrupa insan hakları Sözleşmesi metin içerisinde bu hususta hiçbir hüküm söz konusu olmamasına rağmen Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin bazen sözleşmenin ruhu kavramını kullanmış olması karşımıza çıkmaktadır. Mahkeme açık bir şekilde tanımlama yapmamanın yanı sıra genellikle sözleşmenin amacına ya da hukukun üstünlüğü, keyfilik yasa, hak ve özgürlüklerin geniş yorumlanması, hak ve özgürlüklerin kötüye kullanılması yasa gibi temel ilke mi güvencelere işler getirecek bir müdahale ya da durum ortaya çıktığında bu kahrolma başvurulur. Yani mahkeme sözleşme ile tanımlanmış olan güvenceleri tamamıyla yok eden ya da aşırı bir şekilde azaltan temel hak ve özgürlüklerin kullanımını olanaksız hale getiren ya da ciddi bir şekilde zorlaştıran, devlet organlarının denetimsiz ve sınırsız yetkilere sahip olmasını sağlayan uygulamaların ya da durumların sözleşme ile baştan zıtlaştığını ifade etmek için sözleşmenin ruhu kavramı söz konusu olmaktadır. Böylece Avrupa insan hakları Sözleşmesi açısından hangi hususların kabul edilebilir hangi hususların kabul edilemez oldu güçlü bir halde belirtilmektedir.

Avrupa insan hakları Mahkemesi kararlarına göre bir siyasetçinin makul bir suç şüphesi ne dayanılmadan siyasi nedenlerle özgürlüğünden alık konulması yani devlet organlarına verilmiş olan kısıtlama yetkisinin amacından ayrılması sözleşmenin ruhuna aykırı bir müdahale meydana getirmektedir. Bununla birlikte Avrupa insan hakları Mahkemesi‘ne göre adalet ve barış gibi sözleşmenin temel değerlerini hedef alan söylemleri ifade özgürlüğü kapsamı içerisinde göstermek özgürlüğün kötüye kullanılması olarak karşımıza çıkmaktadır. Öyle ki sözleşmenin sözüne ve ruhuna ihlal getiren amaçlar ile kullanılmış olması karşımıza çıkar. Bununla birlikte devlet makamları ve toplumun önemli bir kesimi ile kabul edilmesi zor olan fikirleri Desteklemek ile birlikte demokratik ilkelere reddetmemiş olan ve şiddete başvurmamış olan bir derneğin demokrasi kurmak adına kapatılması Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırılık teşkil edecektir. Yürütme organlarının hak ve özgürlüklere müdahale ile ilgili olarak ölçüsüz yetkiler verilmiş olması bu durumda aynı sonucu meydana getirir. Bazı hakların kullanılmasının önemli bir ölçüde güçleştirilmesi mahkeme tarafından Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırı nitelik taşıyacağı kabul edilmektedir. Adil yargılanma hakkını düzenlenmiş olan Avrupa insan hakları sözleşmesinin altıncı maddesi içerisinde uyuşmazlık teriminden söz edilmektedir. Uyuşmazlık teriminin önemli ölçüde dar ve şekilsel yorumlanması ya da iç hukuk yollarının tüketilmesi şartının başvurucuya aşırı bir külfet yükleyecek şekilde yorumlanması bu durumu karşımıza çıkarmaktadır. Öyle ki Avrupa insan hakları Mahkemesi istikrarlı ve sistemli bir şekilde söz konusu olmasa da sözleşmenin ruhu kavramını kullanmak suretiyle kendisine tartışmasız bir şekilde sözleşme ile uyuşmayan müdahale ve durumları saptanmaktadır. Hakaret açısından sıradan vatandaşlar ve kamu görevlisi konumunda yer alan kişilere nazaran devlet başkanlarına üstün bir kurma vermiş olan düzenlemeler ya da yargısal uygulamalar Avrupa insan hakları Mahkemesi tarafından bu bakımdan değerlendirilmekte ve sözleşmenin ruhuna aykırı nitelik taşımaktadır. Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin bu bakımdan ilk değerlendirmesi “Colombani ve diğerleri” karar içerisinde söz konusu olmuştur. Bu kararın merkezi içerisinde Fransız basın kanunu hükümlerinde yabancı devlet başkanlarına ve diplomatik personele karşı hakaretin farklı bir suç olarak düzenlemesi durumu söz konusu olmaktadır. Mevcut düzenleme çerçevesinde oluşan ulusal içtihat, yabancı devlet başkanına hakaretten yargılanan kişilere ispat hakkı tanınmakta, bundan kaynaklı olarak yayınlanan yazıların gerçekliği ya da doğruluğunu tartışma konusu olarak söz konusu olmamaktadır. Gazetecilere cezai sorumluluktan kurtulma imkânı vermemiş olan bu düzenleme Avrupa insan hakları Mahkemesi’ne göre yabancı devlet başkanlarına üstün bir koruma vermektedir. Sadece görev ya da statüleri göz önünde bulundurularak böyle bir istisna kurmadan faydalanmaları bu kişilerin her şekilde eleştiriden muaf tutulmasını ortaya çıkaracaktır. Böyle bir durum Avrupa insan hakları Mahkemesi‘ne göre günümüzde geçerli siyasi yanlış uygulamaları ile bağdaşmayan bir niteliğe sahiptir. Öyle ki mahkeme yabancı devlet başkanlarına verilmiş olan bu ayrılığın demokratik bir toplum içerisinde gerekli teşkil etmediğini bununla birlikte basın özgürlüğünü ölçüsüz bir şekilde sınırlandırdığını dair karar kılmıştır. Avrupa insan hakları Mahkemesi bu karar içerisinde sözleşmenin ruhu kavramını kullanmamıştır. Ancak “Pakdemirli” karar içerisinde geriye dönük olarak bu eksikliği tamamlamıştır. Diğer davadan farklı bir şekilde “Pakdemirli” kararı içerisinde söz konusu olan dava konusu başvurucunun cumhurbaşkanına hakaret gerekçesiyle tazminat ödemeye mahkûm edilmiş olmasıdır. Mevcut olarak hükmedilen tazminat miktarı sebebiyle başvurucu cezalandırılmış ve bu husus ulusal mahkeme kararında saklanmamıştır. Söz konusu olan karar içerisinde milletvekili niteliği taşıyan başvurucunun dokunulmazlığından kaynaklı olarak oluşturulmuş olması mümkün olsaydı yakınlık hapis cezası ile cezalandırılacağı hükmedilmiş olan tazminat miktarının caydırıcı nitelikte olması gerekli olduğu ileri sürülmüştür.

Avrupa insan hakları Mahkemesi “Colombani ve diğerleri” kararına gönderme yapmak suretiyle bir kişiye sadece sahip olduğu statü sebebiyle üstün bir koruma verilmesinin açık bir şekilde Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırı olacağı belirtilmiştir. Bununla birlikte ulusal yargıçların yasaları cumhurbaşkanının üstün bir koruma sağlayacak bir şekilde yorumlamış olduğunu kaydetmiştir. Öyle ki Avrupa insan hakları Mahkemesi hakaret vakalarında imtiyazlı statü ortaya çıkarılmasını Avrupa insan hakları Sözleşmesi’ne aykırı bulmuştur. Avrupa insan hakları Mahkemesi bu aykırılığın sadece yasal bir düzenlemeden değil mahkemelerin yorumundan meydana gelebileceğini göstermiştir. İfade özgürlüğü karşısında Cumhurbaşkanını üstün bir koruma verilmiş olması söz konusu kararda da mahkeme tarafından demokratik bir toplum içerisinde söz konusu olan gerekli ve Ölçülü bir müdahale olarak görülmemiştir.

Böyle bir halde ortaya çıkarılan içtihat devlet başkanına hakaret konulu diğer vakalarda istikrarlı bir uygulama bulmuştur.“ Artun ve Güveler“ davasında başvurucular 1999 Marmara depremi sonrası dönemin cumhurbaşkanına hedef olan yazıları sebebiyle eski Türk ceza kanunu olan 761 sayılı Türk ceza kanunun 158. maddesine dayanılarak cumhurbaşkanına hakaretten yargılanmış ve mahkûm edilmişlerdir. Avrupa insan hakları Mahkemesi bu karar içerisinde devlet başkanlarının itibarını korunmasında devletin tartışma olmadan bir menfaati mevcut olduğunu ancak bu menfaatin devlet başkanına özel ya da ayrıcalıklı bir konuma sokulmasına haklı çıkarmayacağını ileri sürmüştür. Buradaki özel koruma cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye hakaret suçu için öngörülmüş olan cezanın normal hakaret suçu için öngörülmüş olandan daha ağır bir nitelik taşımasından kaynaklanmaktadır. Öyle ki mahkeme ertelenmiş ya da para cezasına çevrilmiş olsa da basın mensuplarına hakaret sebebiyle ceza verilmesinin demokratik bir toplum içerisinde gerekli bir sınırlama niteliği olarak kabul edilmeyeceğini belirtmiştir. Avrupa konseyi devletlerindeki genel yönelime ve konsey organlarının ifade özgürlüğü alanındaki karar ve tavsiyelerini de değinen mahkeme basın mensuplarının hapis cezası ile cezalandırılmalarının ancak nefret söylemi vakaları gibi istisnai durumlarda sözleşmeye uygun bir şekilde olabileceğini ileri sürmüştür. Mahkeme yakın tarihli bir karar içerisinde bu içtihadın sürdürmüş ve başvurucuya cumhurbaşkanına hakaret suçundan para cezası verilmesini aynı gerekçeyle sözleşmenin ihlali olarak değerlendirmiştir.

“Otegi Mandragon” kararı İspanya kralına hakaret sebebiyle birçok hapis cezasına çarptırılan bir politikacının başvurusunu konu almaktadır. Devlet başkanına üstün bir koruma sağlanmasının monarşiler içerisinde kabul edilmeyeceğini göstermiştir. Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin bu kararı içerisinde İspanya kralı devletin birliğini temsil etmesinin politik tartışmalar içerisinde tarafsız bir konumda yer almasının ve hakem görevi niteliği taşımasının kendisini resmi görevli ile ilgili her türlü eleştiriden muaf tutmayacağını göstermiştir. Bununla birlikte mahkeme İspanyol anayasası uyarınca kralın cezai sorumluluğun mevcut olmamasının bu durumu değiştirmeyeceğini eklemiştir. Kralın cezai sorumsuzluk kralın olası bir kurumsal ya da sembolik sorumluluğunun serbest bir şekilde tartışmasını engellememesi gerekir. Mahkemeye göre bu noktada geçerli olan tek kıstas söz konusu olayın kralın kişi olarak itibar ne saygı çerçevesinde yürütülmesi gerektiğidir. Öyle ki mahkeme tarafsızlık niteliği taşısın veya taşımasın cezai sorumluluk mevcut olsun ya da olmasın sembolik görevler ile donatılmış olsun ya da olmasın cumhuriyetlerde ve monarşilerde hakaret konusunda devlet başkanlarına ayrıcalıklı bir koruma sağlayan her şekilde düzenlemeyi ve uygulamayı Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırı bulunmaktadır.

Şu an mevcut olan demokrasilerin ulaşmış olduğu noktada bu turdan özel düzenlemelerin basın özgürlüğünün ve siyasi ifade özgürlüğünün önünde gereksiz ve ölçüsüz birer engel şeklinde olduğunu ileri süren mahkeme hakarete dair genel hükümlerin devlet başkanlarına yeterli bir koruma sağlayacağını istikrarla savunmaktadır. Öyle ki Avrupa insan hakları Mahkemesi bir anayasa Mahkemesi niteliği taşımamaktadır. Strazburg Mahkemesi bazı istisna taşıyan haller dışında bir insana mevcudiyetinin kendiliğinden bir hak ihlali meydana getireceğine hüküm etmemektedir. Bundan kaynaklı olarak Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırılık söylemi tek başına bir hukuki netice ortaya çıkarmamaktadır. Öyle ki Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırı bir düzenlemeyi esas alan uygulamaların ve kararların aykırılık meydana getirmesi kaçınılmaz bir nitelik taşımaktadır. Bundan kaynaklı olarak bir düzenlemenin Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırı bulunması ile verilmiş olan mesaj net niteliktedir. Benzer düzenlemelerin taraf devletlerin mevzuatlarından çıkarılması gereklilik teşkil etmektedir. Bunu yapması mümkün olabilecek iki organdan biri olan Türkiye büyük millet Meclisi’nin böyle bir gündemi söz konusu değildir.  Anayasa Mahkemesi bu konudaki hükmüne şimdilik aksi yönde verdiği söylenmektedir.

Burada bahsedilmesi gereken bir diğer husus Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhu karşısında anayasanın ruhu ile ilgili olan hususlardır. Onu yasaların bir ruhunun mevcut olup olmadığı eğer böyle bir ruhun mevcudiyeti söz konusu ise hangi şekilde tespit edileceği bunun tespit edilmesi durumu söz konusu olsa dahi bundan kaynaklı bağlayıcı hukuki neticeler çıkarılıp çıkarılmayacağı net değildir. Bununla ilgili olan tartışmalarda tali kurucu iktidarın anayasa değişikliği yaparken tabi olduğu sınırların saptanması bağlamında anayasanın ruhunun objektif bir şekilde tanımlanmayacağını, bundan kaynaklı olarak da anayasanın ruhundan kaynaklandığı söylenen prensiplerin maddi varlığa sahip olmayacağını sunmak mümkündür. Anayasal pratiğin bu iddiayı desteklediğini aktaran yazar, maddi varlıktan yoksun prensiplerin ise hukuki değerden yoksun olduğunu ileri sürmektedir. Öyle ki anayasanın ruhuna pozitif hukuk bağlamında bir geçerlilik tanınmamaktadır. Anayasaların bir ruhunun olmasının yanı sıra bu ruhun objektif olarak tanımlanması ve bundan sonuçlar çıkarılmasının mümkün olmadığı söylenmektedir. Bununla ilgili olarak temel hak ve özgürlüklerin sınırlanması bakımından farklı bir tespit yapmak olası değildir. Anayasanın 13. maddesi içerisinde temel hak ve hürriyetlere getirilecek sınırlamanın anayasanın sözüne ve ruhuna aykırı olmayacağı öngörülmüş olsa dahi bundan bağımsız bir kıstas çıkarmak mümkün olmayacaktır. Öyle ki kanunların anayasaya uygunluk denetimi içerisinde anayasanın ruhu açısından ayriyeten bir değerlendirme yapılmaması olağan bir nitelik taşımaktadır. Öyle ki sözleşmenin ruhu gibi anayasanın ruhu da bir söylemden ibaret olmaktadır. Fakat Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin aksine anayasa Mahkemesi bu kahraman başvurmamasından dolayı söz konusu söylemin içini doldurmak daha güç olmaktadır. Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin içtihattı ile bir karşılaştırma yapma ya elverdiği ölçüde bu karma başvurulması mümkündür. Hak ve özgürlükleri aşırı bir şekilde sınırlandıran ya da devlet organlarına ölçüsüz yetkiler veren veya hukuk devleti ilkesi ile çelişen düzenlemeler uygulamaları ya da durumları neşelendirmek için anayasanın ruhuna aykırı yakıştırması yapılabilir.

Kanunların anayasanın ruhuna aykırı düzenlemelerden kurtulması yasa koyucular ile anayasa Mahkemesi’nin anayasal görevi olmaktadır. Öyle ki Fransa Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin “Eon kararı” içerisinde ifade özgürlüğü ihlali saptanmasının devamını da cumhurbaşkanına hakaret suçunu mevzuattan çıkarmıştır. Bu durumda hakaret karşısında cumhurbaşkanına sağlanmış olan koruma ile kamu görevlilerine tanınan genel koruma eşdeğer olmuştur. Bu karar içerisinde başvurucu cumhurbaşkanına hakaret suçundan para cezasına çarptırılmış olmanın yanı sıra ulusal mahkemeler bu özel düzenlemeye cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye üstün bir koruma sağlayacak şekilde yorumlamamıştır. Orada hukuki sorunu standart hakaret davalarındaki kıstaslara göre çözüme kavuşturmuşlardır. Bu sebeple Avrupa insan hakları Mahkemesi Fransız basın kanunu içerisindeki cumhurbaşkanına hakaret suçunun sözleşmeye aykırılığı üzerinde ayrı bir değerlendirme yapma gereği duymadan başvurucu ile ilgili hükmedilmiş olan para cezasının demokratik bir toplumda gerekli olup olmadığını incelemiştir. Fransa Parlamentosu, Avrupa konseyi içerisinde sus konusu olan genel eğilimin aksine durumda yer almamak amacı ile ilgili maddeyi ceza mevzuatından çıkarmışlardır. Bu bakımdan Avrupa insan hakları sözleşmesinin ruhuna aykırı olan her düzenlemenin otomatik bir şekilde anlıyorsun ruhuna aykırı olup olmayacağı sorunu ortaya çıkmaktadır. Anayasa hukuku çerçevesinde kayıtsız bir şekilde olumlu bir yanıt vermek mümkün nitelikte değildir. Bunun yanı sıra tarafından insan haklarına ilişkin uluslararası sözleşmelerden kaynaklanmış olan bir yükümlülük olarak anayasal düzeyde olanların her türlü ulusal düzenlemenin söz konusu sözleşmeler ile uyum içerisinde olması gerektiği nettir.

Aferin hakları Mahkemesi bir iç hukuk kuralının Avrupa insan hakları Sözleşmesi‘ne uygunluğunu denetledi sırada bu kuralın iç hukuktaki normlar hiyerarşisinin neresinde olduğuna bakmamaktadır. Avrupa insan hakları Sözleşmesi‘ne aykırı bir normun anayasaya uygun olması durumunda ulusal ve uluslararası hukuk düzenleri arasında bir çelişki meydana gelecek ve bu çelişki uluslararası düzeyde hak ihlali ortaya çıkarabilecektir. Öyle ki bu ihlallerin önlenebilmesi bakımından normun mevzuattan çıkarılması hukuki güvenlik açısından etkili bir nitelik taşımaktadır. Böyle bir durumun söz konusu olmaması halinde ikinci bir çözüm olarak Avrupa insan hakları Sözleşmesi‘ne uygun yorum seçeneğe gündeme gelebilmektedir. Onu yasa Mahkemesi Avrupa insan hakları Sözleşmesi‘ne aykırı normu iptal etmek yerine bu normu Avrupa insan hakları Mahkemesi içtihadı ile uyumlu bir şekilde yorumlamak suretiyle uygulayıcılara yol gösterme seçeneğini benimsemiş olmaktadır. Bu halde Avrupa insan hakları Mahkemesi kurularak norm denetimi yapmadığı için ihlal kararı vermesi mümkün olmayacak önüne gelmiş olan somut vakalarda ki mahkeme kararlarını kendi içtihadı içerisinde inceleyecektir. Söz konusu incelemenin içerisinde devlet başkanına ayrıcalıklı bir koruma verilip verilmediğini önem teşkil eden bir soru olarak yer alacaktır. Ayrıcalıklı bir kuruma mevcut olduğu saptandığı takdirde ifade özgürlüğünün ihlal edildiği sonucuna ulaşılır. Bunun saptanmadığı hallerde ise standart hakaret davalarında kullanılmış olan ölçüler dışında başvuru karara bağlanır.

Cumhurbaşkanına hakaret suçu davası için İzmir’de ceza avukatı İdil Su Aydın ile görüşmek için bizi arayabilir ve randevu alabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir