Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Suçu

Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik veya Aşağılama Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun kamu barışına karşı suçlar başlıklı beşinci bölümünün 216. maddesinde halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu düzenlenmiştir. Kanun hükmüne göre halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ya da bölge bakımından farklı niteliklere sahip bir kesimine, diğer bir kesimi aleyhine kin ve düşmanlığı açıkça tahrik eden kimsenin, bundan kaynaklı olarak kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlikenin meydana gelmesi durumunda bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması gerekir. Halkın bir kesimine, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep, cinsiyet ya da bölge farklılığını dayanmak suretiyle açıkça aşağılayan kişi altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Halkın bir kesiminin benimsemiş olduğu dini değerleri açıkça aşağılayan kişi, eyleminin kamu barışını bozmaya elverişli olması durumunda altı aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılır.

Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçunda Korunan Ve Hukuki Değer Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunu 216. maddesinde düzenlenmiş olan halkı kin ve düşmanlığı tahrik ya da aşağılama suçunun gerekçesinde, mevcut olan düzenlemenin, ifade özgürlüğü açısından bireylerin düşündüklerini özgür bir ortamda söylemelerinin, demokratik bir toplumun mevcudiyeti bakımından zorunlu nitelikteki unsurlardan sayıldığı dikkate alınarak düzenlendiği vurgulanmıştır. Öyle ki ifade özgürlüğünün sınırlanıyor olması ile alakalı bir şekilde söz konusu düzenlemenin getirilmesi kamu barışının korunmak istenmesinden meydana gelmektedir. Altını çizmek gerekir ki her ne kadar ifade özgürlüğü sınırsız bir niteliğe sahip olsa da, bu düzenleme de ulaştırılması üzerine, kamu barışı şeklinde hukuksal değerin korunması amacıyla sınırlamaya maruz kaldığını söylememiz mümkündür. Korunan hukuksal değerin kamu barışın niteliği taşıdığı, maddenin 5237 sayılı Türk ceza kanunu içerisindeki mevcut bölüm başlığının dikkate alınması suretiyle anlaşılacaktır.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 216. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde düzenlenmiş olan halkın bir kesiminin, sosyal sınıf, din, mezhep, ırk, cinsiyet ya da bölge farklılığına dayanmak suretiyle açık bir şekilde aşağılanması ve de üçüncü fıkra hükmündeki halkın bir kesiminin Benimsemiş olduğu dini değerlerin açıkça aşağılanması suç tipleri açısından, ayriyeten benzer kişilerin onur, şeref ve saygınlıkları da bu yönüyle korunan hukuksal değeri ortaya çıkarmaktadır. Burada önem teşkil eden durum, hakaret suçundan farklı bir şekilde, tek tek kişilerin şereflerinin yanı sıra hatta daha da ilerisinde kamu barışı şeklinde hukuksal değerin öne çıkarılması gözler önüne serilmektedir. Üçüncü fıkra içerisinde yer alan halkın bir kesiminin benimsemiş olduğu dini değerlerin açıkça aşağılanması suç tipi açısından, dinin veya kişilerin din özgürlüklerinin de muhafaza edilmesi amaçlayan bir hukuksal diğer niteliği taşındı akla gelse de, ağırlıklı bir şekilde mevcut olan görüş yalnızca kamu barışının korunan hukuksal değer olmasıdır.

Halkı Kin ve Düşmanlığa Tahrik Veya Aşağılama Suçundan Unsurlar Nelerdir?

Suçun Maddi Konusu

Suç ile ilgili olarak yapılmış olan düzenlemede farklı suç tiplerine yer verilmiş olmasından kaynaklı olarak, suçun maddi konusu açısından ayrımın yapılması gerekli olmaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 216. maddesinin ilk fıkrasındaki suç tipinin maddi konusunun tespiti hakkında Doktrinde Yer alan görüşlerden birinde konunun kamu barışı olduğu ileri sürülmüştür. Ancak şunu söylenmesi mümkündür ki kamu barışı burada, suçla korunan hukuksal değeri meydana getirmektedir. Önem teşkil eder durum konu ve korunan hukuksal değer, farklı nitelikte hususlardır. Hukuksal değerler, toplum içerisinde ceza hukukunun muhafaza etmek istediği soyut nitelikteki değerlere karşılık gelmektedir. Söz konusu suç düzenlemesi, soyut değerlerin korunması amacıyla mevcut olmaktadır. Fakat konu, suçun maddi unsurları niteliği taşıyan eylemin üzerinde icra edilmiş olduğu kişi ya da şeye karşılık gelmektedir.

Öyle ki 216. maddenin ilk fıkrası içerisinde suçun maddi konusu, sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ya da bölge açısından farklı niteliklere sahip tahrik edilen ya da aleyhi tahrikin yönelmiş olduğu farklı hal kesimleri ortaya çıkmaktadır. Burada tahriki, bir halk kesiminin sayılmış olan mı kendisine göre farklılık arz eden özellikleri sar farklı bir hal kesim aleyhine tahrik edilmesi şeklinde meydana gelmesi gerekli olmaktadır. Böylelikle tahrik bu şekildeki halk kesimler üzerinde meydana gelmesi gerekir.

Halk kesimi ile ifade edilmiş olan husus, mezhep, sosyal sınıf, din, ırk, ya da bölge açısından farklı nitelikleri sayfa, adet ve şahıs olarak belirli bir incelik taşımayan kişi topluluğu olarak karşımıza çıkmaktadır. Fakat halkın tamamı hasta edilmemektedir. Böyle bir durumda farklı özelliklere sahip bir kesimin tahrik edilmiş olması ve aynı şekilde, halkın tamamı aleyhine olmamakla birlikte farklı özelliklere sahip bir kesim aleyhine tahrik yeterlilik teşkil etmektedir. Tahrik, söz konusu şekilde adet bir şahıs olarak belirli olmayan kişi topluluğunun, adedi beşincisi olarak belirli nitelik taşımayan, sosyal sınıf mezhep, din, ırk ya da bölge açısından farklı nitelikleri sahip kişi topluluğu tahriki olarak karşımıza çıkması gerekir. Böyle bir durumu meydana gelmemesi halinde, sosyal sınıf, mezhep, din, ırk ya da bölge açısından farklı niteliklere sahip olmayan kişilerin veya kimlik olarak belirli kişilerin belirli kişilere karşı tahrik edilmesi durumunda konumu meydana gelmemesi sebebiyle bu suç ortaya çıkmayacaktır. Böylece tahriki bu fıkra bakımından suç meydana getirmesi için tahrik edilen ve aleyhinde tahrike maruz kalan halk kesimlerinin farklı nitelikleri mensup kesimler şeklinde onu bilmeleri mümkün olduğu gibi, fıkrada sayılan hususlarda farklı niteliklere sahip olması gerekli olmaktadır. Örneğin Hristiyanlık şeklindeki aynı dine, memurluk şeklindeki aynı sosyal sınıfa, aynı hırka mensup kişilerin birbirine karşı tahrik edilmesi durumunda, konunun meydana gelmesinden kaynaklı olarak suç ortaya çıkmayacaktır. Ayriyeten kimliği belirli olan kişiler arasında tahrik mevcut olması halinde koşulların meydana gelmesi durumu söz konusu olmuş ise, suç azmettirme hükümleri ortaya çıkabilecektir. Halk kesimi ile ifade edilmiş olan topluluğun, kamu barışı şeklindeki hukuksal değer göz önünde bulundurulduğunda, ülke içerisindeki kişiler topluluğu olduğunun kabul edilmesi gerekli olur.

Bir suçun işlenmesi ile suçun konusunun zarara uğratılması veya tehlikeye maruz kalması bakımından suçlar, zarar suçları ya da tehlike suçları olarak farklılık teşkil etmektedir. Madde hükmü içerisinde, tahrikin, kamu güvenliği bakımından açık ve yakın tehlike meydana getirmesi aranmaktadır. Tahrik ile kamu güvenliğinin bozulmuş olması değil, kamu güvenliğinin bozulması ile ilgili olarak açık ve yakın bir tehlikenin meydana gelmesi yeterlilik teşkil eder. Kişinin söz ve davranışlarının, halkın bir kısmı üzerinde tahrik meydana getiren eylemlerin işleneceği ile ilgili olarak duyulan şüpheye haklı kılacak bir etki meydana getirmesi gerekli olmaktadır. Bu bakımdan belirtilmesi gerekir ki, bu suç bir zarar suçun niteliği taşımamaktadır. Çünkü eylemin işlenmesi ile tamamlanmamaktadır. Yöneticinin aranmamış olduğu suçlar zarar suç olarak değerlendirmeye tabi olmaz. Fakat tehlike suçları, bazı hukuksal değerlere aykırılık teşkil eden davranış sebebiyle suçun faili konumunda yer alan kişinin bu suçtan cezalandırılmasını mümkün olması için zararın meydana gelmesinin aranmadığı suçlar olarak karşımıza çıkar.

Önem teşkil eden bir durum, açık ve yakın tehlikenin kamu güvenliğinin korunması bakımından meydana gelmesi aranmanın yanı sıra, suçun konusunun belirtildiği üzere sosyal sınıf, din, mezhep ya da bölge açısından farklı niteliklere sahip halk kesimleri olduğudur. Fakat söz konusu kesimlerin birbirinin diğer aleyhine tahrikiyle bu kesimlerin, bu kesimlerin meydana getirdiği kamunun güvenliği açısından açık ve yakın tehlikenin ile taşıyıp taşımadığını değerlendirilmesi gerekir. Tahrikin, kamu güvenliği bakımından açık ve yakın tehlike halinde somut bir tehlike meydana getirmesi bakımından aranmış olması sebebiyle, bu suç, somut tehlike suçu olarak tanımlanabilmektedir. Somut tehlikenin meydana gelip gelmediği saptanırken, kişinin tahrik meydana getirebilecek özellikteki söz ve davranışlarının ortaya çıkardığı tehlike haline bakılması gereklilik teşkil etmektedir. Kullanılmış olan ifadeler sebebiyle bu tehlikenin meydana gelip gelmediği, buna dair somut dayanak noktaları gösterilmek suretiyle belirlenmesi gerekir. Bu bakımdan kişinin söz ve davranışlarının kamu güvenliğini bozma bakımından açık ve yakın bir tehlike niteliği taşıyıp taşımadığının saptanması gerekir. Açık ve yakın tehlike kriteri bakımından eylemler ile meydana gelen tehlikeli mevcudiyetinin somut olarak belirlenmesi ve bunun yanı sıra söz konusu tehlikeden meydana gelen zararın ortaya çıkması halinin, hemen önlem alınmadı takdirde kesin bir şekilde güncelliğinde ortaya konulması gerekli olmaktadır. Kamu güvenliği bakımından açık ve yakın tehlikenin sebebe, mutlak suretle kişinin tahriki dair hareketleri olmaktadır. Burada sınırlandırılması amaçlanmış olan, sadece düşüncenin ifade edilmesinin ötesinde kamu güvenliğinin Açık ve yakın bir şekilde zararı sonucunu meydana getirebilecek bir eyleme dair tehlike sebebiyet verebilecek olmasıdır.

Somut tehlike suçları içerisinde, icra edilmiş olan kanuni tanımı uygun eylemin suçun konusu bakımından somut bir tehlike ortaya çıkarması, suçun birinin sorunu meydana getirmemektedir. Bu durum bir objektif cezalandırılabilmesi şartını meydana getirir. Söz konusu suçlar da kanuni tanıma uygun eylemin işlenmesi ile bir haksızlık ortaya çıkmakta, haksızlığın meydana gelmesi açısından ortaya çıkarılan eylemin suçun konusu bakımından somut bir tehlikeye neden olması aranmaz. Halkın sosyal sınıf, ırk, mezhep, din ya da bölge açısından farklı niteliklere sahip bir kesimine, farklı bir kesimi lehine kin ve düşmanlığı açık bir şekilde tahrik etmek esasen bir haksızlık ortaya çıkarır. Bu durumun yanı sıra, somut tehlike, burada kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlikeli meydana gelmesi durumunda cezalandırabilme de mümkün olur.

Söz konusu şekilde somut bir tehlike aranmış olması bakımından ifade özgürlüğünün kullanım alanı da geniş bir şekilde bırakılmaya çalışılmıştır. Öyle ki kamu güvenliği bakımından bu şekilde somut bir tehlike mevcut olduğu sürece, bu dişten kaynaklı olarak cezai sorumluluk meydana gelebilecek aksi durumda açık bir şekilde somut tehlike ortaya çıkar mıyım bu tarz düşünce açıklamaları cezalandırılmayarak ifade özgürlüğü bakımından açıklanmış kabul görecektir. Fakat somut bir tehlikenin mevcudiyeti durumunda, ceza hukuku ile ifade özgürlüğüne dair sınırlama devreye girmiş olabilmektedir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 216. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde kişilerin tek tek olarak olmasa da mensup oldukları din, mezhep, sosyal sınıf, cinsiyet, ırk ya da bölge farklılığı açısından şerefleri suçun konusunu meydana getirir. 216. maddenin ilk fıkrasında mevcut olan düzenlemenin aksine ikinci fıkradaki suç tipinin eylemini meydana getiren aşağılama ile kamu güvenliği bakımından açık ve yakın bir tehlikenin meydana gelmiş olması veya üçüncü fıkra içerisinde olduğunun aksine aşağılamanın kamu güvenliğini bozmaya elverişli nitelik taşıması gibi bir koşul aranmamış olmaktadır. Benzer bir aşağılama, suçun meydana gelmesi ve ortaya çıkan suçtan kaynaklı olarak cezalandırma için yeterlilik teşkil etmektedir. Korunan hukuksal değerin ihlal edilmesi yeterli görülmek suretiyle ayriyeten suçun konusu bakımından zarar ya da somut bir tehlikenin ortaya gelmesi de aranmamıştır. Bundan kaynaklı olarak ikinci fıkradaki suçun bir suru tehlike suçu olduğunu söylememiz mümkündür.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 216. maddesinin son fıkrasında aşağılama suç tipinin konusunu halkın bir kesiminin benimsemiş olduğu dini değerler meydana getirmektedir. Bu konu ya din ile ilgili olarak sayılabilecek şeyler girebilmektedir. Tüzel kişilik niteliğinde olan din toplulukların aşağılanmış olması durumunda konunun meydana gelmeyeceğinin kabulü gerekmektedir. Böyle bir aşağılamanın cezalandırılması mümkün olabilmesi için elimin kum burasını bozma elverişli nitelik taşıması gerekir.

Fail

5237 sayılı Türk ceza kanununun kamu barışına karşı suçlar başlıklı beşinci bölümünün 216. maddesinde düzenlenmiş olan halkı kin ve düşmanlığa tahrik veya aşağılama suçu faili unsuru ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Suçun kanuni tanımı içerisinde mevcut olan eylemi bir arada meydana getiren kişiler suçun faili konumunda yer alan kişi olarak sorumlu olurlar. 5137 sayılı Türk ceza kanununun 37. maddesi içerisinde mevcut olan faile dair bu genel tanımın yanı sıra suçun faili konumunda yer alan kişinin kanuni tanım içerisindeki eylemi işleyen kişi olduğunu söylemek mümkündür. Özgü suç olarak nitelendirilmiş olan bazı suç tipleri içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişi bakımından özellik arz eden bir takım hususlar aranmaktadır. Bu aranın özelliklere sahip nitelik taşımayanlar söz konusu suçu açısından suçun faili konumunda yer alan kişi olarak sorumlu tutulmayacaklardır. Fakat şerik olarak sorumluluklarının mevcut olduğunu söylememiz mümkündür.

Halkı kin ve düşmanlığa tahrik eden ya da aşağılama suçunun faili konumunda yer alan kişi açısından herhangi bir özellik söz konusu değildir. Öyle ki eylemi işleyen kişinin özel bir sıfata sahip olması aranmamaktadır. Her kişi bu suçun faili konumunda yer alan kişi olabilir. Bu suç özgü bir sus niteliği taşımamaktadır. Bunun yanı sıra 5237 sayılı Türk ceza kanununun 266. maddesi hükmüne yer alan hususlara göre görevi gereği elinde bulundurmuş olduğu araç ve gereçleri bir suçun işlenmesi esnasında kullanan kamu görevlisi ile ilgili olarak ilgili suçun tanımında kamu görevlisi sıfatı değerlendirilememiş ise verilecek olan ceza üçte bir oranında artırılmaktadır. Kamu görevlisi konumunda olan suçun faili konumunda yer alan kişi ile ilgili olarak bu hüküm de mevcut olan unsurların meydana gelmesi durumunda söz konusu fıkra hükmü uygulama alanı bulur. Bir diğer yandan suçun faili konumunda yer alan kişi gerçek kişidir. Tüzel kişinin faydasına suç işlemesi durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi düzel kişilik yararına suç işleyen gerçek kişi olarak karşımıza çıkar. Böylelikle 5237 sayılı Türk ceza kanunun 216. maddesinin fıkrası içerisinde mevcut olan suç tipi açısından suçun faili konumunda yer alan kişi halkın sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ya da bölge bakımından farklı niteliklere sahip bir kesimini diğer bir kesim aleyhine kin ve düşmanlığa alenen tahrik eden kişi olarak karşımıza çıkar. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 216. maddesinin ikinci fıkrası açısından halkın bir kesimine sosyal sınıf, din, ırk, mezhep, cinsiyet ya da bölge farklılığına dayanmak suretiyle aşağılayan kişi suçun faili konumunda yer alan kişidir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 216. maddesinin üçüncü fıkrasına göre halkın bir kesiminin benimsemiş olduğu dini değerleri açıkça aşağılayan kişi suçun faili konumunda yer alan kişidir.

Öyle ki suçun faili konumunda yer alan kişinin belli bir niteliğe sahip olması toplumun belirli bir kesiminin kin ve düşmanlığa tahrik edilmesi hususu daha etkin bir nitelik taşıyabilir. Belirli bir konumda yer alan kişilerin örneğin ünlü olan kişilerin, siyasi liderlerin söylemlerinin diğer kişileri söylemlerine nazaran daha fazla etkiye sahip olduğunu söylememiz mümkündür. Fakat bu durum suçun işlenmesi amacıyla suçun faili konumunda yer alan kişi bakımından belirli özellik arandığı anlamına gelmez.5237 sayılı Türk ceza kanunun 216. maddesinin ikinci fıkrası açısından tartışma konusu yapılmış olan husus kişinin kendi mensup olduğu gruba karşı aşağılama suçun işlenmesi durumunda suçun faili konumunda yer alan kişi olarak kabul edilip edilmeyeceği olarak karşımıza çıkmaktadır. Birbirinden farklı görüşlerin söz konusu olmasına rağmen aynı grup içerisinde yer alınsa bile toplum içerisinde sosyal sınıf, ırk, din, mezhep cinsiyet ya da bölge farklılıklarına dayanmak suretiyle ayrılması mümkün olan halkın bir kesimine karşı açıkça aşağılama suç işlemiş olduğu durumda suçun faili konumunda yer alan kişi olarak sorumluluğun meydana gelmesinin gerekli olduğunu söylememiz mümkündür. Bu bakımdan 5237 sayılı Türk ceza kanununun 216. maddesinin üçüncü fıkrası içerisinde mevcut olan aşağılama eğilimine işleyen kişi kendini almış oldu dini değerleri aşağıladığını da bu suçtan sorumlu olacaktır.

Bu suçun basın yayın yoluyla işlenmesi halinin ayriyeten incelenmesi gerekmektedir. Suç, basın ve yayın yoluyla işlenir ise basın kanununun ilgili düzenlemeleri uygulanması gerekir. Basın ve yayın yoluyla işlenen halkı kin ve düşmanlığa tahrik ya da aşağılama suçu faili konumunda yer alan kişinin tespiti, basın kanununun 11. maddesi hükmüne göre yapılacaktır. Öyle ki süreli yayınlar ve süresiz yayınlar yoluyla işlenen suçlardan eser sahibi sorumluluk altındadır. Bununla birlikte basın kanununun 11. maddesi içerisinde yer alan hükme göre süreli yayınlarda eser sahibinin belli olmaması ya da yayın sırasında ceza ehliyetine sahip olmaması veya yurtdışında olması sebebiyle Türkiye’de yargılanmasına mümkün olmaması ya da verilecek cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan kaynaklı olarak kesin hüküm ile mahkûm olduğu cezaya etki etmemesi durumlarında sorumlu müdür, yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili kişi sorumluluk altında olur. Fakat söz konusu eserin sorumlu müdürün ve sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkilinin karşı çıkması halinde rağmen yayınlanmış olması durumunda bundan kaynaklı olarak sorumluluk iyi anlatan kişiye ait olur. Süresiz yayınlar içerisinde eser sahibinin belli olmaması ya da yayın sırasında ceza ehliyetine sahip olmaması veya yurtdışında bulunuyor olması sebebiyle Türkiye’de yargılanmasına mümkün olmaması ya da verilecek olan cezanın eser sahibinin diğer bir suçtan kaynaklı olarak kesin hükümle mahkûm olduğu cezai etki etmemesi durumlarında yayımcı, iyiyim canım belli olmaması ya da basım sırasında ceza ehliyetine sahip olmaması ya da yurtdışında olması sebebiyle Türkiye’de yargılanmaması durumlarında ise basımcı sorumluluk altındadır.

Basın kanunu içerisinde yaralan düzenlemeden kaynaklı olarak eser sahibinin işlemiş olduğu suçtan duruma göre sorumlu müdür, yayın yönetmeni, genel yayın yönetmeni, editör, basın danışmanı gibi sorumlu müdürün bağlı olduğu yetkili, yayınlatan, yayıncı ya da basıncının sorumluluğu mevcut olacaktır. Fakat bu düzenleme ceza sorumluluğunun Şahsiliği ilkesi ile çatışmasından dolayı anayasaya ve 5237 sayılı Türk ceza kanuna aykırı görülmekle birlikte eleştirilmektedir. Suçun faili konumunda yer alan kişi bir kişi olması mümkün nitelik taşıyabileceği gibi birden fazla kişi de olabilir. Birden fazla faile işlenmesi durumunda suça iştirak hükümlerin uygulama alanı bulacağından bahsetmemiz mümkündür.

Mağdur

5237 sayılı Türk ceza kanununun 216. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan halkı kin ve düşmanlığı tahrik ve aşağılama suçunda mağdur suçun konusunu ait olduğu ya da suç işlemek suretiyle zarar verilen değerin sahibi olan kişi olarak karşımıza çıkmaktadır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişi ve suçtan zarar gören aynı kişi olabileceği gibi farklı kişiler olarak karşımıza çıkabilir. Mağdur aynı zamanda suçun işlenmesinden kaynaklı olarak zarar gören kişidir. Ancak suçtan zarar gören her zaman mağdur niteliği taşımayabilir. Diğer yandan suçun mağduru ancak gerçek kişiler olabilmektedir. Bunun yanı sıra kişi toplulukların suçun mağdur olmayacağı ileri sürülmektedir. Tüzel kişilerde işlem şu an suçtan kaynaklı olarak mağdur konumunda yer almamaktadır. Suçtan zarar gören niteliği taşıyabilirler. Alman kanununa göre yalnızca Almanya’da alman Vatandaşı olarak yaşayan kişiler mağdur olarak kabul edilebilecektir. Buna karşılık tüzel kişilik millet içerisindeki topluluklar mağdur niteliği taşımayacaktır. Ancak saldırıya uğraması durumunuz söz konusu olması halinde bir grubun temsilcisi niteliği taşıyan kişi suçun mağduru konumunda yer alabilir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 216. maddesinin ilk fıkrası içerisinde sosyal sınıf, ırk, din, mezhep ya da bölge bakımından farklı niteliklere sahip olan ve kin ve düşmanlığı açıkça tahrik edilen halkı isminle söz edilmesi mümkün olabilmektedir. Burada bahsedilmiş onun hal kesilmeyen belirli bir sayı ulaşması ve toplum açısından belirli bir önemi olması gerekmektedir. Öyle ki tahrik eyleminin yöneldi halk eğitime belirli özellikleri ile ayrılabilen ve çok az sayıda olmayan bir çoğunluğu karşılamaktadır. Fakat tahrik edilen halk kesiminin suçun mağduru niteliği taşıdığı ileri sürülse bile mağdur toplumu oluşturan her kişi oluşturmaktadır. Kamu barışının kurulmuş olduğu bu suçun mağduru tahrik eylemi belirli bir halk kesimi aleyhine yapılmış olsa bile belirtilmiş olan halk kesimi ile genel olarak tüm toplum olarak karşımıza çıkmaktadır.

765 sayılı eski Türk ceza kanununda mevcut olan halkın bir kısmını tahkir suçundan mevcut olan halk kesimine dair belirleme yapılmamıştır. Herhangi bir özelliğiyle farklı nitelik taşıyan hal kesin olması yeterli olmaktadır. Böylelikle toplum içerisinde farklı özelliklere sahip olan grubun mağdur olduğu kabul görülmektedir. Buna gerekçe olarak aleniyet koşulunun aramaması ileri sürülmektedir. Öyle ki bu kanun dönem içerisinde halkın bir kısmının suçun doğrudan mağduru, kamunun ise dolaylı mağdur oldu ileri sürülmüştür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 216. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde sosyal sınıf, din, mezhep, ırk, cinsiyet ya da bölge farklılığını dayanmak suretiyle açıkça aşağılanan herkes mevcut olmaktadır. Aşağılama eyleminin yönelmiş olduğu hal kesiminin, bu suçun mağduru konumunda yer alan kişi olduğu ileri sürülür. Bunun yanı sıra sosyal sınıf, din, ırk, cinsiyet, mezhep ya da bölge farklılığına dayanmak suretiyle açıkça aşağıdan hal kesiminin doğrudan mağdur, tüm toplumun ise dolaylı mağdur olduğunu söylemek mümkündür. Fakat halk kesim olarak ifade edilmiş olan insan topluluğu belirsiz sayıda olmaktadır. Bu şekilde insan topluluğu aşağılanmak suretiyle aslında tüm topluma yönelik suç işleniyor olmaktadır. Suçun yönelmiş olduğu halk kesiminin suçtan daha fazla etkilenmiş olması mevcut olabilmektedir. Fakat bu suç ile kamburunu korunması amaçlanıyor olmaktadır. Bu yüzden suçun mağduru konumunda yer alan kişinin söz konusu hal kesimi ile birlikte tüm toplum oldu kabul edilmesi gerekir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir