Tefecilik Suçu ve Cezası

Tefecilik Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunu 241. maddesinde tefecilik suçu düzenlenmiştir. Kazanç elde etmek amacıyla bir başkasına ödünç para veren kişi, iki yıldan altı yıla kadar hapis ve 500 günden 5000 güne kadar adli para cezasına çarptırılır. Söz konusu suçun bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmesi durumunda verilecek olan ceza bir kat artırılır.

Sözlük anlamıyla tefecilik el altından yüksek faiz ile ödünç para verilmesi, faizcilik, murabahacılık olarak tanımlanır. Eski Türk ceza kanunu olan 765 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde tefecilik suçunu yer verilmemiştir. Hukukumuzda tefeciliğin suç olduğu ilk olarak 1933 tarihli 2279 sayılı ödünç para verme işleri kanunu ile anlaşılmıştır.

2279 sayılı kanunun 17. maddesi içerisinde düzenlendiği üzere tefecilik eden kişiler bir aydan bir seneye kadar hapsi ve 500 TL’den 10.000 TL’ye kadar ağır para cezasına mahkûm edilir. Bununla birlikte iki seneden beşine kadar ama hizmetlerinden memnuniyetlerine karar kılınır. Söz konusu cezalar tescil edilemezler. Bu madde içerisinde tefecilik hususu kanunun birinci maddesinde belirtildiği gibi ilgili mevzuatlara göre yetkili kılınmış olan kuruluşların haricinde faizden para kazanmak amacıyla ödünç para verme işlemleri ile uğraşılması bir gereklilik teşkil eden ruhsatı almadan menkul kıymetlerin satışına dair aracılık niteliği taşıması olarak tanımlanmıştır. 1983 yılında yürürlüğe konulmuş olan 1983 tarihli ve 90 numaralı ödünç para verme işleri hakkında kanun hükmünde kararname ile 1933 tarihli ve 2279 sayılı kanun yürürlükten kaldırılmıştır. Fakat tefecilik suçunun tanımlanmış olduğu 15. maddenin kanun hükmünde kararnamenin kanunlaşması ile birlikte yürürlüğe gireceği bu tarihe kadar 2279 sayılı kanunun cezai yaptırımını düzenlemiş olan 17. maddesinin yürürlüğe ürünün sürdürüleceği belirtilmiştir. Bu kanun hükmünde kararnamenin kanunlaşmamasından dolayı 2279 sayılı kanunun 17. maddesi, 5237 sayılı Türk ceza kanunun 1 Haziran 2005 tarihinde yürürlüğe girmesine kadar uygulama bulmuştur.

1 Haziran 2005 tarihinde 5230 Türk ceza kanunu yürürlüğe girmiştir. Kanun koyucu tefecilik suçunu bu kanun 241. maddesi içerisinde düzenlemiştir. Söz konusu düzenleme sonradan yürürlüğe giren kanundan kaynaklı olarak 2279 sayılı kanunun 17. maddesinin yürürlükten kaldırmıştır. Öyle ki mevcut kanuni düzenleme içerisindeki hükümlere göre tefecilik kazanç elde etmek amacıyla bir başkasına boş vermek olarak kabul görmektedir.

Tefecilik Suçu ile Korunan Hukuki Değer Nedir?

Tefecilik suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun ikinci kitabının topluma karşı suçlar başlıklı üçüncü kısmını ekonomi, Sanayi ve ticaret ilişkin suçlar başlıklı dokuzuncu bölümünde yer almaktadır. Tefecilik suçun düzenlenmiş olduğu yer göz önünde bulundurulduğunda kanun koyucunun bu suçu kaleme almak suretiyle korumak istediği hukuki değer, ekonomik düzenin işleyişine ve güvenliğinin sağlanması oldu söylenebilir. Bununla birlikte ekonominin istikrar için faiz politikalarının devletler tarafından belirlenmesi ve sürecin sadece devletin kontrolünde olması gereklilik teşkil etmektedir. Aksi durumda tefeciliğin yaygınlaşması, ekonomik sistemde devlet politikalarını uygun olmayan faiz oranlarının meydana gelmesine neden olacak ve söz konusu durum devletin ekonomik istikrarının korunmasının önüne geçecektir. Tefecilik düşünen bir bakımdan toplumun çıkarlarını ve ekonomik düzeni korumanın yanında biriyle koruduğunu söylemek gerekir. Öyle ki devletin vermiş olduğu kuruluşlar aracılığı ile devletin belirlemiş olduğu faiz oranları üzerinden ödünç para alma olanağı söz konusudur. Fakat bu kurum ve kuruluşlar ödünç para verdikleri sırada bireyin geçmişten o güne kadar olan ekonomik durumunu değerlendirmenin yanı sıra bunun neticesinde kredinin kısmen ya da tamamen verilmesine veya verilmemesine karar kılmaktadır.

Bir kişinin bir şekilde içinde bulunmuş olduğu zor durumdan faydalanmak suretiyle yüksek faizli ödünç para verilmesi, bireyin içerisinden çıkması mümkün olmayacak derinlikte ekonomik zorla düşmesine neden olabilmektedir. Böylece içinde bulunmuş olduğu çaresizliğin kullanılması suretiyle faiz ile ödünç para verilmesi ve kişinin çıkmaza sokulmasını da engelleniyor olması gereklilik teşkil eder. Bu yüzden tefecilik suç ile korunmak istenen hukuku değerlerden bir diğeri bireysel çıkarlardır. Burada altını çizmek gerekir ki tefecilik suçunun kandil günlerinde düzenlenmiş olduğu yerin, topluma karşı suçlar başlıklı kısım olmasından kaynaklı olarak kanun koyucunun suç açısından korumak istediği asıl hukuku değerini serbest rekabet işleyişi ve ekonomik hayatın güvenilirliği, bireyin çıkarlarının korunması amacının ikinci nitelikte olduğunu ileri sürülmesidir.

Tefecilik Suçunun Maddi Unsurları Nelerdir?

Suçun Konusu

Kanun hükümleri içerisinde kazanç elde etmek amacı ile bir başkasına borç vermek olarak ifade edilen tefecilik suçunun konusunu para oluşturmaktadır. Para sözlük içerisinde denetçi bastırılmış ulan üzerine değeri yazılı kâğıt ya da metalden ödeme aracı olarak karşımıza çıkar. Bununla birlikte malların değiştirilmesini aracılık eden genel eşdeğer anlamlarını da taşımaktaysa da paranın anlaşılmış tek bir tanımının olmadığını ileri sürülmektedir. Bunun yanı sıra doktor içerisinde paranın genel tanımı, belirli bir mal ya da hizmetin bedelinin ya da borçların ödenmesinde kullanmış onu ama genel olarak kabul gören en yaygın araç olarak ifade edilir.

Paranın fonksiyonlara genel kabul edilmiş görüşe göre dört tanedir. Bunların birincisi mal ve hizmetlerin satın alınmasında bir değişim aracı olmasıdır. Tarihte ilk olarak trampa şeklinde ifade edilmiş olan ve malın mal ile değiştiririz şeklinde bir form niteliği taşırmışsa da, paranın devreye girmesiyle mallarına el değiştirmesi kolay hale getirilmiştir. Paranın ikinci fonksiyonu, hesap ve değer birimi olmasıdır. Bu husus meydana gelen mal ve hizmetlerin değerlerinin para ile ölçülmesi olarak anlaşılmakta mal ve hizmetlerin belirli bir birim karşılığı paraya ise fiyat denilmektedir. Mal ve hizmetlerin para ile ölçülmesine mümkün olmasa bireyin satın almak istemiş olduğu mal ya da hizmetin muadilleri ile karşılaştırma imkânı da meydana getirmektedir. Bu husus paranın bugün kabul görmüş olan ödeme aracı olmasında büyük bir öneme sahip olmaktadır. Paranın üçüncü fonksiyonu, tasarruf aracı olmasından kaynaklanmaktadır. Buna göre bireylerin parayı tasarruf aracı olarak kullanmasının en önem teşkil eden nedeni paranın kendisinin bir ödeme niteliği taşıması ve paranın kullanılması için bir başka şeyi dönüştürülmesini gereklilik taşımamasıdır. Paranın son fonksiyonu iktisat politikası aracı niteliği taşımasıdır. Öyle ki devletler, para arzı ve faiz oranının kontrolünün sağlanmasıyla iktisat politikalarını meydana getirmektedirler.

Paranın şimdiki haline gelmesine kadar birçok farklı forma bürünmüş, gelişerek ve değişmek suretiyle bugüne kadar gelmiş olmasından bahsedebiliriz. Bugün bile gelişen teknolojinin yanı sıra para değişimine ve gelişimi devam ediyor olmaktadır. Öyle ki para malların değişimi şeklinde başlayan süreçte, bir emtia olarak deniz kabuğu, fildişi gibi farklı formlara bürünmüş nitelik taşımış altın ve gümüş gibi paralar genel olarak kullanıma tabi olmuş devamında altın ve gümüş yerine geçen ve karşılığı altın olarak banknotlara dönmüştür. Sonraki süreçte kullanılan altın karşılığı niteliği taşımayan banknotlar ve madeni paralar söz konusu olmuştur. Böylelikle gelinen noktada fiziksel para yerine, merkezi bankalar tarafından basılmış olan ve devletleri ait nitelik taşıyan para birimlerin temsil eden kaydı paralara dönüş ortaya çıkmıştır. Günümüzde küresel finans sisteminde piyasadaki paraların çok az bir kısmı fiziksel para niteliği taşıyorken geri kalan büyük kısmı kaydı para şeklindedir. Dijital ortam içerisindeki paranın kullanımı da artmıştır. Dijital ortamdaki paranın kullanımının artışının günümüzdeki seviyeye gelmesi paranın kullanımının kaybolacağına dair görüşleri meydana getirmektedir.

Öyle ki paranın fiziksel veya dijital olmasının bir önemi mevcut değildir. Tefecilik suçu açısından ister fiziksel isterse dijital formda verirsin suçu meydana geleceğinin kabul görülmesi gerekli teşkil eder. Bu bakımdan önemli olan husus para ister dijital ister titizlikten şekilde olsun arkasında bir devlet gücü ve güvencesi mevcut olan Türk Lirası, Euro, ABD Doları ve benzeri nitelik taşıyan para birimlerinden olması gereklilik teşkil eder.

Böylece kanunda mevcut olan düzenlemede Türk parası ya da yabancı para ayrımının yapılmamasından kaynaklı olarak tefecilik suçunun konusunu meydana getiren para, Türk Lirası, ABD Doları, Euro ya da herhangi bir yabancı para birimi şeklinde karşımıza çıkabilir. Teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesi ve değişmesi ile karşımıza şifreli mi şeklinde sana paranın bir hali olan kripto para kavramı ortaya çıkmıştır. Üzerinde durulması gerekli teşkil eden Bitcoin başta olmak üzere kripto paraların hukuki özelliklerinin saptanması ve bunlar ile ilgili olarak tefecilik suçunun meydana gelip geçmeyeceğinde üzerinde durulması gerekli teşkil eder. Kripto paraların içerisinde para ifadesi söz konusu olsa da Avrupa Merkez Bankası Bitcoin gibi para birimlerine, ekonomik anlamda para niteliği olarak kabul etmemektedir. Amerika Birleşik Devletleri içerisinde kripto paraların hukuk özelliklerinin emtia olduğu kabul görülmektedir. Öyle ki 2015 yılı itibari ile Amerika Birleşik Devletleri emtia vadeli işlemler Komisyonu Bitcoin ve diğer kripto paraların emtia olduğunu kabul ediyor olmaktadır. Bunun yanı sıra 2018 yılında bir yargılamaya konu olan kripto para kara içerisinde emtia olarak kabul görmüştür. Yine bununla aynı şekilde Kanada maniye dairesi, kripto paraları emtia olarak nitelendirmektedir. Kripto paraların kullanılması yoluyla yapılan ödeme eylemine takas olarak kabul görmektedir.

Bizim Hukukumuzda Bitcoin ya da diğer kripto paraların kullanılmasını yasal olmayan hale getiren ya da bu sistemi tanımış olan veya kullanılmasını onaylayan herhangi bir yasal düzenleme mecburiyet söz konusu değildir. Bu açıdan Bitcoin ya da diğer kripto paraların hukuki nitelikleri bakımından bir belirginlik olduğundan bahsetmemiz mümkün değildir. Bankacılık düzenleme ve denetleme kurumu Bitcoine ilişkin yapmış olduğu tek değerlendirme 25 Kasım 2013 tarihli basın açıklaması olarak karşımıza çıkmaktadır. Basın açıklaması içerisinde herhangi bir resmi ya da özel konuş tarafından ihraç edilmesi mümkün olmayan ve karşılığı için güvence verilmemiş olan bir sanal para birimi olarak bilinen Bitcoin, mevcut yapısı ve işleyişi itibari ile kanun kapsamında elektronik para olarak değerlendirilememekte ve bundan kaynaklı olarak kanun çerçevesinde gözetim ve denetim mümkün görülmemektedir denilmek suretiyle Bitcoin sanal para niteliği taşıdığını fakat elektronik para olarak kabul görülmesinin mümkün olmayacağını ileri sürmüştür. Fakat paranın gelişimi ile ilgili süreç dikkate alındığında Bitcoin ve diğer kripto paralar para olarak kabul edilmeseler dahi gelecekte para özelliğine sahip olma olasılıkları mevcuttur. Öyle ki ilk olarak 2018 yılında marshall adaları, Sovareign adlı kripto para resmi bir şekilde para olarak tanımlamıştır. Cumhurbaşkanlığı strateji ve bütçe Başkanlığı tarafından 2019 yılında temmuz ayında yayınlanmış olan 11. kalkınma planının içerisinde ilerde ikimiz içerisinde bir takım gelişmeler yaşanacağı belirtilmiştir.

Amazon Starbucks gibi firmalar da Bitcoin ile ödeme almaya başlamıştır. Bu durum kripto paraların mevcut yeri bakımından önemli olmaktadır.

Ancak şunu söylemek gerekir ki şu anda para olarak kabul görmeyen Bitcoin ve diğer kripto paralar tefecilik suçunun konusunu meydana getirmeyecektir. Öyle ki bir kişinin kazanç sağlamak amacıyla bir Bitcoine bir başka kişiye altı ay sonra fazla bir Bitcoin olarak geri vermesi koşuluyla ödünç vermesi durumunda tefecilik suçunu meydana geldiğinden bahsetmemiz mümkün olmayacaktır. Bununla birlikte kanun hükümleri içerisinde açık bir şekilde para kavramının tercih ediliyor olması nedeniyle paranın haricinde kalan altın, gümüş ve benzeri değerli madenler taşınır ve taşınmaz mallar tefecilik suçunun konusunu meydana getirmeyecektir. Öyle ki belirli bir kazanç elde etmek amacıyla ödünç verilmiş olan altın bilezik, kolye, araba, gayrimenkul tefecilik suçunu ortaya çıkarmayacaktır. Kanun kimleri içerisinde açık bir şekilde para kavramı kullanmış olmasına rağmen doktorun içerisinde farklı bir görüş 5237 sayılı Türk ceza kanununun 198. maddesi içerisinde mevcut olan değerlerin de tefecilik suçunun konusunu meydana getireceğini ileri sürmektedir. Bu görüş içerisinde 5237 sayılı Türk ceza kanunu 198’inci maddesi içerisinde mevcut olan devlet tarafından ihraç edilip de hamiline yazılı bunlar, hisse senetleri, tahliller ve Kuponlar yetkili kurumlarca çıkarılıp kanunen tedavi eden senetler, tahliller ve evrak ile milli ziynet altınları, para hükmünde olmaktadır. Buna göre kanun hükümlerinde açık bir şekilde para kavramı kullanmış olması durumuna rağmen söz konusu görüş buradan kaynaklanmaktadır.

Böyle bir düzenlemeye konu teşkil eden madde metin içerisinde ifade edilmiş olan değerler para niteliği taşımasalardı paraya eşit kabul görülmektedirler. Bu bakımdan sorulacak soru ceza kanunun özel hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan ve sadece parada sahtecilik suçu ile bağlantılı bir şekilde kaleme alınmış olan düzenlemenin 241. madde içerisinde yaralan tefecilik suçu açısından geçerli olup olmayacağı ile ilgilidir. Söz konusu değerlerin tefecilik suçunun konusu olması gerektiğini ileri süren görüş içerisinde her ne kadar bu düzenleme özel hükümler içerisinde belirli bir suç açısından ortaya konulmuş olsa da para kavramının anlamını ve kapsamının saptanmasında yardımcı olacağı ileri sürülmektedir. Böylece söz konusu görüşe göre 5237 sayılı Türk ceza kanununun 198. maddesi hükmü içerisinde mevcut olan para hükmünde sayılacağından tefecilik suçunun konusunu meydana getirebilecektir. Bu açıdan milli ziynet altınlarının ya da maddemesin içerisinde mevcut olan diğer değerlerin kazanç elde etmek amacıyla bir başka kişiye ödünç verilmesinin tefecilik suçunu meydana getireceği kabul görülmektedir.

Öyle ki tefecilik suçu açısından paranın haricinde yer alan bir ekonomik değerin kazanç elde etmek amacıyla ödünç verilmesi durumunda tefecilik suçu ortaya çıkmayacaktır. Aksi bir durumun kabulü suçla ve cezada kanunilik ilkesine aykırılık teşkil edecektir. Ortaya konulmuş olan görüş açısından para kavramının geniş bir şekilde yorumlanıyor olması neticesi 198. madde hükmü içerisinde mevcut olan değerlerin tefecilik suçunu meydana getirdiği ileri sürülmektedir. Burada şunun üzerinde durulması gerekir ki doktorun içerisinde mevcut olan bu yorum kıyasa neden olmaktadır. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunun özel günleri içerisinde mevcut öneme sadece parada sahtecilik suçu açısından özel bir hüküm niteliği taşıyan 198. maddenin diğer suç tipleri açısından uygulanması kanunilik ilkesinin geçerlilik teşkil ettiği bir sistemde doğru olmayacaktır. Böyle yasa kanun koyucunun para kavramının tefecilik suçu açısından 5237 sayılı Türk ceza kanununun 198. maddesi içerisindeki geniş şekliyle kabul etmesi durumunda 5237 sayılı Türk ceza kanununun 241. maddesi içerisinde buna benzer bir düzenleme yapması gereklilik teşkil eder. Yalnızca parada sahtecilik açısından öngörülmüş olan bu düzenlemenin tefecilik açısından da geçerli olduğunu kabul edilmesi kıyas niteliği taşımaktadır. Kıyas ise bilinmiş olduğu üzere hukukumuz içerisinde yasak olup bu şekilde bir yorum faaliyetinin yapılması kanunilik ilkesine aykırılık teşkil edecektir.

Fail

5237 sayılı Türk ceza kanunu içerisinde tefecilik suçunu tanımında faile ilişkin olarak özel bir vasıftan açık bir şekilde söz edilmemiştir. Bu yüzden tefecilik yapan her kişi bu suçun faili konumunda yer alan kişi olabilmektedir. Doktrin içerisinde tefecilik ilişkisine bir tarafta ödünç para veren diğer tarafta ise bunu alan iki kişinin mevcut olduğu düşüncesinden hareketle bu suçun çok faili bir suç tipi olduğu fakat benimsenmiş olan suç Siyaseti gereğince yalnızca ödünç para veren aktif suçun faili konumunda yer alan kişinin cezalandırıldığı ileri sürülmektedir. İçinde bulunmuş olduğu ekonomik zorluklar sebebi ile olan kredi ilişkisine göre oldukça olumsuz koşullarda borç almak zorunda olan ve ekonomik bir şekilde sömürülen kişinin hukuka aykırı bir zeminde mevcut olduğu ve tefecilik suçu ile korunan o koku değeri zarar verdiği söylenmesi mümkün olamayacaktır. Tefecilik ilişkisi içerisinde pasif al konumunda yer alan kişi olarak kabul edilmesi isabetli nitelikte olmamaktadır. Suç bir tüzel kişinin faaliyeti çerçevesi içerisinde işlenmiş nitelikte ise tüzel kişi suçun faili konumunda olmayacaktır. Bunun sebebi 5237 sayılı Türk ceza kanunun 20. maddesinde kaynaklanmaktadır. Tüzel kişilere bundan kaynaklı olarak para cezası da verilemez. Fakat diğer koşulların mevcut olması durumunda tüzel kişilere özgü güvenlik tedbirlerinin uygulanacağından bahsetmemiz mümkündür.

Mağdur

5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan tefecilik suçunun geniş anlamda mağduru konumunda yerin un kişi ticari yaşamındaki öneminin normal koşulları çerçevesinde işlenmesinde faydası olan her kişidir. Suçun doğrudan mağduru konumunda yer alan kişi faiz karşılığı borçlu olan ya da almak zorunda kalan kişi olarak karşımıza çıkar. Tefecilik ilişkisi içerisinde ödünç para alan kişinin suçun faili niteliğinde olan kişi ve dolayısıyla suç olup olamayacağı yönündeki görüşe iştirak etmek mümkün olmayacaktır. Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişinin vermiş olduğu üç parayı alan kişi iradi bir şekilde bu eylemin bir tarafı olmaktadır. Ancak buna içinde bulunmuş olduğum mali nedenler sebebiyle katlanmaktadır. Böylece söz konusu suçun doğrudan mağduru bahsettiğimiz şekilde sebeplerle normal kredi ya da finans kurumlarından para temin edemeyen ve bu sebeple genellikle yüksek faiz ile ve ekonomik açıdan olumsuz koşullarda ödünç paralan gerçek anlamda zarar gören kişi olmaktadır. Kanun koyucu izlemiş olduğu suç politikası nedeniyle ödünç para alan kişi cezalandırılmadığına göre söz konusu kişinin mağdur olarak kabul edilmesi açıktır. Tüzel kişilerin suçun mağduru konumunda yorulan kişi olmasına mümkün olmaması nedeniyle devlet suçun mağduru niteliği taşıyamaz. Fakat tefecilik eylemi sebebiyle vergi kaybına uğraması finans sisteminin bozulması zarar görmesi ya da böyle bir tehlikeye maruz kalması halinde suçtan zarar gören konumunda olmaktadır. Yargıtay son zamanlarda söz konusu uygulamalarında faiz ile boş alan kişiye suçun mağduru olarak kabul görmekte ise de bazı kararlar içerisinde söz konusu kişilere suçtan zarar gören olarak kabul etmektedir.

Fiil

5237 sayılı Türk ceza kanunun tefecilik suçunu düzenleyen maddesinde suç unsuru olarak yer alan eylem kazanç elde etmek amacı ile başkasının ödünç para vermektir. Genel bakımdan ödünç verme belirli bir süre sonra geri ödemek koşuluyla bir başkasına para ya da mal verme olarak karşımıza çıkar. Veyahut geri alınmak ve belirli bir süre için verilmek istenen ödünç para niteliklerini taşır. Söz konusu suç bakımından tipik olan eylem maddi kazanç elde etmek amacı ile belirli bir vadeye bağlı olarak bir miktar paranın verilmesidir. Fakat maddi hüküm içerisindeki tanım ile ödünç para vermenin sözlük anlamı tefecilik suçunu meydana gelmesine vücut vermeye elverişli olmamaktadır. Çünkü burada cezalandırılmak istenen eylem yalnızca ödünç para verme değildir. Burada söz konusu durum tefecilik yapmaktır. Söz konusu halde tipik bir eksik ceza normu niteliği taşıyan bu suçun meydana gelmesi için tefecilik şeklindeki madde başlığı değerlendirilerek ödünç para verme hakkında iş ve işlemler içerisinde tefecilik eylemini tanımlayan ve sınırlayan 90 sayılı kanun hükmünde kararnamenin göz önünde bulundurulması gerekir. Bununla birlikte 6098 sayılı Türk Borçlar kanununda göz önünde bulundurulması gereklilik teşkil eder. Tefecilik suçuna baktığımızda kelime olarak Tefecinin işi, faizcilik Niteliği taşıyan aracı kurumların haricinde yer alan kişiler tarafından yasal faiz oranının üzerinde bir faiz oranında boş verme olarak tanımlanmış olan Tefecinin bağlayıcı tanımı 90 sayılı kanun hükmünde kararname de yapılmıştır. Öyle ki söz konusu kanuni günde kararname hükümlerine göre devamlı ve mutat Meslek durumunda faiz ya da farklı isimlerle bir ivaz karşılığı ya da ipotek almak yolu ile ödünç para verme işleriyle uğraşan ya da ödünç para verme işlerine aracılık da bulunan ve kendilerinin faaliyet izni verilmiş olan gerçek kişilerin faaliyeti İkrazatçılık yapmak üzere izin alınma durumu söz konusu olmadan faizi da her ne isimli olursa olsun bir ivaz karşılığı ya da ipotek almak suretiyle ödünç para verme işlemlerinin yapılması ya da bu işlerin meslek olarak edinilmesi ve kanun hükmünde kararname yarınki alınmış olan irkazatıcılık izni iptal edildiği durumda ödünç para verme işlerine devam edilmesi ise tefecilik olarak nitelendirilmeye tabi tutulmuştur. Burada belirtilmesi gereken durum tefeciliğin bu teknik anlamı 90 sayılı kanun hükmünde kararnamenin yürürlükte olduğu tarihe kadar bağlayıcı nitelik taşıdığı gibi bir terim olarak hukukumuz içerisinde mevcut olduğundan bu tarihten sonuçların eylemler bakımından da geçerlilik teşkil etmektedir. Tefeciliğin açıklanmış olan tanımla içeri değerlendirildiğinde suç tanımında mevcut olmasa da ihtiyati nitelikte bir suç olup oluşumu için faili tarafından meslek edilmesi zorunluluk teşkil etmektedir. Öyle ki bir işin meslek olarak edilmesinden bahsedilmenin mümkün olabilmesi için bir kişi birçok kez ya da birden fazla kişiye sürekli şekilde ödünç para verilmiş olması zorunluluk teşkil eder. Amacı ne olursa olsun bir kişiye yalnızca bir kez ödünç para vermenin bu suçu meydana getirdiğinden bahsetmek mümkün olmaz. Yargıtay’ın vermiş olduğu kararlarda kazanç elde etmek amacının ispati içerisinde suçu meydana gelmesini engelleyen ek bir unsur olarak arada gerçek ya da olan bir ticari alışverişini söz konusu olması ya da yakın akrabalık ilişkisi gibi hususlar sustuğum içerisindeki belirsizliği gidermeye ve sınırlarının daraltmaya dair pratik faydaları olan fakat hukuki dayanağı söz konusu olmayan argümanlar Olarak karşımıza çıkar. Çünkü tefecilik suçunun kenar başlığı ile birlikte yasal tanımı ilgili mevzuat hükümleri içerisindeki düzenlemeler ve gerekse tefecilik terim olarak anlamı değerlendirildiğini suçu meydana gelmesi için aranması gerekli kazanç elde etmek için, belirli bir vadeye bağlı olarak, fahiş orandaki bir faizle ve sistematik şekilde borç vermek olarak karşımıza çıkmaktadır. Suçun yorumlanması ve uygulanmasında bu unsurların değerlendirmemesi halinde ticari nitelik köşesini taşımasın günlük yaşamda iki kişi arasında mevcut olan bir para alışverişi bile suç kapsamı içerisinde olabilmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir