Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması Suçu

5237 sayılı Türk ceza kanununun 209. maddesi içerisinde açığa imzanın kötüye kullanılması suçu düzenleme bulmuştur. Maddenin bu hükmüne göre belirli bir tarzda doldurulup kullanılmak üzere kendisine teslim edilmiş olan imzalı ve kısmen ya da tamamıyla boş bir kâğıdı, verilme sebebinden farklı bir durumda dolduran kişi, şikâyet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılması gerekir.

Açığa imzanın kötüye kullanılmasını düzenleyen maddenin ikinci fıkrasına göre imzalı ve kısmen ya da tamamen boş bir kâğıda hukuka aykırı bir şekilde ele geçirip ya da elde bulundurup da hukuki sonuç meydana getirecek şekilde dolduran kişi belgede sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılması gerekir.

Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması Suçu Nedir?

Açığa imzanın kötüye kullanılması suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun 209. maddesi içerisinde düzenleme bulmuş olan bir suçtur. Bu madde hükmü içerisinde açığa atılmış olan imzanın kötüye kullanılıyor olması suçu mevcuttur. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 209. maddesinin birinci maddesi içerisinde belirli bir tarzda doldurulması mümkün olup kullanılmak amacıyla kendisine verilmiş olan imzalı ve kısmen ya da tamamen boş bir kâğıda bu kişiye verilme sebebinden farklı bir neden ile dolduran kişi, şikâyet üzerine, üç aydan bir yıla kadar hapis cezasına çarptırılacaktır. Bahsetmiş olduğumuz bu suçun soruşturulması ve kavuşturulması şikâyete tabi olmaktadır. Ancak 5237 sayılı Türk ceza kanununun 209. maddesinin ikinci fıkrası içerisinde yer alan hükme göre imzalı ve kısmen ya da tamamen boş bir kâğıda hukuka aykırı bir şekilde ele geçirip ya da elde bulundurup da hukuki netice meydana getirecek şekilde dolduran kişi, belge de sahtecilik hükümlerine göre cezalandırılır. 209. maddenin birinci fıkrası içerisinde yer alan düzenlemeden farklı bir şekilde bu maddenin ikinci fıkrasında öngörülen şu an suç tipi ne şikâyet koşulu istenmemiştir. Öyle ki bu hüküm içerisindeki farklı suçtu bir düzenleme bulmuş bunlardan birincisinde kısmen ya da tamamen boş bir kâğıdın imza sahibinin isteğine uygun bir şekilde olmayarak verilme amacından farklı doldurulması cezalandırılmaktadır. İkinci fıkrada ise hukuka aykırı bir şekilde ele geçirilmiş ya da elde bulundurulan tamamen ya da kısmen boş bir kâğıdın doldurulması cezalandırılıyor olmaktadır.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 209. maddesinde düzenlenmiş olan açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun hukuki konusu, suç tarafından ihlal edilmiş olan hukuki varlık ya da menfaat olmaktadır. Bahsetmiş olduğumuz bir varlık ya da menfaat suçtan meydana gelen zarardan etkilenen kişiye ya da kişi topluluklarına ait olmaktadır. Açığa imzanın kötüye kullanılması suçla tek bir hukuksal faydanın korunmasının amaçlanması mümkün olabileceği gibi birden çok menfaatin korunması da amaçlanabilmektedir. Bazı durumlarda suçların kurmuş oldukları hukuksal varlıklar ortak özellik taşımakta kanun koyucu hukuki mevcudiyetin ihlali modellerine göre çeşitli suç grupları meydana getirebilmektedir. Birden fazla hukuksal faydayı koruyan suç tipinin suçların gruplandırılması, kanunun sistematiği bakımından korunmasına amaçladığı menfaatlerden birisine dair suçlar bölümünde düzenlenmesi, diğer hukuksal faydaların korunmadığı anlamına gelmeyecektir. Fakat bir suçun birden çok varlık ya da menfaat ihlal etmesi ve bu varlık ya da menfaatlerin kanun bakımından değerlendirilmiş olması durumlarında bile bunlardan yalnızca birinin sağlamış olduğu korumanın ve dolayısıyla suçun konusunun saptanması bakımından belirleyici varlık ya da menfaat söz konusu olabilmektedir.

Eski Türk ceza kanunumuz olan 765 sayılı Türk ceza kanunun 509. maddesi içerisinde açığa imzanın kötüye kullanılması suçu mala karşı cürümler başlığı altında düzenlenmiştir. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 209. maddesi içerisinde düzenleme bulmuş olan açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun eski kanunda farklı bir yerde düzenlenmesine sebebi Fransız ceza Kanunu’nun etkisidir. Yine eski kanlı günler içerisinde yapılan bu düzenleme eleştiriye tabi olmuştur. Suçun kamu güvenliğini himaye eden sahtekârlık suçları içerisinde yer alması gerektiği öne çıkmıştır. Açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun güveni kötüye kullanma suçu ile kâğıdı imzalayan kimsenin bunu iade edilmek ya da belirli bir şekilde kullanmak üzere suçun faili konumunda yer alan kişi kendiliğinden verip, buna karşılık suçun faili konumunda yer alan kişinin imza sahibinin rıza ve isteğine aykırı bir şekilde kâğıdı doldurup kullanması sebebiyle ilişki söz konusu olmaktadır. Kamunun değil kişinin güvenin sarsılması mevcut olmaktadır. Bunun yanı sıra suçun belgede sahtecilik ile ilgisinin mevcudiyetinin söz konusu olduğu aşikârdır.

Öyle ki faili hem özel veya resmi bir belge meydana getirmekte hem de söz konusu kâğıdı imza sahibinin iradesine aykırı bir şekilde düzenleyerek gerçekleştirmekte ve sahte bir ispat vergisi meydana getirmektedir. Fakat açar imzanın kötüye kullanması suç ile güveni kötüye kullanma suçu arasında bir farkın mevcudiyeti söz konusudur. Açığa imzanın kötüye kullanılması kâğıda hukukçu hükmü haiz bir yazının yazılması ile son bulmaktadır. Güveni kötüye kullanma suçu ise mağdur konumunda yer alan kişinin mali üzerindeki mülkiyet hakkının ortadan kaldırılmasıyla son bulur.

Açığa imzanın kötüye kullanılması suçu eski kanunumuz olan 765 sayılı Türk ceza kanununa yapılan eleştirilerde uygun bir şekilde yeni kanunumuz olan 5237 sayılı Türk ceza kanunda kamu güvenine karşı suçlar başlığı altında düzenleme bulmuştur. Bu suret ile suçla ihlali cezalandırılması amacı konulan menfaat ispat masalarının her türlü sahtecilik mi düzenlemesinden Müstesna olduğuna güvenmekten ibaret olunan kamu güveni şeklinde belirtilmiştir. Topluma ait olan hukuki varlık olarak kamu güveni hukuk düzeninin herhangi bir olayın ispat kabiliyetini tanımış olduğu şeyler ile doğruluk ve gerçekliğin herkes tarafından güvenilmesini emretmiş oldu dış şekil ve emarelerin sahtekârlıktan kurulmuş kanunlarını görmek ve bilmekten ibaret olan menfaat olarak karşımıza çıkmaktadır. Toplum içerisindeki bazı bireyler bazı şeyleri kendiliğinden incelemek zorunlu olmasından kaynaklı olarak bir durum yaratmamaktadır. Öyle ki kişilerin kendilerinin imzalamalarından ziyade doğrudan inanma ihtiyacının mevcut olması ve bunun korunmasının gerekliliği söz konusudur. Devlet kamu güvenini korumak ile bu ihtiyacı sağlamış olan kuralları ceza altına almaya hedeflemektedir. Kanun koyucu sahtekârlık suçlarını kamu güvenine karşı suçlar içerisinde düzenlenmiş olması kamu güvenliğinin zarar görmesine suçun faili konumunda yer alan kişinin bu durum ile ihlal etmiş olduğu diğer faydalardan daha üst sırada gördüğünü karşımıza çıkartır. Öyle ki sahtecilik suçları birbirinden farklı değerleri işlerle edici özelliğe sahip derse kan koyucu bunlardan kamu güvenini üstün kılmak suretiyle koruma sağlamıştır. Böylece sahtekârlık suçları ile cezayı tabi tutulan hukuku ilişkilerde dilleri olarak belgenin teknik kayıtlarını ve dataların güvenliği ve güvenilirliğine dair menfaat söz konusudur. Doktorun içerisinde bu suç da güveni kötüye kullanılmasının mevcut olduğu görüşünde söz konusudur.

Alman hukuku içerisinde suçlar ile kurulmak istenen faydanın hukuku ilişkileri içerisinde belgelerin güvenliği oldu esas itibari ile hukuki ilişkilerin güvenliğini hedefleyen sahtecilik suçlarının hukuki konusunun mülkiyet, mal varlığı hakları gibi Çekirdek faydaları da içerdiği düzenlenmiştir. Sahte nitelik taşıyan belgelerin hızlı bir şekilde ciddi mal varlığı zararlarına neden olabileceği göz önünde bulundurulduğunda bu tür belgelerin meydana getirilmesinin cezalandırılması yönündeki ön korumanın gerekliliği anlaşılmaktadır. Öyle ki cezai koruma altına alınmaya çalışılan belgenin doğruluğunun değil gerçekliğinin olduğu ileri sürülmüştür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 209. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan açığa imzanın kötüye kullanılması suçunun maddi konusu ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Bu suçun maddi konusu suç üzerinde söz konusu olan şahıs ya da şeydir. Maddi konu vasıtası ile korunan duygusal değer ihlal edilmiş olmaktadır. Suçun hukuki konusu aksi bir şekilde ifade edilen görüşlerin mevcudiyetine içermektedir. Suçun hukuki konusu maddi ya da manevi nitrik taşıyabilir. Açığa imzanın kötüye kullanılması suçu maddi konusunu, eylemin üzerinde gerçekleştirmiş olduğu imzalı ve tamamıyla ya da kısmen boş olan kâğıt meydana getirmektedir. Aça imzalı kâğıt doktorun içerisinde bazı yazarlar tarafından suçun ön koşulu olarak değerlendirme tabi olmaktadır. Suçun ön koşulu nitelendirilmiş olan hususları kabul etmekte pratik fayda sağlayan yazarlar tarafından eylemin icrasından önce mevcut bulunan ve belirli bir film belirli bir suç teşkil edebilmiş mantıki ve hukuku gereklilik olarak kabul edilmektedir. Farklı bir görüş içerisinde ön koşulların suçun unsurlarının ayrı bağımsız bir mevcudiyeti olmadığı ileri sürülmüştür. Bunlar tipikliğin içerisindeki unsurlardan farklı bir şey olmamaktadır. Öyle ki ön şart olarak nitelendirilmiş olan suçun mevcudiyeti için zararı olmalarına rağmen bunlar söz konusu olmadıkça suç teşekkür etmiyor ise bu durumda bunlar unsur olarak değerlendirilebilir. Böylece açığa atılan imzanın kötüye kullanma suçunu da ön koşul olarak ortaya çıkan aça imzalı kız suçunun ön koşulu değil maddi konusunda ortaya çıkarır.

765 sayılı eski Türk ceza kanunu hükümlerinin yürürlükte olduğu zamanda kâğıdın imzalı ve yazısız olmasını öngörmüş olan 509. madde hükmü eleştiriye tabi tutulmuştur. İmzalı ve yazısız kâğıt ibaresinden anlaşılması gerekli olan tamamıyla boş bir kâğıt olmamaktadır. Yazılmış olan yazıların hukuki olarak hükmü haiz bir muameleyi vücut vermemiş olmasından kurtulması gerektiğini ileri sürülmüştür. Böylelikle kısmen yazılı olan bir kadın imza üzerinde hukuki birincilikle şey bilmesini sağlayacak derecede açıklık içermesi ve yazılmış olanların yazıların hukuki hüküm içermesi gerekli ve geçerli olup yazısız ibaresinden anlaşılması gereken belge niteliğini kazanmamış tamamlanmamış işlem olmasıdır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun 209. maddesi içerisinde yer alan hüküm de bu karışıklığı olanak vermeyecek bir şekilde imzalı ve kısmen ya da tamamen boş bir kâğıt ibaresi düzenlenerek açığa kavuşturulmuştur.

5237 sayılı Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde belgenin bir tanımına yer verilmemiştir. Belgenin tanıma eski Türk ceza kanunumuz olan 765 Türk ceza Kanunu’ndaki evrak terimi karşılığında kullanılıyor olmaktadır. Belge sözlük anlamı ile bir gerçeğe tanıklık eden yazı, resim ve benzeri doküman demektir. Ceza hukuku açısından ise bir olayın nakleden ya da bir irade beyanını ihtiva eden, toplumsal hayat içerisinde uyuşmazlıkların önlenmesi ya da bir vakanın ispati ne dair ihtiyaçların giderilmesine önem teşkil eden, kamunun güvenmesi bakımından gerekli olan unsurlara sahip her türlü yazıya belge denmektedir. Bu bakımdan belgenin unsurlarını yazılılık, düzenleyenin belirlenebilir olması ve hukuki bir şekilde anlamlı bir içeriği sahip olması göstermektedir. Gerekçe içerisinde yer alan tanım da aynı şekilde bu esaslara göre ceza hukuku bakımından belgenin özel hukuk içerisinde senet terimi ile aynı anlama geldiği söylenebilmektedir.

Alman ceza kanunu hükümleri içerisinde belgenin tanımı yapılmamış olmanın yanı sıra doktorun içerisinde konuşman tanıma göre belge gerçek ya da görünürdeki düzenleyenin belirlenmesine imkân veren, hukuki öneme sahip vakaların ispatına yarayan maddi varlık kazandırılmış irade olarak açıklanmaktadır. Bu açıdan yazılı olma Türk doktorun içerisinde farklı bir şekilde alman doktrininde belgenin unsurları arasında aranmıyor olmaktadır. Alman doktorun içerisinde genel kabul gören anlayış belgenin düzenleyenin iradesinin aktarma anlamına sahip olan devamlılık hukuku ilişkilerde delil meydana getirme ve düzenlemenin saptamasına imkân tanıması anlamında garanti fonksiyonlarını taşımış olduğu yönündedir. Alman ceza kanunun aksine Avusturya ceza kanunun 74. maddesi içerisinde belgenin tanımı yapılıyor olmaktadır. Öyle ki belge bir hakkı ya da hukuki ilişki kurmak, değiştirmek ya da ortadan kaldırmak veya vakanın hukuki anlamda saptanmasını sağlamak üzere tesis edilen yazılı bir metin olarak karşımıza çıkar. Söz konusu tanımdan belgenin üç unsuru meydana gelmektedir. Bunlar yazılı ile irade açıklama olması, hukuki önemi içeren bir hak ya da hukuki ilişkinin ispatını yönelik olması ve düzenleyenin belirlenebilir olmasıdır. Alman doktorundan farklı bir şekilde üstüne ceza kanunu hükümlerinde Türk doktora mı uygulamasında benimsendiği gibi belgenin yazılı olması koşulu aranıyor olmaktadır.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 209. maddesi içeriğinde yer alan hükümler de imzalı ve kısmen ya da tamamıyla boş olan kilit içerikten yoksun olması sebebi ile bir belge niteliğinde olmamaktadır. Kararın kısmen yazılı olması ve üzerindeki yazıların hukuken hükme sahip bir muamele, yani bir belge meydana getirmesi durumunda yapılacak ekleme ya da değiştirmeler artık açığa imzanın kötüye kullanılmasını değil belgede sahtecilik suçlarını meydana getirir. Açığa imzalı kız doldurulmuş olduğunda artık resmi Ya da özel niteliğe sahip bir belgeye karşılık gelebilir. Öyle ki hukukça hükme sahip bir içeriye bu yolla sahip olan kâğıt başından itibaren imzayı da içerisinde barındırmakta düzenliğini belirlenebilir nitelik taşımaktadır. Belgeyi düzenleyenden anlaşılması gerekli olan onu ortaya çıkaran kişi değil ancak irade beyanının kendisinden ortaya çıktığı anlaşılabilen kişidir. Açığa imzalı kâğıt içerisindeki imzanın gerçek olması gereklilik teşkil eder. Suçun faili konumunda yer alan kişinin imza ile taklit suretiyle meydana getirmesi durumunda açığa imzalı kâğıdın kötüye kullanılmasından değil belge sahtecilik suçlarından bahsedilmesi mümkün olacaktır. Hangi tür işaretlerin imza kapsam içerisinde değerlendirilecek ve imzanın belirli bir şekli tabi olup olmadığı ile ilgili olarak değerlendirme yapılması gerekmektedir. İmza açıklanmış olan iradenin sahibine ait olduğunu meydana koyan bir işaret olarak karşımıza çıkar. İmza için herhangi bir şeklin kullanılması öngörülmemiş olmaktadır. Fakat Türk Borçlar kanununun 15. maddesine göre kurularak imza ile atılması gerekir. 2525 sayılı sayılı kanunun ikinci maddesi içerisinde şöyle bir hükme yer verilmiştir: söyle işte, yazıştığı, imza da ad önde, soyada Sonda kullanılması gerekir. Öyle ki 2521 sayılı soyadı kanunu bu hükmüne göre imza ön adın ve soyadın yazılması suretiyle açılması gerekir. Fakat bu kural emredici bir niteliğe sahip değildir. Bunların içerisinde barındırmayan imza aslının bir işaretten veya başka sözcüklerden oluşan yazısı da imza sayılabilir nitelik taşımaktadır. Bu bakımdan açıyor parafta aça imza gibi hukuki bir sonuç meydana getirebilmektedir. Borçlar kanunun koşul olarak ileri sürdüğü el ile imza ifadesindeki en Sözcüğü sadece organı ifade etmek demek doğru olmamaktadır. Bu yüzden buradaki el ifadesinin dar yorumlanması gereklilik teşkil eder. Bedensel özrü sebebiyle elini kullanması mümkün olmayan kişilerin ayaklarıyla veya ağzıyla atmış olduğu işaretler de imza kapsamında kabul edilmesi gereklidir. 6098 sayılı Türk Borçlar kanunun 14. maddesine göre güvenli elektronik imza da ilgili atılmış imzanın tüm sonuçları meydana gelmektedir. Açığa atılmış olan imzanın kötüye kullanılması başlığı altın düzenlenmiş olan suç tipleri tipik bir şekilde eğilimin üzerinde mevcut olan maddi konu ve bundan kaynaklı olarak tipiklik itibari ile diğer sahtecilik suçlarından farklı teşkil eder. Böylelikle belge düzenlenir görünen kişi tarafından imzalanmış bulunduğundan kaynaklı olarak maddi açıdan sahtecilik taşımaz. Öyle ki resmi belge değil özel belgede maddi sahtecilik suçları kapsam içerisinde değerlendirmeye tabi olmaz. Bunun yanı sıra 5237 sayılı Türk ceza Kanunu’nun 209. maddesi ile koruma altına alınmış olan açığa atılan imzanın kötüye kullanılması suçu neticesi resmi bir belgenin ortaya çıkması durumunda bu eylem resmi belgede fikri sahtecilik kapsam içerisinde de kamu görevlisi suçun faili konumunda yer alan kişinin böyle bir belge ileri sürmeye yetkili bulunmaması sebebiyle değerlendirmeye tabi niteliği taşımaz. Bunun sebebi 5237 sayılı Türk ceza kanununun 209. maddesinin içinde yaralar hüküm de suçun faili konumunda yer alan kişinin kâğıdı verilme sebebinden farklı bir şekilde doldurmuş olması veya hukuka aykırı bir şekilde ele geçirmesi ya da bulundurmasının söz konusu olmasıdır.

Açığa İmzanın Kötüye Kullanılması ile İlgili Maddi Unsurlar Nelerdir?

Hukukumuzda bir suçun meydana gelmesi için birden fazla onsunun mevcut olması gerekli olmaktadır. Suçta mevcut olması gereken bu unsurları suçun genel unsurları adı verilir. Bu unsurlardan herhangi birinin mevcut olmaması halinde eylemi suç olmaktan çıkarır. Suçla mevcut olması gereklilik teşkil eden unsurlar Doktrin içerisinde değişik rakamlar ile ifade edilmektedir. Ve sayıları ikiden sekize kadar değişiyor olmaktadır. Yazarların düşüncelerine göre değişiklik gösteren suç genel unsurları, söz konusu yazarlar tarafından verilen tanımlamalar içerisinde temelde benzerlik ihtiva etmekte aradaki sayı farklılığı unsurların dar ya da geniş olarak incelenmesinden kaynaklanıyor olmaktadır. Doktorun içerisinde suçun genel unsurları çoğunlukla dört başlık altında inceleniyor olmaktadır. Bu unsurlar hareket, tipiklik, hukuka aykırılık ve kusurluluk olarak kabul görülür. Tipiklik işlenmiş olan eylemin karanlık günlerinde gösterilen tarife uygun olması olarak karşımıza çıkar. Maddi unsuru, hareket ve neticeye ve hareket ile netice arasındaki nedensellik bağını kapsayan şekilde hukuk düzeninin ihlal edilmesi ya da işler tehlikesine meydana getirmesidir. Hukuka aykırılık, eylemin yapılmasının hukuk düzeni tarafından kabul edilmiyor olması, hukuk düzeni tarafından eyleme cevaz verilmemesidir. Manevi unsur, kanunu tarifi uygun ve hukuka aykırı eğilimin iradi, suçun faili konumunda yer alan kişiye isnat edilmesi mümkün olabilecek şekilde kusurlu olarak işlenmiş olması halinde ifade edilir. Belirtilmiş olan unsurların mevcut olmaması durumunda eylemin suç olarak nitelendirilmesi olası değildir. Bu yüzden bundan sonra aslı huzurlar denir. Bunun yanı sıra suçun kendisi değil onun derecesini yani ağırlık ya da hafif olmasını sağlayan unsurlar da tali unsurlar olarak adlandırılır.

Bir eylemin ceza kanunu hükümleri içerisinde soyut bir şekilde tanımlanmasına tipiklik denir. Ceza hukuku kuralları düzenlenirken belirli başlı bazı özellikler bireysel olaylardan soyutlanmak suretiyle bir araya getirilir ve bütün oluşturacak şekilde ceza tehdidi altına alınır. Tipiklik, somut bir kavram niteliği taşıdığı halde insanın bilinçli hareketi ile somutluk kazanmaktadır. Kanuni tarife uyan unsurlar ihlal edilmiş olduğunda tipiklik meydana gelmiş olur. Tipikliğin ilk koşulu işlenmiş olan eylemin ceza hukukuna kaynaklık eden bir Metin’de yaptırım içerisinde bulunup bulunmaması olarak karşımıza çıkar. Diğer bir koşulu ise işlenmiş olan eylemin belirtilen tarife uygun olmasıdır. Ceza hukuku içerisinde en önemli ülkelerden biri kanunun iki ilkesidir. Bu kanunilik ilkesi anayasaları ve ceza yasalarında bireylerin özgürlükleri güvence altına alan cezayı belirleyen keyfini önleyen bir işleme diline sahiptir. Kanunilik ilkesine ilk defa ortaya koyan kişiye göre bir kişi özgürlüğünün güvence altına alınabilmesi, devletin müdahale alanının sınırlandırılması ile olur. Kişinin özgürlüğü ancak kanunlar ile sağlanması mümkün nitelik taşımaktadır. Kanunilik ilkesi Avrupa içerisinde ilk olarak Avusturya imparatoru tarafından hazırlattırılmış olan Avusturya ceza kanununda yer almıştır. Sonrasında 1789 insan ve yurttaş hakları bildirgesinde düzenlenmiş olan 1791 ve 1793 Fransa anayasalarında bununla birlikte 1810 Fransız ceza kanununda ve sonra yaralan diğer ülkelerin anayasa ve ceza kanunlarında düzenlenmiştir. Osmanlı devletinde kanunilik ilkesi ilk olarak 1876 anayasasının onuncu maddesi içerisinde yer almaktadır. 5237 sayılı Türk ceza kanunun ikinci maddesi içerisinde kanunilik ilkesine de açık bir şekilde yer verilmiştir. Bu hükme göre kanunun açık bir şekilde suç saymadığı bir eylem için kimseye ceza verilmesi mümkün olmaz ve güvenlik tedbirleri uygulama bulamaz. Kanun içerisinde yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinin başka bir ceza ve güvenlik tedbiri hüküm olması mümkün olamaz. İdarenin düzenleyici işlemleri ile suç ve ceza konulması mümkün değildir. Kanunların suç ve ceza içermiş olan hükümlerin uygulama bulmasında kıyas yapılması mümkün nitelik taşımaz. Suç ve ceza muhteva eden hükümler kıyasa yol açacak şekilde geniş yorumlanması mümkün olmaz. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanunun ikinci maddesi içerisinde ifade edilmiş olan ceza ve güvenlik tedbirlerinin kanunu ile noktasında kapsamlı bir düzenleme söz konusudur.

Fail

5237 sayılı Türk ceza kanunun 209. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan açığa imzanın kötüye kullanma suçu faili ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Kanun hükümlerine suç olarak tanımlanan fiili işleyen kişi suçun faili konumunda yer alan kişidir. 209. madde içerisinde düzenlenen suçun faili konumunda yer alan kişinin kim olduğu ile ilgili belirli nitelikler aranmamaktadır. Açığı imzanın kötüye kullanıyor olması özgü bir suç niteliği taşımamaktadır. Bundan kaynaklı olarak bu suç herkes tarafından işlenmesi mümkün olan bir suçtur.

Fiil

Her suç bir hareketin sonucunda meydana gelmektedir. Bir hareketin mevcudiyeti söz konusu değil ise suçun oluştuğundan bahsetmemiz mümkün olmaz. İcrayı ya da ihmali bir şekilde ortaya çıkması mümkün olacak olan bu unsur insan dış dünyada haksızlık şeklinde belirlenmiş olan irade davranış olarak ifade edilebilmektedir.

5237 sayılı Türk ceza kanununun 209. maddesi içerisinde düzenleme bulmuş olan aça imzanın kötüye kullanması suçunun hareketin sorundan bahsetmemiz mümkündür. 209. maddesinin fıkrasına göre kadın verilme sebebinin farklı bir şekilde doldurulması eylemi meydana getirmektedir. 209. maddenin ikinci fıkrasına göre ise seçimlik hareketleri mevcudiyeti söz konusu olmuştur. Burada suçun faili konumunda yer alan kişiye kadar hukuka aykırı bir şekilde ele geçirmelidir ya da mağdur konumunda yer alan kişinin iradesine aykırı bir şekilde elinde bulundurması gerekmektedir.

Mağdur

5237 sayılı Türk ceza kanununun 209. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan açığa imzanın kötüye kullanılması suçu mağduru ile ilgili hususlardan bahsetmemiz mümkündür. 209. maddenin birinci fıkrasında belirtildiği üzere suçun meydana gelmesi için kısmen ya da tamamen boş bir kâğıdın belirli bir tarzda doldurulması üzerine imzalanmak suretiyle bir başkasına verilmesi gereklilik teşkil eder. Boş kâğıda imzalanmış olan ve imzalı olarak veren kişi suçun mağduru konumunda yalan kişiyi meydana getirmektedir. Bunun haricinde boş kâğıda imzanın mevcut olması ve bu imzanın gerçek olması gereklilik teşkil etmektedir.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir