Silahlı Örgüt Suçu (TCK 314)

Suç Örgütü ve Silahlı Örgüt

Suç Örgütü Nedir?

Suç örgütü hiyerarşik bir yapıya sahip olup suç işleme fiilini bir alışkanlık haline getirmiş, suç işlemeye elverişli her türlü araç ve gerece sahip ve haksız çıkar sağlamayı amaçlayan en az 3 kişi ile oluşmuş olan yapılara organize suç örgütü şeklinde ifade edilmektedir. Tür k Ceza Kanununda suç örgütü ile ilgili olan hükümlere m. 220’de “ suç işlemek amacı ile örgüt kurma ”adlı başlık altında kendilerine yer verilmiş olmaktadır. Maddenin birinci fıkrasına baktığımızda kanunun suç saymış olduğu eylemleri işleyebilmek amacı ile örgüt kuran ya da yönetenlerin, örgütün yapısı, grubun sahip olduğu üye sayısı ile araç ve gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olması halinde kanun tarafından öngörülmüş olan cezalar ile cezalandırılacağı düzenlenmiştir. Şu var ki fıkranın son cümlesinde göz attığımızda suç örgütünün var olmuş sayılabilmesi için üye sayısının en az 3 kişi olması gerektiği vurgulanarak ifade edilmiştir. Kanun koyucu, suç işlemek amacı ile örgüt kurmak ya da yönetmek, önceden var olmuş bir örgüte üye olmak eylemlerini başlı başına ayrı bir suç şeklinde kanunda kabul etmiştir. Elverişli araçlarla asgari sayıda kişinin bir araya gelerek suç örgüt kurması aslında amaçlanan suçlar bakımından hazırlık hareketi niteliğinde olmaktadır. Bununla birlikte kanun koyucu kamu düzeni, barışı ve güvenliğini sağlamak amacı ile de Türk Ceza Kanunu m. 220’de bulunmuş olan somut tehlike suçları olarak nitelendirilen suçlara da yer açmış bulunmaktadır.

Buna bağlı olarak kurulmuş olan bir suç örgütün faaliyeti çerçevesinde herhangi bir suç işlenmemiş olması, Türk Ceza Kanunu m. 220’de nitelendirilen suçların oluşmasına engel teşkil etmez. Bu sebepten dolayı faillerin cezai sorumlulukları da gündeme gelecektir. Nitekim Türk Ceza Kanunu madde 220’nin 4. fıkrasına baktığımızda örgütün faaliyeti çerçevesinde suç işlenmesi durumunda, bundan başka belirtilmiş olan suçlardan dolayı da kanunda yazmakta olan cezaya hükmolunacağı düzenlenmiş olup bu ihtimalde gerçek içtima kurallarının uygulanacağı kabul edilmiştir.

Yukarıda belirtilmiş olan madde metnini incelendiğimizde, suç örgütü kurmak,  bu örgütü yönetmek, suç örgütüne üye olmak, örgüte üye olmamak ile birlikte örgüt namına suç işlemek, örgüt içindeki hiyerarşik yapıya dâhil olmamakla beraber örgüte bilerek ve isteyerek yardım etmek, örgüt propagandası yapmak vb. fiillerin ayrı ayrı düzenlenmiş olduğu açıkça görülmektedir. Şunu da belirtmemiz gerekir ki bahsettiğimiz bu suçların oluşumu bakımından bir suç örgütünün meydana getirilmiş olması zorunlu bir koşuldur. Türk Ceza Kanunu madde 220’de ise belirli bir şekilde kıstaslar belirtilmiş olmakla beraber bir örgüt tanımına yer verilmemiştir. Bu hususta yani bir örgüt hangi özellikleri taşır ise örgüt olarak nitelendirilebileceği tanımına daha çok öğreti ve yargı mercilerine açıklayabilmeleri için onlara alan bırakılmıştır. Bu bağlamda ise gösterilen çaba ve emekler neticesinde, öğreti ve yargı mercilerince, bir suç örgütünün varlığı için gerekli unsur ve şartlar; suç işleme amacı etrafında fiili bir birleşme, sürekli olarak devam etmesi, en az 3 kişiden oluşan üye sayısı, elverişlilik ve hiyerarşik yapılanma şeklinde sayılarak açıklanmıştır.

Bir örgüte suç örgütü diye bir nitelendirme yapmamız için ilk olarak kişilerin, kanunda suç olarak kabul edilmiş olan eylemleri işleme amacı etrafında bir araya gelmesi gerekmektedir. İşlenmesi amaçlanan suçlar bakımından Kanun’da belirli bir şekilde nitelik aranmamış olsa da suçların bir örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeye uygun olmaları önem arz etmektedir. Sözgelimi taksirli suçlar ise örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmeye müsait ve mümkün değildir.  Suç örgütü unsurlarını sağlamakta olan bir örgütün etrafında meydana gelmiş olan bir birleşme, örgütün niteliği gereği bir süreklilik arz etmesi gerekmektedir. Bir başka deyişle suç örgütünü var olarak nitelendirebilmemiz için belirsiz sayıda suç işleme amaç ve iradesi genel olarak aranmaktadır. Aksi takdirde ise sadece somut ve belirli bir veya birden fazla suçu işlemek üzere bir araya gelen ve daha sonra ise nihayete ermiş olan birlikteliklerde ise kişilerin cezai sorumluluğu örgüt kurma suçuyla ilgili hükümler gereği değil, iştirak kuralları çerçevesinde tayin edilmesi gerekmektedir. Bu sebepten ötürü birleşmenin devamlı olması suç örgütünü, iştirakten farklılaştırmakta ve örgütün varlığı için aranan birleşme unsuru, suça iştirak boyutunu aşan bir nitelik göstermektedir. Buna ek olarak failler arasında bir iştirak ilişkisinin varlığından söz edilebilmesi için suçun konu ve mağdur bakımından somutlaştırılması, demek oluyor ki kime karşı ve neye karşı suç işleneceğinin tayin edilmesi gerekmekte iken suç örgütünün varlığı için bu tip bir zorunluluk söz konusu değildir.

Nitekim Yargıtay içtihatlarını ele aldığımızda ise devamlılık unsuru şu şekilde vurgulanmaktadır: “ Örgütün var olduğunun kabul edilebilmesi için; üye sayısının en az üç kişi olması, üyeler arasında soyut bir birleşme değil bağları kuvvetli olmasa da hiyerarşik bir ilişkinin bulunması, suç işlenmese de suç işlemek amacı etrafında fiili bir birleşmenin olması, niteliği itibari ile devamlılık göstermesi lazımdır. Örgütün yapısı, sahip olduğu üye sayısı ile araç ve gereç açısından, amaçlanan suçları işlemeye elverişli olması da aranması gerekmektedir. Örgüt yapılanmasında işlenmesi amaçlanmış olan suçların konu ve mağdur itibari ile somutlaştırılması mümkün fakat zorunlu bir koşul değildir. Soyut olarak sanık sayısının 3 kişiden fazla olması örgütün varlığının kabulü için yeterli olmayıp bu durumda iştirak ilişkisinden de söz edilebilir. Somut olaya bakıldığında; sanıkların örgüt oluşturmak için sayısal yeterlikte olması, suç işleme amacı etrafında somut hiyerarşik bir yapılanma ve bu yapılanma içerisinde suç işleme iradelerinde bir süreklilik durumu zorunlu olmaktadır.”  YCGK., E. 2009/8-152, K. 2009/245, T. 20.10.2009; 10. CD., E. 2010/41378, K. 2011/ 1746, T. 3.2.2011; 10. CD., E. 2011/9702, K. 2011/55850, T. 12.10.2011.

Suç örgütünde bulunan örgüt üyelerinin sayısı açısından Türk Ceza Kanunu tarafından asgari bir sayı öngörülmüştür. Buna göre, “ örgütün var sayılabilmesi için üye sayısının en az 3 kişi olması gerekir.” Böylelikle eski 765 sayılı Türk Ceza Kanunu döneminden daha farklı bir yaklaşım kabul edilmiş ve 2 kişinin bir araya gelerek örgüt oluşturmasına imkân tanınmamıştır. Bu nedenden ötürü örgütün var olduğunun sayılabilmesi için gerekli olan diğer tüm şartlar yerine getirilmiş olsa dahi, bir suç işleme amacı etrafında toplanan kişilerin sayısı 3’ten az ise bu durumda ise yine Türk Ceza Kanunu madde 220 yerine iştirak hükümleri uygulama alanı bulması gündeme gelecektir.

Türk Ceza Kanununda belirlenmiş olan asgari üye sayının mevcut olduğu her durumda, bundan ayrı olarak elverişlilik değerlendirilmesi de yapılması gerekmektedir. Çünkü Türk Ceza Kanunda da belirtilmiş olduğu üzere, örgütün yapısı, sahip olmuş olduğu üye sayısı ile araç ve gereç açısından amaç suçları işlemeye elverişli olması lazım olmaktadır. ( TCK – m. 220/1 ). Suçun tanımında ayrıca bir elverişlilik unsuruna yer verildiğinden dolayı için örgüt kurma suçu somut bir tehlike suçu olarak nitelendirilmektedir. Söz konusu suç örgütünün varlığı kabul edebilmemiz için örgüt faaliyeti kapsamında suç işlenmiş olmasının gerekmemesi ve ispatı zor olan diğer unsurlar ile birlikte değerlendirilmiş olduğunda, bunun dışında üye sayısı ve araç – gereç bakımından amaç suçları işlemeye elverişli olup olmadığının incelenmesi sureti ile örgütsel bir yapının tespiti, hiç ama hiç kolay olmayacaktır. Bu sebepten dolayı da elverişlilik unsuru öğretide eleştiri konusu olmaktadır. Örgüt kurma suçu açısından elverişlilik unsurunun somut tehlike bağlamında suçun bir unsuru mu yoksa objektif cezalandırılabilme şartı mı olduğu öğretide tartışma konusu olmaktadır. Böylelikle öğretide bu konu ile ilgili çeşitli görüşler savunulmaktadır Nitekim Şen/ Eryıldız’a göre, kurulmuş olan suç örgütün amaçlanan suçların işlenmesi için elverişli olması gerekmekte ve suçun unsurları kapsamında değerlendirilmelidir. Başka bir deyiş ile bir örgüt, amaç suçlar bakımından herhangi bir somut tehlike meydana getirmiyor ise; bu sadece failin cezasına engel teşkil eden bir konu değil,  buna ek olarak örgüt kurma suçunun mevcudiyetine de etki eden bir mesele olarak ele alınması gerekir. Öğretideki bazı yazarların savunmuş olduğu düşünceye göre ise somut tehlike, suçun bir unsuru değil objektif cezalandırılabilme şartı olarak değerlendirilmesi gerekir demektedirler. Bu demek oluyor ki hareketin, suç tipi ile korunmuş olan hukuksal değer ile ilgili herhangi bir tehlike meydana getirmediği hallerde dahi; suçun oluştuğu gel gelelim ki bu durumda artık faile herhangi bir ceza verilemeyeceği ileri sürülmektedir.

Son olarak vurgulamak gerekir ki örgütün üyeleri arasında kuvvetli olmasa da hiyerarşik bir bağ bulunmasını aramaktayız. Türk Ceza Kanunun metninde hiyerarşi unsuruna yer verilmemiş ise de hükmün gerekçesinde, “ Örgüt, soyut bir birleşme değildir, bünyesinde hiyerarşik bir ilişki bulunmakta olup bu söz konusu olan hiyerarşik ilişki, bazı örgüt yapılanmalarında daha gevşek bir nitelik taşıyabilir. Bu ilişki nedeni ile örgüt, mensupları üzerinde hâkimiyet tesis eden bir güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. ” açıklamasıyla bu unsura dikkat çekilmektedir. Bu nedenden ötürü örgütün varlığı saptayabilmek için soyut bir birleşme yeterli olarak tutulmayıp her durumda örgüt yapılanmasına bağlı olarak gevşek ya da sıkı bir hiyerarşik ilişkinin tespiti gerek gözükmektedir. Şu var ki bu şekilde karar almada istikrar, disiplin ve devamlılık gibi bir suç örgütü açısından varlığı hayati olan gereklilikler yerine getirilmiş olmaktadır.

Silahlı Örgüt

Kanun koyucu, belirli nitelikte olan suçları işlemek amacı ile silahlı bir örgüt kurma ya da kurulmuş olan bu örgütü yönetme ya da bu örgüte üye olma eylemlerini ayrı ayrı suçlar olarak tanımlamıştır. Yine bu unsurların varlığı konusunda tereddüt meydana geldiğinde şüpheden sanık yararlanır ilkesi gereği sanık lehine yorum yapılacağına ilişkin Yargıtay kararları bulunmaktadır. Türk Ceza Kanunun 314. maddesine göre de silahlı örgüt, bu Kanunun 2. Kitap Dördüncü Kısım altındaki “ Devletin Güvenliğine Karşı İşlenen Suçlar ” başlıklı dördüncü bölümünde ve “ Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar ” başlıklı 5. bölümlünde yer alan suçları işlemek amacı ile kurulmuş olan silahlı örgüttür şeklinde ifade edilmektedir. Suç işlemek amacı ile örgüt kurma suçuna ilişkin diğer hükümler ( Türk Ceza Kanunu – m. 220, 221 ) bu suç açısından aynen olarak uygulanmaktadır.  ( Türk Ceza Kanunu –  m. 314/3 ). Silahlı örgüt, suç örgütünün özel bir şeklini oluşturmakta olup suç örgütünden amaç ve kullanılan araç bakımından farklı özellikler göstererek ayrışmaktadır.

Kanun koyucu Türk Ceza Kanunu madde 220’de düzenlenmiş olan suç örgütünün suç sayılan eylemlerini gerçekleştirmek üzere kurulacağı şeklinde tayin edildikten sonra ise bu suçların hangi suçlar olacağına ilişkin bir belirleme ise yapmamıştır. Suç örgütü, Türk ceza hukukunda suç olarak düzenlenmekte olan herhangi bir fiili işlemek üzere kurulması gündeme gelebilir. Buna karşı olarak, Türk Ceza Kanunu madde 314’te düzenlenmiş olan silahlı örgüt ancak ve ancak Türk Ceza Kanunu madde 302 ve madde 316 arasında düzenlenmiş olan suçları işlemek üzere kurulabileceği şeklinde ifade edilmiştir. Söz konusu suçlar ise “ Devletin Güvenliğine Karşı Suçlar ” ile “ Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlardır. ” Bu bakımdan silahlı örgüt, siyasi saik içeren bir örgüt tipi olarak nitelendirilir.

Kanun koyucu, suç örgütünün silahlı olmasını söz konusu kanunda nitelikli hal olarak düzenlenmiştir ( Türk Ceza Kanunu – m. 220/3 ). Bu açıdan baktığımızda suç örgütünün varlığından bahsetmek için zorunlu bir unsur olmayan silah, cezanın artırılmasını gerektiren bir nitelikli hal olarak sayılmıştır. Buna karşın olarak Türk Ceza Kanunun 314. maddesinde yer alan bir örgütün muhakkak ki silahlı olması gerekmektedir. Bu bakımdan kanun koyucunun 314. maddede söz edilen suçların sadece silahlı bir örgüt tarafından işlenebileceği yaklaşımında olduğu net bir şekilde görülmektedir. Bundan dolayı da madde 314’te belirtilmiş olan örgüt dışında herhangi bir suçu işlemek amacı ile kurulmuş olan örgüt, aynı zamanda da silah bulundurmakta ise ileride açıklanacak terör örgütünün unsurlarını taşıması halinde bir terör örgütü olarak tanımlanabilecektir. Bu unsurları ihtiva etmemesi halinde ise Türk Ceza Kanunu 220. Madde 3. fıkra kapsamında düzenlenmiş olan bir suç örgütünün nitelikli hali gündemde olacaktır.

Diğer bir yandan 314. maddede sayılan suçları işlemek amacıyla kurulan silahlı örgütün, her bir üyesinin muhakkak ki silahlı olması gerekli bir şart olarak aranmamaktadır. Örgütte amaçlanmış olan suçları işlemek için yeterli bir sayıda üyenin silahlı olması, örgütün silahlı olduğunun kabulü için gerekli ve yeterli olarak sayılmaktadır.

Yargıtay 18. Ceza Dairesinin 2019/21423 esas numaralı ve 2020/7603 karar numaralı bir hükmüne baktığımızda, fuhuş suçunu işleyebilmek amacı ile örgüt kurmak ve yönetmek suçundan yargılanan sanığın hakkında,  söz konusu örgütte üye ve yönetici kabul edilenler arasında hiyerarşik bir yapılanma  ve  organize olmuş bir birliktelik tespit edilememiş olduğundan ve tüm bunlara ek olarak ayrıca dosya kapsamından sanığın suç işlemek amacı ile örgüt kurma ve / veya yönetme suçunu işlediğini gösterir nitelik ve yeterlilikte somut delil de bulunmadığından dolayı da beraat yerine mahkûmiyetine karar verilmesi hatalı olarak kararlaştırıldığından hükmün bozulmasına oybirliği ile karar verilmiştir.

Silahlı Örgüt Kurma Suçunun Maddi Unsurları Nelerdir?

Örgüt Kurmak

Kanunda bahsedilmiş olan bir suç örgütünden bahsedebilmek için belirli unsurlara değinmesi gerektiğini yukarıdaki paragraflarda değinmiştik. Bu unsurları kısaca hatırlayacak olursak; en az 3 kişinin bir araya gelmesi ile oluşmuş olan, suç işlemeye yeterli ve elverişli araç – gerece sahip olan, örgütte birbirleri arasında kuvvetli olmasa da hiyerarşik bir ilişkiyi içeren bir bağ ve iş bölümü bulunan, sürekli amaç suçları işlemek düşüncesi ile yola çıkıp bu yolda ilerlemekte olan suçluların oluşturmuş olduğu grubu olması gerekmekteydi. Örgüt kurma suçu Türk Ceza Kanunu 220. maddenin 1. Fıkrasında hüküm altına alınmış olup kişinin örgüt kurması ya da yönetmesi durumunda alacağı ceza bu maddede belirtilmiştir. Bu sebepten ötürü unsurları kanunda belirli olan örgütü kurmak ya da yönetmek fiillerinden yalnızca bir tanesi bu suçun oluşması için yeterli görünmektedir. Örgütü kurmuş olan kişinin aynı zamanda da örgütü yönetmekte ise sadece bir kere cezalandırılması yeterli olacaktır. Yasal olarak örgütün kurucusu olarak kabul edilebilmek için birtakım davranışların sergilenmesi lazım olmaktadır. Bu konuda misal verecek olursak kurucu ya da kurucuların; örgütün yönetici kadrosunu tayin etmek, örgütün merkezini ve amblemini belirlemek, organizasyonunu oluşturmak, işlenecek amaç̧ suçları belirlemek ve işlenmesi amaçlanan söz konusu suçları işlemek için gerekli teçhizatları temin etmek gibi davranışlarda bulunması icap etmektedir. Örgütün tam ve eksiksiz kurulmasını kabul edebilmemiz için amaç suç işlemesi gerek görülmemektedir.

Örgütü Yönetme Fiili

Türk Ceza Kanununun 220. maddesinin 5. fıkrasına baktığımızda özet ile “ Örgütü yöneten kişilerin, örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olan tüm suçlardan dolayı ayrıca fail olarak ceza verilir” biçiminde hüküm altına alınarak örgüt yöneticilerinin, örgütün faaliyetleri kapsamında işlenen her suçtan fail olarak sorumlu olduğunu kabul edildiği net bir şekilde görülmektedir.

Yaygın olarak örgütün kurucu ya da kurucuları, yönetici olsa da bile bu koşul zorunlu bir unsur değildir. Örgütün lideri, örgütün en üst düzey yöneticisi olarak tavsif edilmektedir. Örgüt lideri, örgütün en üst derecedeki yönetici konumunda oluş olsa bile bu durum hiyerarşik yapıda altta bulunan yönetici vasfındaki üyelerin, örgüt yönetmek suçundan sorumlu tutulmaması anlamına gelmemektedir. Bilhassa üye sayısı çok daha fazla olan örgütlerde il, bölge ve ülke sorumluları biçiminde birden fazla yöneticileri olduğu gözlemlenebilmektedir.

Örgütü yönetmek eylemi şu eylemler arasında meydana gelebilmektedir: Misal, örgüt adına karar alınıp uygulatmak, örgütün organizasyonu ve koordinasyonu sağlamak, örgüt üyelerine emir vermek ve onları herhangi bir şekilde yönlendirmek şeklinde vücut bulabilmektedir. Örgüt yönetmek eylemi kesintisiz bir fiil olarak nitelendirilip mütemadi yani kesintisiz bir suç özelliği taşımaktadır.

Örgüt Üyesi Olmak

Örgüt üyesi olarak tasvip edilen kişi, örgütün amacını kendisine amaç edinmiş olan, örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmakta ve bu suretle örgüt tarafından verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere kendi iradesini yok sayarak örgüt iradesine tercih eden kişidir. Örgüt üyeliği, örgüte katılıp bağlanmayı ve örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emri altına girip bu yapı altında verilen görevleri ifa etmek şeklinde ifade edilmektedir. Örgüt üyesi olan kişinin, suç örgütü özelliklerine sahip bu tip bir birlikteliğin bünyesine katıldığının ve suç işlediğinin bilincinde olması gerektiği unsurunu da aramaktayız. Şu var ki örgüt üyeliğini belirlemede ayırt edici olan fark ise örgüt üyesinin örgüt hiyerarşisi içerisinde verilen herhangi bir emir ve talimatı sorgulamadan iradesini yok sayarak tamamen teslimiyet duygusu ile yerine getirmeye her an hazır olması ve öylece ifa etmesidir. Örgüt üyesi olan kişi henüz olarak üye olmakla herhangi bir suç işlememiş olsa bile, her an örgütün emirlerini yerine getirmek için hazır bulunmuş olduğundan mütevellit örgüt üyeliği suçunu işlemiş sayılacaktır. Örgüt üyeliği cezası, örgüt kurma ve yönetme eylemine oranla daha az bir ceza kanun koyucu tarafından öngörülmüştür.

Örgüte üye kişilerle, örgüte karşı sempati besleyen kişiler arasındaki ayrımı düşünce inanç ve kanaat özgürlüğü açısından doğru bir şekilde yapmak zorunlu bir koşuldur. Şunu vurgulamak gerekir ki diğer bir deyiş ile ifade edecek olursak eğer örgüte ve yaptığı eylemlere karşı sevgi duyan, örgütün amaçlarını kendine yakın bulan ne var ki eylem olarak örgütle hiçbir tip organik bağı bulunmayan kişileri örgüt üyesi olarak kabul etmemiz mümkün olamaz.

Örgüt üyeliği suçu kesintisiz bir suç olarak tasvip edilmekte olup, kişinin örgüt üyesi olduğu andan itibaren başlayarak yakalanmasına ve kendi isteğiyle suç örgütünden çıkmasına ya da örgütün kendiliğinden sona ermesi haline kadar kesintisiz bir şekilde devam etmektedir. Eğer örgüt üyesi olan kişi, örgüt üyeliğinden ayrıldıktan belirli bir süre sonra da yeniden örgüte katılması durumunda da hakkında 2 ayrı örgüt üyeliği suçundan cezai işlem başlatılması icap edecektir.

Örgüte Üye Olmadan, Örgüt Adına Suç İşlenmesi

Hiçbir şekilde herhangi bir örgüte üye olmaksızın, rastgele bir örgütün adına suç işleyen kişiler de örgüt üyesi olarak Türk Ceza Kanunu uyarınca belirtilen hükümde gösterilmiş olan ceza ile cezalandırılır. Bahsettiğimiz bu husus Türk Ceza Kanunu 220. Maddesinin 6. Fıkra uyarınca tam olarak net bir biçimde ifade edilmiştir. Diğer bir deyiş ile söyleyecek olur isek örgüte üye olmayan kişi örgüt adına işlediği takdirde işlemiş olduğu bu suç münasebeti ile hem işlediği suçtan ötürü olarak hem de örgüt üyeliğinden dolayı yukarıda belirttiğimiz hüküm nedeni ile belirtilmiş olan ceza ile cezalandırılacaktır. Şöyle bir durumu belirtmemiz gerekir ki hâkim silahlı örgütler bakımından, kendisine Türk Medeni Kanunu 4. Madde tarafından kendisine verilmiş olan takdir yetkisini kullanarak örgüt üyeliği suçundan ötürü söz konusu verilecek olan cezayı yarı oranına kadar indirebilme yetkisine sahip olmaktadır. Önem ile altını çizmek gerekir ki,  bahis konusu olan fail örgüt adına işlediği suçu, örgütün bilgisi ve istemi doğrultusunda işlemesi gerekmekte olup sözü edilen işlenen suçun da örgütsel olarak bir özellik sağlaması gerekmekte ve ayrıca örgütün yapısına katkı sağlamalıdır.

Örgütün Hiyerarşik Yapısına Dâhil Olmamak ile Beraber Örgüte Bilerek Ve İsteyerek Yardım Edilmesi

Örgüt içinde olan hiyerarşik bir yapıya dâhil olmamak ile beraber buna ek olarak örgüte bilerek ve isteyerek yardım eden kişinin sanki bir örgüt üyesiymişçesine kanunda bu konuda örgüt üyesi olarak ceza verilmesi gerektiği kanun tarafından hüküm altına alınmıştır. Bahis konusu olan bu mevzu, Türk Ceza Kanunu 220. Maddesinin 7. Fıkrasına bakıldığı zaman çok net bir biçimde ifade edilmiştir. Bunu başka bir deyiş ile açıklayacak olursak bahis mevzusu olan örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmayan bu kişi örgüt adına işlediği suç sebebi ile hem işlediği suçtan ötürü hem de buna ek olarak örgüt üyeliğinden dolayı bu kişiye ceza verilmesi gerekecektir. Şu var ki faile örgüt üyeliği suçundan dolayı verilecek olan ceza, kişi tarafından yapılmış yardımın özelliğine göre değişmek ile beraber üçte bir oranına kadar indirilebilme imkânına caiz olmaktadır. Örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmamak ile birlikte suç örgütüne yardım etmekte olan kişinin öncelik ile bu sözü geçen örgütün herhangi bir hiyerarşik yapısının içinde bulunmaması gerektiği, yani daha net bir ifade ile açıklayacak olur isek hâlihazırda örgüte üye olmayan bir kişi olması lazım olmaktadır. Bu kısımdaki en önemli şey failin örgüte üye olup olmadığının tespiti olmasıdır. Bu unsura bakarak kişi hakkında gereken hangi yargılamanın yapılacağına karar verilmektedir. Failin yapmış olduğu yardımlar bir süreklilik unsuru içeriyor ve yoğunluk arz etmekte ise hatta fail örgüt hiyerarşisine uygun bir şekilde hareket etmeye devam ediyor ise üzerinde konuşulan kişinin örgüte yapmış olduğu yardımdan değil, örgüt üyeliği sebebi ile yargılaması yapılması gerekir.

Failin ceza alabilmesi için bu kişi tarafından yapılmış olan yardımın yardım bilerek ve isteyerek gerçekleştirmesi gerekiyor. Şu demek ki failin yardımda bulunmuş olduğu söz konusu olan bu örgütün suç işlemek amacı ile kurulmuş olduğunu ve yaptığı bu yardımın örgütün amaçlarına kolay bir şekilde ulaşmasına katkı sağlayacağının farkındalığına sahip ve arzusunda olması lazımdır. Örgütün herhangi bir mensubuna yapılmış olan yardım, örgütün amacına hizmet etmiyor ise bu eylem örgüte yardım olarak nitelendirilemeyeceğinden failin bu konuda ceza alması mümkün olmayacaktır. Örgütün amaçları doğrultusunda hedef alınmadan, sadece münferit bir suça yardım niteliğinde katkıda bulunmakta olan kişi hususunda bundan başka sözü edilen örgüte yardım etmiş olduğundan bahis ile örgüt üyesi gibi ceza verilememeli ancak ve ancak kişi tarafından işlenmiş olan suça katkısı oranında sorumlu tutulması gerekmektedir.

Örgütün Propagandasını Yapma Durumu

Örgütün propaganda yapması hakkında örnekler verecek olur isek şunları söyleyebiliriz: Örgütün ya da yasa dışı olan amaçlarınıntopluma duyurularak benimsetilmeye çalışılıp örgüte yeni üyeler kazandırılması, örgüt faaliyetlerinin haklı bir şekilde gösterilerek olandan çok daha farklı bir algı yaratılmaya çalışılması ve örgütün toplum içinde sempati kazandırılmaya çalışılması gibi durumlar olarak sayılabilir. Bu husus ile ilgili mevzuata baktığımızda ise Türk Ceza Kanununun 220. Maddesinin 8. Fıkrasında suç olarak hüküm altına alınmış olduğu açık bir şekilde görülmüş olunacaktır. Söz konusu olan bu suçun basın ve yayın yolu ile işlenmesi durumunda verilecek olan cezanın yarı oranında artırılması icap etmektedir.

Suç ile Korunan Hukuksal Değerler

Suç işlemek kastı ile örgüt kurma suçu ile ilgili korunmakta olan hukuksal değerleri kamu güvenliği ve barışı olarak ifade edebiliriz. Kamu güvenliğinin ve barışının bozulması halinde ilk olarak ortaya çıkacak durumlardan biri, toplumda bir arada yaşamakta olan kişilerin barış içinde ve güvenli bir şekilde yaşama hakkı ihlal edilmiş olacaktır. Suç işlemek kastı ile örgüt kurulmuş olma durumunun sonucunda, toplumda hâkim olmuş olan hukuk düzeni ile berber barışçıl ve adil toplum düzeni önemli derecede bir tehlikeye maruz bırakılmış olmaktadır. Bu şekilde olunca da kamu düzeni ihlal edilmiş olmaktadır.

Örgüt Kurma Suçunun Manevi Unsuru

Suç işlemek kastı ile hareket edilen örgüt kurma suçu, kast ile işlenebilen bir suçtur. Buradan da anlaşılıyor ki söz konusu olan örgüt kurma suçunun taksir ile işlenmesi mümkün değildir çünkü failin bu suçun maddi unsurlarını bilmesi ve istemesi icap etmektedir. Eğer bunu açıklamak gerekir ise; fail örgütün ikiden fazla kişiden kurulduğunu, bir süreklilik unsurunu içerecek bir biçimde suç işlemek için kurulduğunu, bu örgütte kurucu, yönetici ya da üye olarak yer aldığını bilmesi ve istemesi koşullarının sağlanması icap edilmektedir.

Yukarıda da açıkladığımız üzere bakıldığında görülecektir ki örgüte yardım etmenin örgüt adına suç işleme ve örgütün propagandasını yapma suçlarında da, failin örgütün üstün amacına hizmet ettiğini farkında olmasının gerektiği ve tüm bu unsurları failin istemesi icap olmaktadır. Belirtilmiş olan bu suçların olası kast ile işlenme hali söz konusu olamaz.

Örgüt Kurma Suçunun Hukuka Aykırılık Unsuru

Örgüt suçlarını ele aldığımızda delillerinin toplanması ve örgüt hakkında çok daha iyi bilgiler elde edilebilmek için gizli bir soruşturmacı görevlendirmek sıklıkla rastlanmakta olan bir uygulamadır. Gizli soruşturmacı olarak görevlendirilen kamu görevlisi, örgüt faaliyeti etrafında yapmış olduğu fiiller suç olarak kabul edilmediğinden dolayı bu kişiye örgüt kurma suçu hakkında ceza verilmez. Bu husus hukuka uygunluk nedenleri içerisinde yer alarak kabul görmektedir. Şunu belirtmemiz gerekir ki gizli soruşturmacı olan kişinin örgüt faaliyetleri kapsamında işlenmiş olan suça katkısı göz ardı edilebilecek bir düzeyde kalmak zorundadır. Eğer tam tersi bir şekilde suça katkısı önemli boyutta kalmış ise yapmış olduğu eylemlerden sorumlu tutulup bu hususta ceza verilmesi icap edilmektedir.

Bir diğer mevzu da örgüt kurma ve yönetme suçları hariç olmak üzere, zor kullanarak bir şekilde örgüte sokulmuş olan bir kimsenin de zorunluluk hali hukuka uygunluk nedeninden yararlanabilmesi için geçerli bir neden olarak kabul edilmektedir. Cebir, şiddet, korkutma ve tehdit halinde bu suçu işlemiş olan bir kimseye zaruret halinin gerektirdiği şartlar mevcut olması halinde ise ceza verilmesi gündeme gelmeyecektir.

Örgüt Kurma Suçu, Yönetme ve Örgüt Üyeliği Suçunun Nitelikli Halleri Nelerdir?

Örgütün ve amacının propagandasının basın veya yayın yolu ile yapılması durumunda bu suç bakımından cezanın artırılmasını gerektirmiş olan bir nitelikli unsur olarak kabul edilmektedir.  (Türk Ceza Kanunu 220. Madde 8. fıkra). Bundan dolayı, yeni üyeler kazanılması ve örgütün amacının yayılması çerçevesinden hareket edilerek etkin çalışmaların basın veya yayın yoluyla yapılması halinde bu suç açısından cezayı arttıracak unsurlardan biri olarak sayılmıştır. Ek olarak şunu da belirtmek gerekir ki örgütün silahlı olması da, örgüt kurma ve yönetme açısından daha ağır bir ceza ile cezalandırılmayı gerektiren bir nitelikli unsur olarak gündeme gelmiştir. (Türk Ceza Kanunu 220. Madde 3. fıkra). Bir suç örgütünün silahlı olup olmaması ya da o ana kadar sahip olmuş olduğu silâhların cins, nitelik ve miktarı, somut tehlikenin belirlenmesi ya da var olan somut tehlikenin ağırlığı bakımından dikkate alınması önem arz etmektedir.

Tam da bu noktada parmak batığımızda Türk Ceza Kanunu 314. maddede düzenlenmiş olan silahlı örgüt suçuna da kısa bir şekilde bahsetmek istiyoruz. Çünkü Türk Ceza Kanunu 314. maddedeki silahlı örgüt suçu ile suç işlemek amacı ile örgüt kurma suçu ve buna ilişkin örgütün silahlı olması biçimindeki nitelikli unsurun birbirine karıştırılmaması gerek gözükmektedir.

Türk Ceza Kanunu 314. Maddede Bahsedilen Silahlı Örgüt Suçu, Bunun Unsurları ve Türk Ceza Kanunu 220. Maddeden Farkı Nedir?

Türk Ceza Kanunu 220. maddeye göre örgüt kurma, yönetme ya da silahlı örgüt üyeliğisuçu bakımından yukarıda açıklanmış bulunan tüm unsurlar Türk Ceza Kanunu madde314’te düzenlenmiş olan silahlı örgüt suçu açısından da geçerli kılmaktadır. Türk Ceza Kanunu madde 314’te yer almış olan örgüt, siyasi amaçlar ile hareket etmekte olan silahlı bir örgüt olarak yer almıştır. Türk Ceza Kanunu 220. maddede düzenlenmiş olan suç örgütü siyasi amaçlar ile değil, tam aksine ekonomik ya da başka çıkarlar doğrultusunda hareke ederek elde etmek üzere silahlı ya da silahsız olması fark etmeden bir faaliyet göstermektedir. Örgütün silahlı olması başlı başına Türk Ceza Kanunu 314. maddede belirtilmiş olan suçun oluşması için yeterli bir sebep değildir. Burada altı çizilmek istenen önemli olan husus silahlı bir örgüt ile devlete karşı bir suç işlenmesi olmaktadır.

TERÖR ÖRGÜTÜ

Tanımı ülkelerdeki hükümetlere ya da kuruluşlara göre değişmek ile birlikte, terör uygulayan organize çeşitli gruplara terör örgütü şeklinde bir tanımlama yapılırken terör uygulayan şahıslara ise terörist ya da yıldırıcı biçiminde dile getirilmektedir. Bunun ile birlikte bu ifade oldukça tartışmalı bir kavram olmakta olup üzerinde herhangi bir akademik ya da uluslararası fikir birliği yoktur. Terör örgütü hiç şüphesiz olarak bir suç örgütü biçiminde değerlendirilme kapsamına alınmaktadır. Buna karşı olarak ne var ki her suç örgütünü terör örgütü olarak nitelendirmemiz doğru bir değerlendirme olmaz. Bu bakımdan ilk olarak bu örgütün ayırıcı unsuru olan terör ve terör eyleminin (terörizm) açıklanması sonucunda gerekli olan farklılık ortaya çıkmış olacaktır.

TERÖR VE TERÖRİZM

Günümüzde kullanmış olduğumuz “ terör ” terimi, Latin dilinde “ büyük korku, dehşet, alarm, panik, korkunun kaynağı, alarm nedeni, korkunç haber ” gibi birçok anlama gelmiş olan terrorem kelimesinin 14. yy. Fransızcasında “ korkutucu şey, korkunun kaynağı ” anlamına gelen terreur ve bunun devamı olarak İngilizceye “ aşırı – büyük korku ” anlamına gelmekte olan terror olarak geçtikten sonra da bizim dilimize yerleşmiş bulunmaktadır. Terörizm olarak da ifade edip nitelendirdiğimiz terör eylemleri, 18. yy. sonlarında ise Fransız İhtilali döneminde Jakoben adlı bir cemaatinin egemenliğine atfen kullanılmaya başlanmış ve günümüze geldiğimizde bir siyasi amaç çizgisinde ilerleyerek, özellikle ne yazık ki sivillere karşı hukuka aykırı haksız bir şiddet kullanımı ve gözdağı verme anlamına gelen uluslararası bir terim halini zamanla kazanmış bulunmaktadır.

Öğretide yapılmış olan bir tanıma göre terör, şiddetin sosyal, ulusal, ırksal, dinsel fesat çıkarıcı ve benzer diğer amaçlar ile ve diğer sosyal sınıflar arasında çatışma çıkarmak, savaşa tahrik etmek üzere planlı ve hukuk dışı olarak kullanılmasıdır. Diğer bir başka bir tanıma göre terör, belirli bir iktidara ya da siyasal amaca erişmek için şiddet hareketlerinin sürekli kullanımı ile toplumda baskı, korku, yılgınlık yaratılması olarak açıklanmaktadır. Şu var ki terör kavramı, belirli bir düşünce ya da ideoloji ile siyasi iktidarı ele geçirme amacı ile çalışan acımasız bir şiddet hareketi olarak tanımlanmıştır. Terör, öğretide bir başka yazar tarafından ise, büyük ölçekli korku veren ve bireylerde yılgınlık yaratan bir eylem durumu biçimde ifade edilirken terör ile yakın bağ içinde ama ondan ayrı bir kavram olan “ terörizm ” ise terörün, sistematik ve hesaplı olarak siyasi hedeflere ulaşmak için bilinçli kullanımı biçiminde tayin edilmiştir. Buradan da görüldüğü üzere terör, esas itibari ile sahip olduğu kendine özgü stratejisi ve siyasi amacı ile diğer şiddet kullanımlarından ayrılmış bulunmaktadır.

Genele baktığımızda ise yaygın olarak ortak bir terim kullanılmasına ve terör eylemlerinin çoğu zaman birden çok ülkenin menfaatini etkilemesine rağmen kavrama farklı anlamlar yüklenmesi, terörü uzun zamanlar boyunca uluslararası hukukun gündeminde tutmuş olmaktadır. Bu bağlamda ise terör teriminin uluslararası metinlerde ve karşılaştırmalı hukukla ne şekilde düzenlendiğinin incelenmesi gerektiğini söyleyebiliriz.

ULUSLARARASI METİNLERDE TERÖRİZM

Terör fiillerini engellemeye yönelik olan uluslararası çalışmalar, 20. yüzyılın ilk yarısında başlama imkânı yakalamıştır. Bu yönde bir çalışma yapılması gerektiğine ilişkin düşünce ilk olarak 1919 yılında Rumen hukukçu “ Vespasian Pella ” tarafından ilk kez ortaya atılmıştır. Nitekim 1924 yılında Bern’de gerçekleşen Parlamentolar Arası Birlik ( Inter – Parliamentary Union ) toplantısında bu konu ele alınarak milletlerarası ilişkileri ihlal edenlerin şöyle ki uluslararası bir mahkemede yargılanmaları gerek olduğu biçiminde ifade edilmiştir. 1926 Varşova Ceza Hukuku Birleştirme Konferansı’nda, terörizmin adı verilmeden, evrensel nitelikte suçların, faillerin uyruğuna ve eylemin işlenmiş olduğu yere bakılmaksızın ceza almaları gerek olduğu şeklinde belirtilmiştir. 1930 Brüksel Konferansı’na baktığımızda ise Varşova’da kabul edilen metne ilk defa ” terörizm ” kelimesi eklenmiştir.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında ise terörizmin sayıları hızlı bir şekilde artarken uçak kaçırma olayları sebebi ile tekrardan gündeme alınmış olduğu görülmektedir. Terör suçlularının yargılanması ve bu bağlamda ise suçluların iadesine ilişkin olarak 02.02.1971 tarihinde “ Washington Tedhiş Hareketlerini Önleme ve Cezalandırma Sözleşmesi ” 27.01.1977 tarihinde ise de “ Tedhişçiliğin Önlenmesine Dair Avrupa Sözleşmesi ” imzalanmış bulunmaktadır. Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından uygun bulunmuş olan 1977 tarihli Sözleşme ile devletlere, terör eylemi olarak nitelendirilmiş olan suçların siyasi suç sayılmaması (madde 1 ve madde 2) ve eylemin hangi kişi ya da kişilere karşı ve nerede işlendiğine ya da failin vatandaş olup olmadığına bakılmaya gerek duyulmaksızın bu tür eylemleri gerçekleştiren kişilerin, suçun işlendiği ülkeye iade edilmesi ya da iade edilmemesi durumunda yargılanmasının temin edilmesi (madde 3 ve devamında) hususunda yükümlülükler getirmiş bulunmaktadır.

Birleşmiş Milletler tarafından 10 Ocak 2000 tarihinde imzaya açılmış olan “ Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme ”, 11 Eylül 2001 tarihi itibariyle yalnızca 4 devlet tarafından onaylanmış iken, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 1373 ( 2001 ) sayılı Kararı uyarınca birçok sayıda devlet tarafından onay alarak yürürlüğe konulmuş bulunmaktadır. Sözü geçen sözleşme, Türkiye Cumhuriyet’i tarafından 27 Eylül 2001 tarihinde imzalamıştır. Bu söz konusu sözleşmeye göre; “ Niteliği ya da genişliği itibari ile bir halkı korkutmak veya bir hükümeti ya da uluslararası örgütü herhangi bir eylemi gerçekleştirmeye ya da gerçekleştirmekten kaçınmaya zorlamak amacını gütmesi durumunda, bir sivilin ya da bir silahlı çatışma halinde muhasamata direkt katılmamış olan herhangi bir başka bir kişiyi öldürmeye ya da ağır bir şekilde yaralamaya yönelik diğer bütün fiiller ” bu sözleşmeyi ihlal edecek yani terör eylemi olarak nitelendirilmesi icap edecektir. ( 2. madde 1. Fıkra 2. Bent ). Şu noktaya dikkat çekmek istersek söz konusu edilen sözleşmede öldürme ya da ağır bir şekilde yaralamaya yönelik olan fiillerin bir silahlı çatışma durumunda muhasamata direkt katılan kişilere karşı işlenmiş olmasını terör eylemi olarak nitelendirmeyip bu durumu kabul etmemektedir. Başka bir diğer bir deyiş ile söyleyecek olur isek eğer, silahlı çatışmaya doğrudan doğruya katılmış olan kişilerin birbirlerine karşı işlemiş oldukları öldürme ve ağır yaralama eylemleri terör suçu olarak değerlendirilmeye alınmaz. Bu nedenden ötürü Türkiye Cumhuriyet’i, sözleşmeyi imzalar iken söz konusu bende ( madde 2/1-b ) beyanda bulunmuştur. Şu var ki bu beyanın, sözleşmeye taraf diğer devletler açısından bağlayıcı olmadığının aklımızın bir köşesinde tutulması gerekir.

Tüm bunlara ek olarak terör tanımının yapılmış olduğu ve terör suçlarının sayıldığı 2005 tarihli “ Terörizm Önlenmesi Avrupa Sözleşmesi ” ise Türkiye Cumhuriyet’i tarafından 28.03.2007 tarihinde imzalanmış olup henüz onaylanmak için sunulmamıştır. 2005 tarihli bahsi geçen sözleşmenin giriş bölümünü ele aldığımızda buna göre terör eylemleri; doğası ya da koşullarının gerekliliği olarak, bir halkı sindirmek ya da bir hükümeti veya uluslararası örgütü bir şeyi yerine getirmeye ya da yerine getirmekten kaçınmaya zorlama durumu veya bir ülkeyi ya da uluslararası kuruluşu ciddi bir şekilde istikrarsızlaştırmak ya da temel siyasal, anayasal, ekonomik ve toplumsal yapılarını yıkmak amacını gütmektedir.

KARŞILAŞTIRMALI HUKUKTA TERÖRÖİZM

Terörizm belli başlı bazı ülkelerde özel bir kanunla hüküm altına alınmıştır ancak bazı ülkelerde ise ceza kanunu ( codice penale, code pénal ) içinde düzenlenerek hüküm altına alınmıştır. Misal verecek olursak İngiltere, Avustralya ve Kanada’da ayrı ayrı bir terörizm ile mücadele kanunu var iken Fransa, İtalya ve Almanya, terörizmi diğer suçlar ile birlikte ceza kanunlarının içinde düzenleyerek ele almıştır. Fransız Ceza Kanununa baktığımızda terörizm, “ du Terrorisme ” başlıklı bölümde 421. Madde 1. fıkra ile 422. Madde 7. fıkra arasında ve İtalyan Ceza Kanununa madde 270 bis ve devamındaki hükümlerde düzenlenirken Alman Ceza Kanununda ( Strafgesetzbuch)  ise madde 129a’da, terör örgütü kurmaya ilişkin düzenleme yer almaktadır. Dünya genelindeki ülkelere baktığımızda ise, terör faaliyetlerinin eski İngiliz sömürgesi olan common law ( Anglo- Saxon ) ülkelerinde özel kanunlarda, Kıta Avrupası’nda ise yaygın olarak ceza kanunlarının içerisinde düzenleme eğiliminin ağır basmış olduğu söylenebilmektedir.

Fransa

 Fransız Ceza Kanunu ele aldığımızda yaygın olarak kabul görmüş olan yaklaşımda terörizmin unsurları arasında yer verilmiş olan örgütsel birliğin yanında ve ondan ayrı olarak bireysel eylemleri de terörizm kapsamı içine alınmaktadır. Gerçekten Fransız Ceza Kanunun “ Millete, Devlete ve Kamu Barışına Karşı Suçlar ” başlıklı 4. Kitabın içerisinde yer almakta olan 421. Madde 1. Fıkrasına göre, “ Bireysel ya da toplu bir teşebbüsü ile ilgili tehdit veya terör yöntemleri ile kasten, kamu düzenine ciddi derecede zarar verme amacı ile girişilmiş olan aşağıdaki suçlar terörizm eylemlerini oluşturmaktadır. ” Terör mevzuatını 1986 ile 2015 yılları arasında on dört defa değiştirmiş olan Fransa’da, Ceza Kanununda değişiklikler öngören 2014-1353 sayılı “ Terörizm İle Mücadele İçin Öngörülmüş Olan Kuralların Güçlendirilmesi Kanunu ” 13 Ekim 2014 tarihinde kabul edilerek yürürlüğe girmiş bulunmaktadır. Bahsi edilen bu kanuna göre de Fransız Ceza Kanununa eklenmiş olan 421. Maddenin 2-6. Fıkralarına göre ise  “ terör ya da korkutma yolu ile kamu düzenini tehdit eden” kişiler için “ bireysel terör örgütü ” kavramı kullanılmaktadır. Bu maddeye göre belirtilmiş olan terör eylemi 10 yıl hapis cezası ve 150.000 Euro para cezası ile cezalandırılmaktadır ( 421. Madde 5. fıkra).

Belçika

 Belçika Ceza Kanunu incelediğimizde ise terör eylemlerini, “ Devletin İç Güvenliğine Karşı Suçlar ” başlıklı 3. bölümün altında bulunmakta olan 137. maddede hüküm altına alınmıştır.. Bu maddeye göre terör eylemleri, “ doğası ve bağlamı içerisinde bir ülkeyi ya da uluslararası örgütü ciddi derecede etkilemekte olan, bir toplumu korkutmak ya da kamu erklerini ya da uluslararası bir örgütü haksız yere bir fiili işlemeye ya da işlememeye ciddi derecede zorlamak ya da bir ülkenin veya uluslararası bir örgütün temel siyasi, anayasal, ekonomik ya da toplumsal yapısını istikrarsız hale getirmek ya da yıkmak amacı ile kasten işlenen suçlardır ”.  Fransız Ceza Kanununda olduğu gibi terör eylemlerinin bireysel olarak gerçekleştirilmiş olacağı ile ilgili olarak doğrudan doğruya bir ifadeye yer vermemek ile beraber Belçika Ceza Kanunu, bu konuda herhangi bir şekilde sınırlamaya gitmeyerek örgütsel olan bir birlikteliği, terör eylemlerinin zorunlu unsuru olarak ele almamıştır.

İspanya

11 Mart 2004 Madrid saldırılarından hemen sonrasında terör mevzuatında ciddi birçok değişiklik yapmış olan İspanya’da, İspanya’nın kanun koyucusu, terör eylemlerini önlemek adına sert bir tutum sergilemiştir. Bütün bunlara dâhil olarak da gerektiği takdirde ifade özgürlüğü dâhil olmak üzere bunun gibi birçok hak ve hürriyete ciddi bir şekilde müdahale edilebileceği şeklinde bir yaklaşım sergilemektedir. İspanyol Ceza Kanunun “  Kamu Düzenine Karşı Suçlar” başlıklı 2. Kitabında “ Terörist Örgütler, Gruplar ve Terörizm ” düzenlemeleri yer almaktadır.

İngiltere

 İngiltere’de 2000 yılında çıkarılmış olan “ Terör İle Mücadele Kanununun 1. maddesinde terörizmin ne demek olduğuna yer verilmiştir. Mevzu bahis olan maddenin 1. Fıkrasını ele aldığımızda 2. fıkrada sayılmış olan fiiller doğrudan doğruya terör eylemi sayılmıştır. Bunun dışında da hükümet ya da uluslararası hükümet kuruluşlarını etkilemek amacı ile ya da bunlar dışında politik, dini, ideolojik ve ırksal nedenler ile şiddet kullanımı ya da şiddet tehdidi biçimindeki fiiller de yine terörizm olarak tavsif edilmiştir. Söz konusu olan kanunun ilk çıktığı halde şiddet kullanımının yalnızca hükümete karşı olması terör eylemi olarak değerlendirilmeye alınırken; 2006 yılında yapılmış olan bir ekleme ile uluslararası hükümet kuruluşları da madde kapsamına eklenmiş bulunmaktadır. Şunu da belirtmemiz gerekir ki bu Kanunun ilk halinde “ ırksal ” ifadesine yer verilmez iken 2009 yılında ise bu ibare maddeye eklenmiş olmaktadır. Sözü edilen bu Kanun’a göre, terör örgütleri, Kanunun ekinde bir liste halinde belirlenmiş örgütler ile bu belirtilmiş olan örgütler ile aynı ismi taşıyan örgütler olmaktadır. Bir örgütün bu listeye eklenmiş olması ya da bu listeden çıkartılmasında ise bu yetki bir ilgili Bakan’a ait olmaktadır. Bu bakımdan bir örgütün, terör örgütü olarak tavsif edilmesinde, yargı mercilerinin herhangi bir yükümlülüğü gündeme gelmemektedir. Ne var ki bir örgütün söz konusu listeden çıkartılmasında İngiliz Parlamentosu’nun ayrıntılı bir denetim yetkisi olduğunu belirtmek gerekir. Diğer bir yandan İngiltere’de terör ve terörün finansmanı tanımları iç güvenliğin yanında uluslararası güvenliği de içine almaktadır.

Almanya

Alman Ceza Kanununun ( Strafgesetzbuch ) “ Terörist Örgütler Kurma” başlığı altındaki 129. Maddesinin a bendine göre, amacı ya da faaliyetleri, nitelikli kasten öldürme (§ 211), kasten öldürme ( § 212 ), soykırım ya da insanlığa karşı suçları, savaş suçlarını ya da kişisel özgürlüğe karşı suçları ( § 239a ya da § 239b ) işlemek olan bir örgüt kuranlar veyahut bu örgüte üye olanlar 1 yıldan başlayarak 10 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Bunun dışında amacı ya da faaliyeti 2. Fıkrada yazmakta olan suçlar var olan örgütleri kuran veya bahis mevzusu olan bu örgütlere üye olanlar da aynı biçimde ceza verilir. Bir diğer yandan da 11 Eylül saldırıları sonrasında ise 1 Ocak 2002 tarihinde Almanya’da Terörle Mücadele Kanunu yürürlüğe girmiştir. Terörle Mücadele Kanunu, kişisel ve mail veriler ile göç verilerine büyük ölçüde erişimi de içeren polis, istihbarat ve güvenlik hizmetlerine yönelik olan artırılmış bir soruşturma yetkisi, ikamet eden aşırı uç kimseleri gözlemlemek üzere daha da geniş kapsama sahip soruşturma yetkisi ve genişletilmiş yetkiler ile bu tip kişilerin Almanya’ya seyahatini engellemek amacı ile pasaport ve vizelere getirilen biometrik veri uygulamasını içeren çok daha sıkı vize ve sınır kontrolü ile ilgili düzenlemeleri içerir.

Amerika Birleşik Devletleri

 Amerika Birleşik Devletleri’nin (A.B.D) ceza hukukunda terörizm, silahlı kuvvetler içinde yer almayan kişilere karşı yaralayıcı ya da ölümcül riskler içermekte olan ayrımcı eylemleri örgütleme, bu suçları işlemeye teşvik ve tahrik etmek ya da bu suçlara iştirak etmek olarak tasvir edilmiştir. 1965 tarihli Göç ve Vatandaşlık Kanununun 219. Maddesine baktığımızda bir örgütün, terörü örgütü olarak tavsif edilmesinde yetkili birim olarak Dışişleri Bakanını gösterilmektedir. Bu yönü ile İngiliz Hukuku ile benzerlik göstermekte olan Amerika Birleşik Devletleri, Dışişleri Bakanı bu konuda yapmış olduğu vasıflandırmadan dolayı hakkında Kongre’yi bilgilendirmekle sorumlu olmaktadır.

TÜRK HUKUKUNDA TERÖRİZM

Genel Bilgi

Türk ceza hukuku, 1991 yılında 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu yürürlüğe girene kadar olan zamanda özel olarak bir terör kanununa sahip değildi. Yürürlüğe girdiği andan beri birçok kez değişikliğe uğramış olan bu Kanun’un 1. maddesi “ terör tanımı ” başlığı altında yer almıştır. Şu var ki söz konusu olan maddede esasen terör eylemleri tanımlanmış bulunmaktadır. Bu maddeye göz atarsak eğer, terör eylemleri; cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ya da tehdit yöntemlerinden biri kullanılarak, Türk Anayasasında belirtilmiş olan Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devletin var olan otoritesini zaafa uğratmak ya da yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ya da genel toplum sağlığını bozmak amacı ile bir örgüte mensup kişi veya kişiler tarafından girişilecek her türlü suç teşkil eden eylemler olarak tavsif edilir. Bu tanıma göre de bir eylemin terör eylemi olarak kabul edilebilmesi için; suç teşkil eden bir fiilin varlığı, suçun işleniş biçimi ( yöntem ), amaç ve örgütsel birliktelik biçiminde 4 ana unsura ihtiyaç duyulmaktadır. Anayasa Mahkemesi ( AYM)  de terör eyleminin, “ suç teşkil etmiş olan eylemin varlığı ” şartına yer vermeden diğer koşulları kendisine esas alarak 3 unsurun bulunduğunu belirterek terör eylemini benzer bir biçimde unsurlarına ayrıştırıyor bulunmaktadır. ( AYM, E. 1991/19, K. 1992/20, T. 31.03.1992 )

Mutlak Terör Suçları

 Terör ile Mücadele Kanunun “ Terör suçları ” başlık altındaki 3. maddesine göre, “ 26.9.2004 tarihli ve 5237 sayılı Türk Ceza Kanununun 302, 307, 309, 311, 312, 313, 314, 315 ve 320 ‘nci maddeleri ile 310. maddesinin 1. fıkrasında yazılı olan suçlar, terör suçlarıdır.”. Devletin güvenliğine karşı suçlar ile anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıkları altında yer alan bu suçların ortak yönü, doğrudan doğruya şiddet ya da şiddet tehlikesi unsurunu içeriyor olma özelliğidir. Öğretide söz konusu olan maddenin “ mutlak ” terör suçlarını düzenlemiş olduğu şeklinde ifade edilmektedir. Çünkü maddenin metnine bakacak olur isek, söz konusu olan bu suçların terör suçu olarak kabul edilebilmesi için, temel olarak terör eyleminin şartları olan ve Terörle Mücadele Kanunu 1. maddesinde net bir şekilde belirtilmiş olan yöntem, amaç ve örgütsel birliktelik gibi sayılmış bulunan unsurlarından hiçbiri aranmamıştır. Diğer başka bir deyiş ile anlatacak olur isek 3. maddede yazılmış olan suçlar, hiçbir koşula bağlı olmadan terör suçu olarak tavsif edilmiştir. Bu düzenlemeden kanun koyucunun Terörle Mücadele Kanunu 1. maddede belirtilmiş olan amaçların, zaten 3. maddede belirtilen suçların bünyesinde de var olduğunu kabul ettiği net bir şekilde anlaşılıyor. Tekrardan, mutlak terör suçlarının, terör suçları olarak tavsif edilebilmesi için suçun bir örgüt faaliyeti etrafında işlenmesi gerekli bir unsur olarak görülmemektedir. Öğretide bilinen yazarlardan olan Özgenç de çok benzer bir yaklaşım ile mutlak terör suçları arasında sayılmış olan “ Anayasayı ihlal ” ( Türk Ceza Kanunu 309. Madde ), “ Yasama organına karşı işlenen suç ” ( Türk Ceza Kanunu 311. Madde ) ve “ Hükümete karşı suç ” ( Türk Ceza Kanunu madde 312 ) suçlarının, suç işlemek amacı ile kurulmuş olan silahlı bir örgütün faaliyeti etrafında işlenmiş olmasına gerek olmadan terör suçu olarak tavsif edilebileceği biçiminde ifade ediliyor bulunmaktadır. Bundan ötürü, üzerinde konuşulan bu suçları işleyen kişi ya da kişiler hususunda herhangi bir terör örgütüne üye olup olmadıklarına bakılmadan, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu hükümleri uygulanmaya konacaktır. Bu kanunda yazan hükümlerin uygulanması ise yargılamanın yapılacağı mahkeme, bu mahkemenin tabi olacağı usul, başvurulacak koruma tedbirleri ile hükmolunacak ceza miktarının belirlenmesi ve bu cezanın infazı açısından önem arz eden değişikliklere sebep olmuş olacaktır.

Bir terör eyleminin var olduğunun sayılabilmesi için “ bu fiilin herhangi bir örgüt faaliyeti etrafında işlenmesini ” bir şart olarak arammış olan Terörle Mücadele Kanunu 3. Maddesi, bu yönünden ötürü terör eylemi tanımının yapılmış olduğu Kanunun 1. maddesinden farklı bir yöne ayrılmaktadır. Öğretide, bu 2 madde arasında bakıldığında ise bir çelişki olduğu belli olmakta ve buna ek olarak bu kanunun 3. maddesinde belirtilmiş olan suçların yalnızca bir terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenebileceğine dair kesin olarak bir kanuni karinenin kabul edildiği şeklinde bir değerlendirme yapılmış olunarak bu tutarsızlığın giderilebileceği şeklinde ifade edilmektedir. Sonuç olarak söz konusu bu görüşe göre her ne kadar madde metninde herhangi bir terör örgütünün varlığını aramamış olsa da kanun koyucu bu suçların yalnızca bir terör örgütü tarafından işlenebileceğini varsaymış olduğundan Terörle Mücadele Kanunu 1. maddesindeki genel kural bu kısımdaki var oluşunu da korumaktadır. Ne var ki bize göre Terörle Mücadele Kanunu 1 ile 3. maddeler arasında herhangi bir çelişki bulunmamakta birlikte, bunun aksine 3 madde, 1. maddedeki genel düzenlemeye çok net bir şekilde istisna teşkil ettiği saptanmaktadır. Bu nedenden ötürü bu maddede yer almış olan suçların tek bir kişi tarafından işlenmesi halinde dahi tek bir terör suçu gündeme gelmiş olacaktır. Nasıl ki böyle bir kabul,  herhangi bir örgütsel bir birliktelik aranmadan da da terör eylemlerinin gerçekleştirilebilir olduğu ile ilişkin olmuş, gerek karşılaştırmalı hukukta gerek ise uluslararası sözleşmelerde benimsenmiş olan yaklaşım ile de bağdaştığı görülmektedir. Bu noktada konuyu bir örnek ile açıklamak gerekir ise; misal olarak bir mutlak terör suçu olan Cumhurbaşkanı’na suikast kurma suçunu işlemek amacı ile bir araya gelmiş olan 3 kişi olduğunu varsayalım. Sadece belirli bir suç işleme amacı ile bir araya gelmiş olduklarından ve bu noktada da bir süreklilik unsurundan bahsedilemeyeceğinden dolayı herhangi bir suç örgütünden ve bu nedenden ötürü de herhangi bir terör örgütünden bahsedilmesi gündeme gelmeyecektir. Veyahut bir araya gelmiş olan kişilerin sayısı 2 olmuş ise artık devamlılık unsurundan ziyade Türk Ceza Kanunu 220. Madde 1. Fıkrada yer almakta olan suç örgütü için asgari olarak 3 kişinin varlığı koşulu gündeme geleceğinden dolayı yine bir suç örgütünden bahsedilmesi mümkün olmayacaktır. Şu var ki bahsedilen bu 2 ihtimal dâhilinde de Cumhurbaşkanı’na suikast Terörle Mücadele Kanunu 3. maddesi uyarınca bir mutlak terör suçu olduğu sebebi ile bu eylemi gerçekleştiren kişiler herhangi bir örgüt üyesi olarak sayılmasalar bile artık birer terör suçu faili olarak kabul edilmeleri icap edecektir.

Nisbi Terör Suçları

Terörle Mücadele Kanunun 4. Maddesi uyarınca ise gerek Türk Ceza Kanunu gerek ise diğer kanunlarda hüküm altına alınmış bazı suçların, 1 ‘inci maddesinde belirtilmiş amaçlar doğrultusunda suç işlemek amacı ile kurulmuş olan bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlendiği takdirde terör suçu olarak tavsif edildiği belirtilerek 3. maddeden farklı bir düzenleme yapılmıştır. Söz konusu bu düzenlemede de “ nisbi ” terör suçlarına yer verilmiş bulunmaktadır. 5532 sayılı Kanun ile Terörle Mücadele Kanununa eklenmiş olan bu maddenin gerekçesinde ise bu yaklaşım şu biçimde ifade edilmiş bulunmaktadır: “ Terörle Mücadele Kanununun 4 ‘üncü maddesinde yapılmış olan yeni düzenleme ile terör örgütünün faaliyeti etrafında işlenen çeşitli birçok suçun da terör suçu sayılmış olacağı görüşü genelde kabul edilmiştir. Çeşitli suçlar, özelliği gereğince cebir, şiddet ya da tehdit içermeseler bile bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmeleri halinde terör suçu olarak kabul edilerek bu şekilde nitelendirileceklerdir. Misal verirsek eğer uyuşturucu madde imal ve ticareti, belgede sahtecilik, parada sahtecilik, kaçakçılık gibi suçlar bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde sık bir şekilde işlenebildikleri gözlemlenebilir… ” Bundan dolayı da Terörle Mücadele Kanunun 4. maddesinde yer verilmiş olan suçların, terör suçu sayılabilmesi için terör örgütü faaliyeti çerçevesinde işlenmiş olmaları gerekli ve yeterli olarak görülmektedir. Buna ek olarak bu söz konusu suçların hangi amaç ile işlendikleri bir önem arz etmemektedir. Aynı şekilde, gerekçede de ifade edilmiş olduğu üzere, bu söz konusu suçların, terör suçu olarak kabul edilebilmesi için cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ya da tehdit gibi belirtilen bu yöntemlerden biri ile işlenmesine de gerek kalınmış olunmamaktadır. Böyle olunca üzerinde konuşulan bu maddede sayılı olan suçlar, bir terör örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmeleri ihtimalinde ise yöntem ve amaç unsurunun var olup olmadığına bakılmaksızın terör suçu olarak tavsif edilmektedir. Mutlak terör suçlarında ise Terörle Mücadele Kanunu 1. maddedeki genel olarak terör kavramının tanımına, örgütsel birliktelik, amaç ve yöntem unsurları açısından bir istisna öngörülmüş olmakta iken, nispi terör suçlarında ise kanun koyucu, yalnızca yöntem ve amaç açısından terör suçuna bir istisna getirmiş olmaktadır.

Ne var ki bu noktaya gelindiğine göre özel bir hususu ifade etmekte fayda vardır. Gerek mutlak terör suçları gerek ise de nispi terör suçları açısından ilgili maddelerde gösterilmiş olan suç tiplerinde cebir ya da şiddet gibi unsurlar, maddi unsur olarak yer almakta ise de bizlerin bir terör suçundan bahsedebilmesi için bu unsurların varlığının aranması gerektiğinin unutulmaması lazımdır. Çünkü terör suçundan bahsedebilmesi için en başta atıf yapılmış olan suçun tüm unsurlarının gerçekleşmiş olmasının koşulu sağlanmalıdır. Bu sebepten dolayı her ne kadar madde 3 ve madde 4’te cebir ve şiddet unsurunun varlığı aranmaksızın bazı suçların terör suçu olarak kabul edileceği belirtilmiş olsa da söz konusu olan suçların kendi kanuni tanımlarında cebir ve şiddet ayrı bir şekilde belirtilmiş ise; artık bunların varlığı her durumda aranması gerekir. Çünkü bunun aksi bir durumu söz konusu olduğunda terör suçundan önce herhangi bir suçun varlığından dahi bahsetmek mümkün olmayacaktır. Sözgelimi madde 4 uyarınca belirtilmiş olan uyuşturucu ya da herhangi bir uyarıcı madde imal ve ticareti suçu, bir terör örgütü faaliyeti çerçevesinde icra edilir ise bu fiil herhangi bir cebir ve şiddet içermese de bir terör suçu olarak kabul edilmesi gerekir.  Zira 4. Madde de terör suçu açısından cebir ve şiddet unsuru aranmamış olduğu gibi, 188. maddede de cebir ve şiddet koşulları suçun bir unsuru olarak ele alınmadığı görülür. Şu var ki bir diğer yandan da örnek vermek gerekirse görüldüğü üzere madde 3’te yer verilmiş olan Anayasayı ihlal suçu ( Türk Ceza Kanunu madde 309 ) açısından birebir aynı sonuca varmamız mümkün olmaz. Çünkü bu suçu düzenlemiş olan Türk Ceza Kanunu madde 309’da “ Cebir ve şiddet kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti Anayasasının öngörmüş olduğu düzeni ortadan kaldırmaya ya da var olan bu düzen yerine farklı farklı başka bir düzen getirmeye veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs edenler ” cezalandırılmaktadır. Ayrıca buna dâhil olarak cebir ve şiddet suçun unsuru olarak kabul edilmiş olmaktadır. Bu sebepten dolayı da terör suçu olarak kabul edilebilmesi için madde 3 uyarınca ayrı olarak bahsi geçen bu suç cebir ve şiddet içermesi gerekmese dahi ilk olarak en başta bir suçun varlığına duyulmuş olan ihtiyaç sebebi ile Anayasayı ihlal suçunun unsuru olarak cebir ve şiddetin mutlaka tespit edilmesi gerekmektedir.

Yöntem

 Terör örgütleri siyasi amaçlarına ulaşabilmek için herhangi bir şiddet türünü kullanmaktan hiç çekinmeden şüphesiz bir şekilde kullanmaktadırlar.  Kural tanımaz yapıları içinde gerçekleştirdikleri eylemler ile en temel haklar içerisinde ilk sırada olan yaşam hakkını dahi hiçe saydıkları çok açık bir şekilde görülebilmektedir. Bunun ile beraber hukuk düzeni içinde anayasal haklarını kullanmış olan kişiler ile terör eylemlerini gerçekleştirmiş olan kişilerin ayırt edilmesi için “ terörizmin yöntemlerinin ” belirlenmesini gerektirmektedir. Türk kanun koyucu, Terörle Mücadele Kanunun 1 ve 7. maddelerinde, terör eylemlerinin, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ya da tehdit yöntemlerinden biri ile gerçekleştirilmiş olacağı söz konusu edilmektedir. Kanunun düzenlemesinden, cebir ve şiddetin zorunlu yöntemler; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ya da tehdit yöntemlerinin ise seçimlik yöntemler olduğu tam olarak anlaşılmaktadır. Bu kısma göre de terör eyleminden söz edilmesi, cebir ve şiddetin kullanılmasına ve bunun yanında da seçimlik hareketlerden en az bir tanesinin varlığına bağlı olmaktadır. Bu noktada Terörle Mücadele Kanunu madde 3 ve 4’te belirtilmiş olan mutlak ve nisbi terör suçlarında, yöntem unsurunun aranmadığının unutulmaması gerekir. Diğer bir yandan da herhangi bir terör eylemi gerçekleştirilir iken seçimlik hareket olan sayılan eylemlerden bir ya da ikisinin ya da hepsinin beraber kullanılması ve bu hareketlerin hukuki niteliği gereği suçun oluşması açısından herhangi bir önem arz etmeyecek fakat bu durum cezanın belirlenmesi aşamasında dikkate alınacaktır.

Cebir ve şiddet unsurlarının yanında seçimlik hareketler de beraber göz önüne alınmış olduğunda kanun koyucunun geniş bir şekilde ele almış olduğu bir düzenleme ile kanunda hiçbir şekilde herhangi bir eksiklik bırakmama yoluna gittiği anlaşılmaktadır. Bunun ile beraber terör eylemlerinde sık görülen ekseriyetle baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ve tehdit bir arada bulunmaktadır. Ayrıca bu sayılan durumların da birbirinden kolayca ayrılması da pek mümkün görünmemektedir. Gerçekten de Anayasa Mahkemesinde “ Görülüyor ki, inceleme konusu kuralda yer almış olan bütün kavramlar ya eş anlamlı ya da birbirine çok yakın anlamlı sözcüklerden meydana gelmektedir. Bir fiilin kavramlarından hangisinin içerisine girmiş olduğunun saptama çabası çoğu kez olanak bulamayabilir ” ifadeleriyle bu konuya işaret etmiştir olmaktadır. Söz konusu olan bu yaklaşımın belirlilik ilkesine aykırılık taşımış olduğuna ilişkin eleştirilere katılmamak mümkün olarak gözükmemektedir.

Amaç

 Terörle Mücadele Kanuna göre herhangi bir fiilin terör eylemi olarak kabul edilebilmesi için Anayasa’da belirtilmiş olan Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirme, Devletin ülkesi ve milletiyle bölünmez bütünlüğünü bozma, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürme, Devletin var olan otoritesini zaafa uğratma ya da yıkma veya ele geçirme, temel hak ve hürriyetleri yok etme ya da Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ya da toplumun genel sağlığını bozma amaçlarından en az birine sahip olması gerekir. Kanun koyucu, terör eylemlerini genel olarak Türkiye Cumhuriyeti’ni doğrudan doğruya hedef almakta olan tüm eylemleri kapsayacak şekilde düzenlemiştir. Diğer başka bir deyiş ile kanun koyucunun, terörizmi Türkiye Cumhuriyeti’ni korumaya yönelik olarak düzenlemiş olduğu anlaşılmaktadır. Bu açıdan baktığımızda Türkiye Cumhuriyeti’ne sınır komşusu olan bir ülkeye ya da Türkiye’nin menfaat içerisinde bulunmuş olduğu uluslararası bir örgüte karşı gerçekleştirilmiş olan fiiller de Türkiye’nin iç ve dış güvenliğini, kamu düzeni ya da toplumun genel sağlığını bozma amacını taşıması durumunda da Terörle Mücadele Kanunu kapsamında terör eylemi olarak kabul edilmesi icap edecektir.

Bu noktaya parmak bastığımızda, esas olarak Türkiye Cumhuriyeti’nde örgütlenmiş olan ya da faaliyetlerinin az veya çok bir kısmını Türkiye’de gerçekleştirmiş olan ne var ki münhasıran diğer başka ülkelerin aleyhine olarak faaliyet göstermekte olan örgütlerin durumu tartışma konusu yapılabilir. Söz konusu olan bu madde metninde bu tip örgütleri içine alan bir tanıma yer verilmediği görülmektedir. Buna rağmen usulüne göre yürürlüğe konulmuştur. Bu nedenden ötürü kanun hükmünde olan “ Terörizmin Finansmanının Önlenmesine Dair Uluslararası Sözleşme’” de bu tür bir ayrım yapılmamış olup bir hükümet ya da bir uluslararası örgüt ibaresine yer verilmiş olunmaktadır. Diğer bir ifade ile söz konusu olan Sözleşme, Terörle Mücadele Kanunun aksi olarak, terör örgütünün hangi hükümet ya da uluslararası örgüt aleyhinde faaliyet gösterdiği hususunda bir fark gözetme ihtiyacında olmamıştır. Türkiye mevzuatı ile tarafı olduğumuz Sözleşme arasındaki bu uyuşmazlığı kaldırmak adına da münhasıran yabancı ülkelerin ya da uluslararası örgütlerin aleyhine bir şekilde olmak ile beraber Terörle Mücadele Kanunu 1. Maddede yer almakta olan amaçları edinen bütün örgütlerin terör örgütü sayılması ile ilgili olarak bir değişiklik yapılması ihtimal dâhiline alınabilir.

Terör kavramını açıklamaya çalışırken terörün, sahip olmuş olduğu siyasi amaç ile diğer şiddet kullanımlarından ve bu sebepten ötürür suç örgütlerinden ayrıldığını yukarıda yer alan paragraflarda belirtmiştik. Bu kısımda ifade edilmesi gerekir ki bir terör örgütü, ilk başta hedeflenmiş olan sanki bir siyasi amaca hizmet etmiyor gibi gözüken bazı faaliyetlerde de bulunması olası olabilir. Bu durumun en tipik örneği olarak şu verilebilir: Bir terör örgütünün, maddi çıkar amacı ile gerçekleştirdiği eylemlerdir denilebilir. Şu var ki tüm bunlar, ikincil nitelik olarak yer edinir. Çünkü ekonomik kazanç, siyasi amacın gerçekleştirilmesine yönelik maddi kaynak sağlama arayışından başka bir şey olmadığı saptanabilir. Tüm bunlara dâhil olarak şu kısma dikkat edilmelidir ki bir terör örgütünün var olduğundan söz edebilmek için “ terör amacının ” tam anlamı ile net bir şekilde ortaya konulmuş olması gerekir. Kişiler, başka amaçlar ile misal verecek olursak ticari faaliyette bulunmak amacı ile bir araya gelmiş ne var ki aralarında var olan işbirliği esasında bazı suçların işlenebileceği olasılığını öngörmüş olabilirler. Bu aşamada ise “ terör amacı ” henüz, tam olarak net bir şekilde belirlenmemiştir. Bunun ile birlikte bir terör örgütünün varlığından söz edilemez. Buna ek olarak söz konusu amacın, örgütün tüm üyeleri için de ortak olması icap eder. İçlerinden birinin suç işlemek kastı ile hareket etmesi, terör örgütünün var sayılabilmesi için yeterli bir neden değildir. Bu noktada ise hatanın, kastı ortadan kaldıracağı kısmı göz ardı edilmemesi gerekir.

Örgütsel Birliktelik

 Günümüzde  “ terör tanımı ” başlığını taşımakta olan Terörle Mücadele Kanunu 1. maddesi, 2006 yılında 5532 sayılı Kanun ile yapılmış olan değişikliğin hemen öncesinde “ terör ve örgüt tanımı ” adlı başlık altında düzenlenmekteydi ve terör kavramının yanında örgüt tanımına da yer verilmekteydi. Ne var ki 2005 yılında yürürlüğe girmiş olan 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda genel bir örgüt tanımına yer verilerek Türk Medeni Kanununda yer alan örgüt tanımı ilga edilmiş olmaktadır.  Bu değişikliğin nedeni olarak ise Türkiye Cumhuriyeti’nin taraf olmuş olduğu “ Sınır Aşan Örgütlü Suçlara Karşı Birleşmiş Milletler Sözleşmesi” madde 2/a hükmüne paralel bir şekilde 5237 sayılı Türk Ceza Kanunun 220. maddesinde genel bir örgüt düzenlemesinin yapılmış olması ve Terörle Mücadele Kanununda ayrı bir şekilde örgüt tanımına yer verilmesine artık ihtiyaç olmasına gerek kalmamasıdır. Terörle Mücadele Kanunundan örgüt tanımının kaldırılmış olması, kural olarak terör ile ilgili fiillerin örgüt faaliyeti etrafında işlenme zorunluluğu unsurunu da ortadan kaldırdığı düşünülmemelidir. Çünkü Kanun’un 1. maddesinde yapılmış olan terör eylemi tanımına baktığımızda “ örgüt ” zorunlu bir unsur olarak aranmaktadır. Bunun ile birlikte, Kanunu’nun terör amacı ile işlenen suçlarını düzenleyen 4. maddesinde de bu zorunluluk unsuru ifade edilmiş ve belirtilen bu suçların ancak ve ancak bir terör örgütünün faaliyeti dâhilinde işlenmiş olması halinde terör suçu sayılacağı biçiminde ifade edilmiştir.  Bundan dolayı da terör tanımının icap etmiş tüm unsur ve hususları taşımak ile birlikte, somut olayda örgütsel bir birlikteliğin var olmuş olacağından eğer söz edilemiyor ise gerçekleştirilmiş olan bu fiiller terör eylemi olarak tavsif edilemez. Şu da var ki biz, örgütsel birlikteliği “ Suç Örgütü ” başlığı altında inceleyip ele aldığımızdan dolayı bu unsura, bu kısımda ayrı olarak yer vermiyoruz. 5532 sayılı Kanun ile yapılmış olan değişiklik sonrası Terörle Mücadele Kanunu madde 1’de yer verilmiş olan terör suçunu izah ederken de Terörle Mücadele Kanunu madde 7 bağlamında da bir terör örgütüne değinirken de özel hükümler içermiş olan Terörle Mücadele Kanuna göre genel bir hüküm niteliği taşımakta olan Türk Ceza Kanununun 220. Maddesinde yer alan suç örgütü tanımının esas alınacağına değinmek ile iktifa ediyoruz. Bir diğer yandan günümüze baktığımızda ise bir terör örgütünün faaliyeti etrafında işlenmiş olan terör eylemlerinin, bireysel olarak da meydana getirilebileceği kabul edilmesi gerektiği şeklinde ifade edilmektedir. Gerçekten de 2010 yılında uluslararası suç örgütleri ile ve terörizm ile mücadele amacı için kabul edilmiş olan “ Avrupa Birliği İç Güvenlik Stratejisi” ’ni ele aldığımızda, terörizm tehdidi önemini korumak ile birlikte ve sürekli olarak gelişmekte ve tehditler, artık, yalnızca örgüte üye olan teröristlerden değil, “ yalnız kurt ” ( lone wolf ) olarak tabir edilmekte olan bireysel eylemlerde bulunabilecek kişilerden de neden olmaktadır.  Misal vermek gerekir ise 2011 yılında Norveç’te 77 kişinin ölümü ile sonuçlanmış olan saldırıyı herhangi bir terör örgütü bağlantısı olmaksızın gerçekleştirmiş olan “ Anders Behring Breivik ”, İç Güvenlik Stratejisi’nde açıklanan yalnız kurt olgusuna örnek olarak gösteriliyor. Hemen belirtelim ki başlangıçta psikiyatrisiler tarafından konulan tanıda şizofren teşhisinde bulunulmuş olan Breivik’in, sonradan öğrenildiği üzere suç işlediği anda akıl hastası olmadığı ayırt etme gücüne sahip olduğu saptanmıştır. Ve yine 12 Haziran 2016 tarihinde Florida’da 49 kişinin ölümü ile sonuçlanmış ve ses getirmiş olan gece kulübü saldırısını gerçekleştiren Omar Mateen’in araştırıldığında herhangi bir örgüt ile doğrudan doğruya bir bağlantısı olduğu tespit edilemediğinden o da yalnız kurt olarak tavsif edilir.

Avrupa Birliği 2002/475/JHA sayılı “ Terörizm İle Mücadele Konsey Çerçeve Kararı” ’nda da terörün var olarak nitelendirilmesi için bir terör örgütünün varlığını aramamaktadır. Bir diğer taraftan da yukarıda yer vermiş olduğumuz Fransız Ceza Kanununda da diğer koşulların bulunması halinde terör eyleminin bireysel olarak gerçekleştirebileceği düzenlenmektedir. Buna karşı olarak da terörizmin, her daim örgütlü suçluluk olduğu şeklinde de bir ifade mevcuttur. Bu durumda, öğretide, terör tanımının yapılmış olduğu Terörle Mücadele Kanunu 1. maddede örgütsel bir birlikteliğin zorunlu bir unsur olarak belirtilmiş olması ve bireysel olarak işlenebilen terör suçuna yer verilmemesi bir eksiklik olarak değerlendiriliyor. Şöyle bir durum var ki yukarıda detaylı bir biçimde açıklandığı üzere 1. maddeye istisna getiren üçüncü madde hâlihazırda, bireysel olarak meydana getirilen terör eylemlerine imkân tanımış olmaktadır.

Terör Örgütünün Tanımı

Terörle Mücadele Kanununda doğrudan doğruya bir terör örgütü tanımı yer almamaktadır. Bununla beraber söz konusu olan bu kanunun 1. maddesinde terör tanımına ve bu tanımın içerisinde olan amaç unsuruna da yer verildikten sonra 7. maddede “ Cebir ve şiddeti kullanılıp baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ya da tehdit yöntemleri ile 1. maddede belirtilmiş olan amaçlara yönelik olarak suç işlemek üzere, terör örgütü kuranlar ” şeklinde yer almıştır.  Bu maddelerden, terör örgütünün, söz konusu yöntemler ile Terörle Mücadele Kanunun 1.maddesinde belirlenmiş olan amaçlara erişebilmek için meydana gelmiş örgüt olduğu anlaşılmaktadır. Bu nedenden ötürü terör örgütü ile ilgili bir tanım yaparken ilk olarak Terörle Mücadele Kanunu madde 7 ve madde 1 göz önünde bulundurulması gerekir. Bir diğer yandan mutlak terör suçlarını düzenlemiş olan Terörle Mücadele Kanunun 3. Maddesinin Kanun’un 7. maddesinde açıklanan terör örgütü tanımına bir istisna olarak getirdiği biçiminde düşünülebilir. Şöyle ki 3. maddede yazılı olan suçlar, örgütsel bir birliktelik ya da terör amacı ya da terör yöntemi olmadan işlenmeleri durumunda dahi terör suçlarıdır. Bu durumda da mutlak terör suçlarını işlemek üzere kurulmuş olan bir örgüt de başka hiçbir koşula bağlı olmadan bir terör örgütü olarak kabul edilebilmesi düşünülebilir. Ancak şu var ki bu yaklaşım, Terörle Mücadele Kanunun 3. maddesinden hareket edilerek 7. maddede ele alınan terör örgütü kavramını genişleten bir kıyas olmuş olacaktır. Zira Terörle Mücadele Kanunu, terör örgütünü 7. maddede tanımlamış olup 3. Maddede ise sadece terör suçlarını hüküm altına alınmıştır. Bu açıdan baktığımızda 3. maddeden hareket ile meydana çıkarılacak bir terör örgütü tanımı, kıyas yasağını ihlal etmesi sebebinden ötürü Türk Anayasasına aykırı olmuş olacaktır. Bundan dolayı 7.ve 1. maddeden hareket ile Türk ceza hukukunda terör örgütü şimdi belirteceğimiz bir şekilde tanımlanabilir: Cebir ve şiddeti kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme ya da tehdit yollarından biri ile Anayasada belirtilmekte olan Cumhuriyet’in özelliklerini, siyasî, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devlet’in ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devleti’nin ve Cumhuriyet’in var oluşunu tehlikeye düşürmek, Devletin otoritesini zaafa uğratmak ya da yıkmak veya ele geçirmek, temel hak ve hürriyetleri yok etmek, Devlet’in iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini ya da toplumun genel sağlığını bozmak amacı ile her türlü suç teşkil eden eylemleri işlemek üzere kurulmuş olan örgüt, terör örgütüdür.

Terör Örgütünün Suç Örgütünden Olan Farkı

Yazımızın başlangıcında Türk Ceza Kanunu 220. maddede düzenlenmiş olan suç örgütünü ele almıştık. Bu düzenleme, Türk ceza hukukunda yer alan silahlı örgüt ( Türk Ceza Kanunu madde 314 ) ve terör örgütü ( Terörle Mücadele Kanunu madde 7 ) için genel ve tamamlayıcı tavsif edilmektedir. Belirtilen bu konu 5532 sayılı Kanun’un gerekçesinde de beyan edilmiştir. Bu açıdan Terörle Mücadele Kanunu 7. maddede hüküm olmayan durumlarda, özellikle de örgüt tanımı ile ilgili olarak, suç işlemek amacı ile örgüt kurma suçuna ilişkin hükümler gündeme alınacaktır. Bu durumda da terör örgütünün,  diğer genel suç örgütünden ayrılmış olduğu noktaların belirlenmiş olması icap eder. Amaç ve yöntem, terör örgütünü, diğer genel suç örgütünden ayırmakta ve ayrı olarak özel hüküm olarak tavsif edilmesini sağlamaktadır. Suç örgütünün amacı genel olarak Kanun’un suç saymış olduğu fiilleri işlemek olarak belirlenmişken terör örgütünün amacı ise tahdidi olarak belirlenmek suretiyle suç örgütünün amacına nazaran daraltılmıştır.

İkinci olan farklılığı ele aldığımızda örgütlerin kullanmış oldukları yöntemlerde aşikâr olmaktır. Kanun koyucu, temel olarak genel suç örgütü için herhangi bir yöntem belirlememiş gözükmektedir. Buna karşın olarak terör örgütü eylemlerini gelgelelim cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma altında veya yıldırma, sindirme ya da tehdit yöntemlerinden birini seçerek işleyebilir. Bir diğer yandan bizim görüşümüze göre, örgütün silahlı olmasını terör örgütü için zorunlu bir unsur kabul etmediğimizden dolayı her 2 örgütünün varlığı için de silah bir zorunlu unsur olarak aranmamaktadır. Şu var ki silahın, elverişlilik açısından, bir terör örgütü ile suç örgütü bakımından farklı farklı değerlendirilmeye alınacağının unutulmaması gerekir.  Ayrıca şunu da eklememiz gerekir ki silah, suç örgütü açısından nitelikli hal olarak düzenlenmiş iken terör örgütü için bu yönde herhangi bir düzenleme bulunmamaktadır. Bu sebepten dolayı silah, terör örgütünün zorunlu unsuru sayılmadığı gibi nitelikli hali olarak sayılmamaktadır.

Terörle Mücadele Kanununda yer almakta olan hükümlere baktığımızda terör eyleminin zorunlu olarak silahlı bir şekilde gerçekleştirilmesi ve budan dolayı da olarak terör örgütünün, mutlaka silahlı olması icap ettiğine ilişkin açık bir hükme rastlanmadığını belirtmiştik. Sonuç olarak yalnızca gerekçeden hareket ile Terörle Mücadele Kanunun lafzına aykırı bir şekilde ileri sürülen, terör örgütünün kesinlikle silahlı olması gerektiğine ilişkin görüşe katılmıyoruz. Cebir ve şiddet unsurları her halde kesin olarak silah ile sağlanmak durumunda olmamaktadır. Bu nedenle terör örgütü için silah, özel bir araç ve yöntem ve aynı zamanda elverişlilik hususunda ehemmiyetli bir hareket noktası olarak değerlendirilmeye alınabilir. Sonuç itibari ile terör kavramının tanımında yer almış unsurlara sahip olan bir örgütün, silahlı olup olmadığına bakılmaksızın terör örgütü olarak tavsif edilmesi gerekir. Gerçekten yakın tarihli Yargıtay kararlarını ele aldığımızda ise “ Hizb-ut Tahrir ” adlı örgütün “ silahsız terör örgütü ” olarak tavsif edildiği açıkça görülmektedir. Bundan dolayı da Yüksek Mahkeme’nin silahı, terör örgütünün zorunlu bir unsuru olarak görmediğini anlamaktayız.

SİLAHLI ÖRGÜT SUÇU (TCK 314)

5237 sayılı Türk ceza kanununun dördüncü kısmının millete ve devlete karşı suçlar ve son başlığı altındaki beşinci bölümünün anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlığı altında 314. maddede silahlı örgüt suçu düzenlenmiştir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun 314. maddesinde düzenlenmiş olan silahlı örgüt suçuna göre millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının dördüncü ve beşinci bölümlerinde yer alan suçları işlemek amacıyla, silahlı örgüt kuran ya da yöneten kişi on yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Kurulmuş olan bu örgütün üye olan kişilere beş yıldan on yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekli olur. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna dair diğer hükümler bu suç bakımından aynen uygulama bulur.

Öyle ki silahlı örgüt suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunun dördüncü kısmının dördüncü ve beşinci bölümlerinde yaralan suçları işlemek amacıyla kurulduğunda gündeme gelmektedir. Burada dördüncü ve beşinci bölümün içerisinde yer alan suçlardan bahsetmemiz mümkündür.

5237 sayılı Türk ceza kanununun dördüncü kısmının dördüncü bölümünde devletin güvenliğine karşı suçlar düzenlenmiştir. Bu suçlar devletin birliğini mülkü bütünlüğünü bozmak, düşmanla işbirliği yapmak, devlete karşı savaşa tahrik, temel milli yararlara karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama, yabancı devlet aleyhine asker toplama, askeri tesisleri tahrip ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma, düşman devletin maddi ve mali yardım olarak karşımıza çıkmaktadır. Bunların neler olduğundan bahsetmemiz mümkündür. İlk olarak devletin birliğini ve Ülkü bütünlüğünü bozmak suçu ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Devlet topraklarının tümünü ya da bir kısmını yabancı bir devletin egemenliği altına koymaya ya da devletin bağımsızlığını zayıflatmaya ya da birliğini bozmaya ya da devletin egemenliği altında bulunan topraklardan bir kısmını devlet idaresinden ayırmaya dair bir eylemde bulunan kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılır. Bu suçun işlenmesi esnasında farklı suçların işlenmesi durumunda ayriyeten bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre ceza hükmü bulunması gerekir. Bu madde içerisinde tanımlanmış olan suçların işlenmesi durumunda tüzel kişiler ile ilgili olarak onlara özgü güvenlik tedbirleri söz konusu olur.

Devletin güvenliğine karşı suçlar başlığı altında yer alan dördüncü bölüm içerisindeki 303. maddedeki bir diğer suç düşmanla işbirliği yapmaktır. Türkiye cumhuriyeti devleti ile savaş durumunda olan devletin Ordusu içerisinde hizmet kabul eden düşman devletinin yanı sıra Türkiye cumhuriyeti devletine karşı silahlı mücadeleye girmiş olan vatandaş müebbet hapis cezası ile cezalandırılması gerekir. Düşman devlet ordusu içerisinde herhangi bir komuta görevi üstlenmiş olan vatandaş ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılır. Söz konusu durumlardaki suçların işlenmiş olması esnasında farklı suçların işlenmesi durumunda ayriyeten bu suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre ceza verilmesi gerekli olur. Savaş zamanı içerisinde düşman devlet toprağında söz konusu. Devlet ordusunda hizmeti almak mecburiyetinde kalan vatandaş ile ilgili olarak bundan kaynaklı olarak cezayı bulunmaz.

5237 sayılı Türk ceza kanunun dördüncü kısmının dördüncü bölümünü devletin güvenliğine karşı suçlar başlığı altındaki düzenlenmiş olan 304. maddedeki suç devlete karşı savaşı tahriktir. Türkiye cumhuriyeti devletine karşı savaş açması ya da hastane hareketler içerisinde bulunması için yabancı devlet yetkililerini tahrik eden ya da bu amaca dair olarak yabancı devlet yetkilileri ile işbirliği yapan kişi on yıldan 20 yıla kadar hapis cezasına çarptırılması gerekli olur. Bu uygulama içerisinde Türkiye cumhuriyeti devletinin güvenliğine karşı suç işlemek üzere meydana getirilmiş örgütlerin doğrudan ya da dolaylı olarak desteklenmesi hasmane hareket olarak kabul görülmektedir. Söz konusu madde içerisinde tanımlanmış suçun işlenmiş olmasından kaynaklı olarak tüzel kişiler ile ilgili bunları özgü güvenlik tedbirleri hüküm olması gerekir.

Devletin güvenliğine karşı suçlar içerisinde yer alan bir diğer suç temel milli menfaatlere karşı faaliyette bulunmak amacı ile yarar sağlamadır. Bu suç 305. madde hükümleri içerisinde düzenlenmiştir. Temek milli faydalara karşı eylemlerde bulunmak amacıyla ya da bundan kaynaklı olarak yabancı kişi ya da kuruluşlardan doğrudan doğruya ya da dolaylı bir şekilde kendisi ya da bir başkası için maddi fayda sağlamış olan vatandaşa veya Türkiye’de bulunmuş olan yabancıya üç yıldan on yıla kadar hapis ve 10.000 güne kadar adli para cezası verilmesi gereklilik teşkil eder. Fayda sağlamış olan ya da vaat eden kişi ile ilgili olarak aynı ceza verilmesi gerekir. Eylemin savaş esnasında işlenmiş olması durumunda verecek olan ceza yarı oranında artırılır. Suç savaş hali haricinde işlenmiş olduğu durumda bundan kaynaklı olarak kovuşturma yapılması adalet bakanının iznine bağlı olmaktadır. Burada söz konusu olan temel bile yararlar deyiminden bağımsızlık, toprak bütünlüğü, milli güvenlik ve cumhuriyetin anayasa belirtilmiş olan temel niteliklerin anlaşılması gerektiği önem teşkil eder.

5237 sayılı Türk ceza kanununun dördüncü kısmının millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlığı altında devletin güvenliğine karşı suçlar başlıklı dördüncü bölüm içerisinde yer alan 306. maddedeki suç yabancı devlet aleyhine asker toplama suçudur. Türkiye devletine savaş tehlikesi ile karşı karşıya koyacak bir şekilde yetkisiz olarak yabancı bir devlete karşı asker toplanmış olan veya diğer hasmane hareketlerde bulunmuş olan kişiye beş yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Eylemin neticesinde savaş meydana gelir ise suçun faili konumunda yer alan kişi müebbet hapis cezası verilir. Eylem yalnızca yabancı devlet ile Siyasal ilişkileri bozacak ya da Türkiye devleti ya da Türkiye vatandaşlarına misilleme tehlikesiyle karşı karşıya bırakacak nitelik taşıyor ise suçun faili konumunda yer alan kişi iki yıldan sekiz yıla kadar hapis cezası verilir. Siyasal ilişki kesilir ya da misilleme ortaya çıkar ise üç yıldan on yıla kadar hapis cezasına hüküm olunur. Bahsetmiş olduğumuz yabancı devlet aleyhine asker topluma suçuna yer veren 306. madde içerisinde yer alan suçun kavuşturulması adalet bakanının iznine bağlı olmaktadır. 306. madde hükümleri içerisinde fiili savaş halinde ülke topraklarının tümünü ya da bir Kasım’da işgal eden yabancı devlet kuvvetlerine karşı meşru bir daha fa amaçlı dini hareketleri hakkında bu maddenin uygulanması mümkün olmaz.

5237 sayılı Türk ceza kanunu milleti ve devleti karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının devletin güvenilirliğine karşı suçlar başlıklı dördüncü bölüm içerisinde yer alan 307. maddedeki suç askeri tesisleri tahrik ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşmadır. Devletin Silahlı kuvvetlerine ait nitelik taşıyan ya da hizmetine verilmiş olan kara, deniz ve hava ulaşım araçlarına yolları müesseseleri depoları ve diğer askeri tesisleri bahsetmiş olduklarımız henüz tamamlanmamış olsalar dahi kısmen ya da tamamen tahrip eden veya geçici bir süre için dahi olsa kullanılması mümkün olmayacak duruma getiren kişiye altı yıldan 12 yıla kadar hapis cezasını verilmesi gerekli teşekkür eder. 307. madde içerisinde düzenleme buluşalım askeri tesisleri tahrik ve düşman askeri hareketleri yararına anlaşma suçunun Türkiye ile savaş halinde bulunan bir devletin çıkarı için işlem bir şey olması ve devletin savaş hazırlıkları ya da savaş kudreti ve yeteneğini ya da askeri okul hareketlerini tehlikeye koymuş olması durumunda ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına hüküm olunması gerekir. Tahrip ya da kullanılması mümkün olmayacak duruma gelme 307. maddenin birinci fıkrası içerisinde belirtilmiş olan bina tesis ya da eşyayı elinde bulundurmuş olan ya da korumak ve gözetmek ile sorumluluk altında olan kişinin taksimi neticesinde ortaya çıkmış ya da bundan kaynaklı olarak suçun işlenmesi kolaylaşmış ise bu kişiyle ilgili olarak bir yıldan beş yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Savaş esnasında Türkiye devleti zararına bir şekilde düşman askeri hareketlerini kolaylaştırmak ya da Türkiye devletinin askeri hareketlerine zarar vermek amacı ile yabancı ile yarın anlaşan ya da anlaşma olmasa dahi aynı sonuçlar ortaya çıkarmaya yönelik eylemleri işleyen kişi on yıldan 15 yıla kadar hapis cezası verilmesi önem teşkil eder. 307. maddenin dördüncü fıkrası hükümleri içerisinde tanımlanmış olan hususlarda düşman askeri hareketleri eyleminin kolaylaşmış ya da Türk devletin askeri hareketleri zarara uğramış ise suçun faili konumunda yer alan kişiye ağırlaştırılmış muhabbet hapis cezası verilmesi gerekir. Burada bahsetmiş olduğumuz bir önceki hususlar yani 307. maddenin dördüncü ve beşinci fıkraları içerisinde yazılı suçları işleyen kimse ile anlaşan yabancı aynı ceza ile sorumlu olur. Bahsetmiş olduğumuz hususlardaki yani 307. maddenin fıkralarında yazılı eğlendiren Türkiye devleti ile aralarında savaş için ittifak ya da iştirak olan devlet zararına bir şekilde Türkiye’de işlenmiş olması durumunda bu madde hükümleri uygulama bulur.

Millete ve devlete karşı suçlar ve sonra günden başlıklı dördüncü kısmen devletin güvenliğine karşı suçlar başlıklı dördüncü bölümünü 308. maddesinde düşman Devlete maddi ve mali yardım suçu düzenlenmiştir. Bu madde hükümlerine göre Türkiye cumhuriyeti devletine savaş durumunda olduğu devlete savaş esnasında Türkiye cumhuriyeti devletinin aleyhine kullanması mümkün olabilecek her türlü eşyayı karşılıklı ya da karşılıksız doğrudan ya da dolaylı bir şekilde veren vatandaş beş yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu hüküm Türkiye’de oturan yabancı hakkında da uygulama bulur. Savaş esnasında düşman devlet faydasını yapılan borçlanmalara ya da Sebebi ne olursa olsun ödemelere katılan ya da bunları daire işlemleri kolaylaştırma eğiliminde bulunan Vatandaşı ya da Türkiye’de Turan yabancı aynı ceza verilir. Savaştan önce başlamış olsa dahi 308. maddenin ilk fıkrasında yazılı olan durumlar haricinde her nerede olursa olsun düşman devlet vatandaşlığını düşman değerli Toprakları içerisinde oturmuş olan diğer kişilerle Türkiye devleti aleyhine ya da düşman devletin savaş gücüne olumlu etki yapacak özellikte doğrudan veya dolaylı bir şekilde ticaret yapan Vatandaşı ya da Türkiye içerisinde oturan yabancı iki yıldan beş yıla kadar hapis ve 10.000 güne kadar adli para cezası verilir. 308. madde hükümleri içerisinde yer alan fıkralar içerisindeki eylemlerin düşman devletleri ile aralarında savaş için ittifak ya da iştirak olan devlet faydasını işlenmesi durumunda bu madde hükümleri uygulama bulur.

5237 sayılı Türk ceza kanunun millete devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının beşinci bölümü anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlığını taşımaktadır. Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümde anayasayı ihlal, cumhurbaşkanı suikast ve fiili saldırı, yaşama organına karşı suç, hükumete karşı suç, Türkiye cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan, silahlı örgüt, silah sağlama ve suç için anlaşma suçları düzenlenmiştir.

Anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümün içerisinde yer alan 309. madde anayasayı ihlal suçunu düzenlenmiştir. Bu suç hükümlerine göre cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Cumhuriyeti’nin yasasının öngörmüş olduğu düzeni ortadan kaldırmaya ya da bu düzen yerine farklı bir düzen ortaya çıkarmaya veya bu düzenin fiilen uygulanmasını önlemeye teşebbüs de bulunanlar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılırlar. Söz konusu olan suçun işlenmesi esnasında farklı suçların işlenmesi durumunda ayriyeten bu suçlardan kaynaklı olarak ilgili hükümlere göre cezaya hüküm olunması gerekir. Anayasayı ihlal suçunu düzenlenmiş olan 309. madde hükümleri içerisinde tanımlanmış suçların işlenmesi dolayısıyla tüzel kişiler ile ilgili olarak onlara özgü güvenlik tedbirleri ne hüküm olunması gerekir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümü içerisinde yer alan bir diğer suç 310. maddede yer alan cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırıdır. Cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı suçu hükümlerine göre cumhurbaşkanı konumunda yer alan kişiye suikastta bulunmuş olan kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasına çarptırılır. Bu eyleme teşebbüs edilmiş olması durumunda söz konusu olması halinde suç tamamlanmış gibi cezai hüküm olunur. Öyle ki bu sur teşebbüse imkân veren bir suç değildir. Teşebbüs halinde söz konusu olması durumunda bile suç tamamlanmış gibi cezaya hüküm olunur. Öyle ki bu suçun teşebbüse elverişli bir suç olduğundan bahsetmemiz mümkün değildir. Burada cumhurbaşkanına karşı diğer eğilimi saldırılarda bulunan kişi ile ilgili olarak ilgili suçu dair ceza yarı oranında artırılarak hüküm olunur. Fakat bu suretle verecek olan ceza beş yıldan az olmaması gerekir.

5237 sayılı Türk ceza kanunun millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümü içerisinde yer alan bir diğer suç 311. madde içerisinde yer alan yaşama organına karşı suçtur. 311. maddedeki yaşama organına karşı suç hükümlerine göre cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye Büyük Millet Meclisi ne ortadan kaldırmaya ya da Türkiye büyük millet Meclisi’nin görevlerini kısmi bir şekilde ya da tamamıyla yapmasını engellemeye teşebbüs de bulunanlar ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılması gerekli olmaktadır. Böyle bir suçun işlenmiş olması esnasında farklı suçun işlenmiş oldu durumun mevcut olması halinde ayriyeten suskun suçlardan dolayı ilgili hükümlere göre ceza verilmesi gerekli olur.

5237 sayılı Türk ceza kanununun millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının içerisinde yer alan anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümünün içerisinde mevcut olan bir diğer suç 312. madde içerisinde düzenlenmiş olan hükumete karşı suçtur. Cebir ve şiddet kullanmak suretiyle Türkiye cumhuriyeti Hükümetine ortadan kaldırmaya ya da Türkiye cumhuriyeti Hükümeti’nin görevlerini yapmasına kısmi bir şekilde ya da tamamen engellemeye teşebbüste bulunan kişiye ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası verilir. Söz konusu suçun işlenmiş olması esnasında farklı suçların işlenmiş olması durumun söz konusu olması halinde ayriyeten bu suçlardan kaynaklı olarak ilgili hükümlere göre ceza hükmü bulunmaktadır.

5237 sayılı Türk ceza kanununun millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümünün hükümleri içerisinde 313. maddede Türkiye cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan suçu düzenlenmiştir. Bu suç hükümlerine göre halka, Türkiye cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı bir isyana tahrik etmiş olan kişiye 15 yıldan 20 yıla kadar hapis cezası verilmektedir. İsyanım gerçekleşmiş olduğu esnada tahrik etmiş olan kişiyle ilgili olarak 20 yıldan 25 yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekli olur. Türkiye cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyanı idare etmiş olan kişi ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası ile cezalandırılmaktadır. Bu söz konusu olan isyana katılma da bulunan diğer kişileri altı yıldan on yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekir. Burada bahsetmiş olduğumuz suçların devletin savaş durumunda olmasını sağlamış oldu kolaylıktan faydalanmak suretiyle işlenmiş olması durumunu söz konusu olması halinde ulaştırılmış muhabbet hapis cezası verilmesi gerekir. Öyle ki burada tanımlanmış olan suçların işlenmiş olması esnasında farklı suçların işlenmesi durumunda söz konusu olmuş ise ayriyeten bu suçlardan kaynaklı olarak ilgili hükümlere göre ceza verilmesi gerekli olmaktadır. Öyle ki burada gerçek içtima uygulanır.

5237 sayılı Türk ceza Kanunu’nun millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümü hükümleri içerisinde 315. maddede silah sağlama suçu düzenlenmiştir. Bu madde hükümlerine göre 314. maddede tanımlanmış olan örgütlerin eylemlerinde kullanılmak amacıyla bunların amaçlarını bilerek ve bu örgütler üretmek satın almak ya da ülkeye sokmak suretiyle silah temin eden nakil eden ya da depolayan kişi on yıldan 15 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılmaktadır.

5237 sayılı Türk ceza kanununun milleti ve devleti karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısım içerisinde yer bulmuş olan anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölümü içerisinde söz konusu olan son madde suç için anlaşma suçudur. Bu madde hükümlerine göre Millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmın dördüncü ve beşinci bölümleri içerisinde mevcut olan suçlardan herhangi birine elverişli ve hastalar ile işlemek üzere iki ya da daha fazla kişi maddi olgular ile belirlenmiş olan bir biçimde anlaşma sağlar ise suçların ağırlık derecesine göre üç yıldan 12 yıla kadar hapis cezası verilmesi gerekli olmaktadır. Amaçlanmış olan suç işlenmeden ya da anlaşma dolayısı ile soruşturmaya başlanmadan önce bu ittifakta çekilen kişilere ceza verilmeyecektir.

Silahlı Örgüt Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunu, hükümleri içerisinde kanuni hükümlerinde sınırlı olarak sayılı bazı suçları işlemek amacı ile silahlı bir örgüt kurma ya da kurulmuş bir örgütü yönetme veya bu örgüt içerisinde üye konumunda bulunma eylemlerini ayrı suçlar olarak tanımlamıştır. Öyle ki silah kullanan suç örgütleri 5237 sayılı Türk ceza kanunun 220. maddesinin üçüncü fıkrası kapsamı içerisinde değerlendirilmektedir. Ancak silahlı örgüt 5237 sayılı Türk ceza kanunun ikinci kitabının dördüncü ve beşinci kısmı altında yer alan suçları işlemeyi amaç edilmesi gerekli olmaktadır. Bu suçlar ise devletin güvenliğine karşı suçlar başlıklı dördüncü bölüm içerisinde mevcut olan devletin birliğini ülkenin bütünlüğsuünü bozmak, düşmanla işbirliği yapmak, devlete karşı savaşı tahrik, temel milli yararları karşı faaliyette bulunmak için yarar sağlama, yabancı devlet aleyhine asker toplama, askeri tesisler tahrik ve düşman askeri hareketleri yararını anlaşma, düşman devlete maddi ve mali yardım, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar başlıklı beşinci bölüm içerisinde mevcut olan anayasayı ihlal, cumhurbaşkanına suikast ve fiili saldırı, yaşama organına karşı suç, hükümete karşı suç ve Türkiye cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isim suçları olarak karşımıza çıkmaktadır. Olan bölümlerde söz konusu olan suç tipleri amaç suç özelliği taşıyıp silahlı örgüt meydana gelmesi ile belirlenmiş olan bu amacı dair devlete karşı ağır ve yakın zarar tehlikesi ortaya çıkaracak özellikte hazırlık hareketleri olmasından kaynaklı olarak araç suç özelliği içerisinde sayılmıştır. Mevcut olan tüm kişilerinin silahlı olması zorunluluğu teşkil etmesi de örgütün amaç suçları işlemeyi elverişli düzeyde silaha sahip olması gereklilik teşkil etmektedir. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 314. maddesinin üçüncü fıkrasının içerisinde suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçuna dair diğer hükümlerin bu suç açısından aynen uygulama bulacağı kabul görmüştür. Öyle ki silahlı örgüt suç örgütünün amaç ve araç açısından özelini ifade etmesinden kaynaklı olarak 5230 sayılı Türk ceza kanunun 220. maddesi ile 5237 sayılı Türk ceza kanunun 314. maddesi arasında genel özel norm ilişkisi taşıdığını söylememiz mümkündür.  Avrupa insan hakları Mahkemesi Türkiye lehine olmayacak bir şekilde karar vermiş olduğu güncel tarihli bir karar içerisinde örgütün herhangi bir silahlı eyleme karışmadığı mahkemeler tarafından tespit edilmiş olmasına rağmen örgütün bu amaçla bir eylem planı veya benzeri eylemsel tedbirler benimseyip benimsemediğin hususunun değerlendirilememiş olmasının eleştirilmesinin yanı sıra bu örgütün belirli amaçlarının ilanının dışında herhangi bir somut hazırlık hareketi eylemi ya da şiddet eylemlerinde bulmak için herhangi bir eylem şekline girişine dâhil bir eyleminin mevcut olmamasından kaynaklı olarak silahlı terör örgütünden bahsetmenin olası olmadığını ileri sürmüştür. Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin bu kararı içerisinde örgütün nihayetinde fiziki bir şiddet seviyesine karşılık gelen güç ve şiddet suretiyle suç işlemeyi amaç edilmesi gerekli olduğu gibi bunu manevi unsurun örgütü terörizm aşamasına getirmiş oldu sonucunu ortaya çıkaracak şiddet ve ağırlık derecesi de dâhil olmak şartıyla suç meydana getiren unsurlar ile nasıl ilgili olduğunun açık bir şekilde ortaya koymasına gerekli olduğuna da işaret edilmiş olmaktadır.

Burada bahsedilmesi gereken bir diğer durum silahlı örgüte yardım suçu ile ilgili olan hususlardır. Avrupa insan hakları Mahkemesi bir kararı içerisinde 5237 Türk ceza kanunun 314. maddesi hükümleri içerisinde örgüt üyesi olma suçundan ceza vermek için eylemin süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk taşıyıp taşımadığının ve belirli bir hiyerarşik yapı altında olup olmadığının denetlenmesi gerekli olduğunu fakat bu maddenin 5237 sayılı Türk ceza kanununun 220. maddesinin yedinci fıkrası ile bağlantılı bir şekilde uygulanması halinde mahkemelerin bu kriterleri denetlemek zorunluluğu olmadan bu kriterleri aşırı geniş yorumlamak suretiyle ceza verdiğini ileri sürmüştür.

Terör Örgütü Nedir?

Örgütlü suçluluğun konusu içerisinde mevcut olan bir diğer husus terör örgütü kavramıdır.-Örgütü kavramı terör ve terörizm terimlerinin yanı sıra suç örgütü ve örgütlü suçluluğun incelenmesi ile ortaya çıkar. Latince olarak büyük korku, dehşet, panik, korku kaynağı anlamı taşıyan Terrorem ismi ile birlikte korkmak ilk ilmek anlamlarına karşılık gelen terrere fiilinden kaynağını almış olan terör kelimesi 14. yüzyıl Fransızcası içerisinde kullanılırken İngilizceyi terror olarak geçmiş bulunmaktadır. Türkiye’de ise Türk kelimesinin sözlükteki karşılığı “Yıldırı” olarak düzenlenmiştir. Milletler cemiyetinin 1934 yılı içerisinde turizmin önlenmesi ile ilgili bir anlaşma hazırlama girişiminden sonra terör ve Turizm uluslararası hukukun gündemi içerisinde mevcut olan bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır. Terörizm bazı ülkeler içerisinde özel bir kanun ile hüküm altına alınmıştır. Bununla birlikte bazı ülkelerde ise genel ceza kanunu hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. Terör Siyasal bir kavram olmasından kaynaklı olarak farklı tanımları içerisinde barındıran bir kavram olarak karşımıza çıkmıştır. Bundan kaynaklı olarak 1936 yılı ile 1981 yılları arası içerisinde 109 farklıdır oturumunuz söz konusu olduğunu söylememiz mümkündür. Avrupa insan hakları Mahkemesi’nin kararlarının incelenmesi ile şunu söyleyebiliriz getiririm doğrudan bir tanımının bence o diyeti söz konusu değildir. Bununla birlikte oturur ile mücadele edilmesi suretiyle sözleşmeye aykırılık meydana getirmemek adına olması gerek olan tedbirleri örnekle diye söylemek mümkündür. Bununla birlikte türü tanımlama ya çalışmış olan kurumların içerisinde birisi İslam konferansı örgütüdür. İslam konferans örgütünün yapmış olduğu tanıma göre terörizm saik ve kastına bakılması durumu söz konusu olmaksızın halkı terörize etmek ya da ona zarar verme tehdidinde bulunmak ya da halkın yaşamları onurları özgürlükleri güvenlikleri ya da haklarını tehlike altına atmak ya da bir kamu hizmetinin ya da kamu ya da özel mülkü zarara sokma ya da onları işgal de bulunma ya da onlara el koyma ya da bir ulusal kaynağı ya da uluslararası hizmetleri tehlike altına sokma veya bağımsız devletlerin istikrar ülke bütünlüğü Siyasal birlikteliği ya da egemenliklerini tehdit altında bırakma kastıyla bir bireysel ya da toplu suç planına gerçekleştirmek amacıyla işlenmiş olan her türlü şiddet eylemi ile bu tür eylem tehdidinde bulunma olarak karşımıza çıkmaktadır.

Terör konusu Hukukumuzda özel bir kanun ile düzenlenmiştir. Öyle ki 3713 sayılı Terörle mücadele kanununun birinci maddesi terör kavramını tanımlanmıştır. Bu tanıma göre terör cebir ve şiddet kullanmak suretiyle baskı korkutma, yıldırma sindirme ya da tehdit yöntemlerinden biri ile anayasa içerisinde mevcut olan cumhuriyeti niteliklerini, siyasi, hukuki, sosyal, laik, ekonomik düzeni Farklılaştırmak, devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak Türk devletinin ve cumhuriyetin mevcudiyeti tehlikeye düşürmek devlet otoritesine zarara uğratmak yıkmak ya da ele geçirmek temel hak ve hürriyetleri yok etmek devletin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini ya da genel sağlığı bozmak kasti ile bir örgüte mensup kişi ya da kişiler tarafından girişilecek olan her türlü suç meydana getirecek eylem olarak karşımıza çıkmaktadır.

Asıl niyeti siyasi olan terör örgütü bu özelliği ile diğer örgüt çeşitlerinden ayrı bir nitelik taşımaktadır. Öyle ki terör gösterin ekonomik çıkar sağlamak amacıyla yürütmüş olduğu eylemler söz konusu olsa da bunlar siyasi amacın meydana gelmesi için bir araç olarak kullanılır nitelik taşımaktadır. Bundan kaynaklı olarak ekonomik çıkar güzel eylemler siyasi amaca kıyasla ikinci bir nitelik taşımaktadır. Farklı suç örgütlerinden değişik bir şekilde terör örgütleri finansmanın yasal kaynaklardan hafta delikler aracıyla sağlayabilmektedirler. Öyle ki örgütlü suçlar terör örgütlerine silah ticareti veya maddi çıkar amacı ile diğer eylemler yoluyla temel oluşturuyordur.

Terör örgütü kavramı Türk ceza hukuku içerisinde 3713 sayılı Terörle mücadele kanunu hükümleri içerisinde düzenleme bulmuştur. Bu kanunun kabul edilmesinden öncesi ve sonraki durumlardan bahsetmemiş kavramın anlaşılmasında önem teşkil etmektedir. Terörle mücadele kanunundan önce bu konu ile ilgili olarak 765 sayılı eski Türk ceza kanunu söz konusu dur. Sonrasında ise özel bir kanun niteliği taşıyan Terörle mücadele kanunu karşımıza çıkmaktadır. Yeni kanun olan 5237 sayılı Türk ceza kanunun yürürlüğe girmesinden sonra yeni yasaya uyum sağlaması amacıyla 3713 sayılı Terörle mücadele kanunu hükümleri içerisinde bazı değişikliklerin mevcudiyeti söz konusu olmuştur. Söz konusu olan değişikliğin gerekçesi içerisinde 5237 sayılı Türk ceza kanununun 220. maddesinin yürürlüğe girmesi gösterilmiştir. Öyle ki iki hüküm arasında genel özel norm ilişkisi söz konusu olduğunu gösteren bir durum karşımıza çıkmaktadır.

3713 sayılı Terörle mücadele kanununun birinci maddesi içerisinde cebir ve şiddet kullanmak suretiyle baskı, korkutma, yıldırma, sildirme ya da tehdit yöntemlerinden birini kullanmak suretiyle anayasa içerisinde belirtilmiş olan cumhuriyetin özelliklerine ekonomik hukuki sosyal siyasi layık düzeni farklı kılmak devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak Türk devleti ve Türk Cumhuriyeti’nin mevcudiyetine tehlike altına sokmak devlet otoritesine zaafa uğratmak ya da yıkmak veyahut ele geçirmek temel hak ve özgürlükleri yok etmek devletin iç ve devletin dış güvenliğini kamu düzenini ya da genel sağlığı bozmak niyetiyle her türlü suç meydana getiren eylemlere işleyecek kişi veya kişilerin mensup olduğu örgütü terör örgütü olarak karşımıza çıkmaktadır. Yargıtay terör kavramını tanımladığı sırada siyasi bir amacın meydana gelmesi cebir ve şiddet içermesi gerektiğini ileri sürmüştür. Öyle ki bir eylemin terör eylemi olarak kabul edilmesinin mümkün olabilmesi için suç meydana getiren eylemin mevcudiyeti suçun işleniş biçimi amaç ve örgütsel birliktelik olmak üzere dört unsurun mevcudiyeti aranmaktadır.

Terör Örgütünün Unsurları Nelerdir?

Bir eylemin terör eylemi niteliği taşımasında mümkün olabilmesi için bu eylemin Türk ceza hukuku içerisinde mevcut olan kanunlara göre suç olarak sayılmış olması gerekir. Terörle mücadele kanununun üçüncü maddesine göre 5237 sayılı Türk ceza kanunun 302, 307, 309,311, 312,313,314,315 ve 320. maddeleri ile 310. maddesinin ilk fıkrası içerisinde mevcut olan suçlar terör suçları olarak düzenlenmiştir. Bu söz konusu olan suçlar mutlak terör suçu olarak tanımlanmıştır.

Terörle mücadele kanununun üçüncü maddesi içerisinde bir tır eylemine mevcudiyeti için eylemin örgüt faaliyeti çerçevesinde işlenmesine bir şart olarak koşmamıştır. Öyle götürür eyleminin tanımını yapılmış olduğu Terörle mücadele kanununun birinci maddesinden ayrılması durumu söz konusu olmaktadır. Terör örgütüne mensup olan kişi veya terör örgütüne mensup olan kişilerin suç eğilimine işledikten cebir ve şiddet kullanarak baskı korkutma yıldırma sindirme ya da tehdit yöntemlerinden birinin kullanılmış olması önem teşkil etmektedir. Öyle ki terör eyleminden bahsedilmesini mümkün olabilmesi cebir ve şiddetin kullanılması ve bunun ile birlikte seçimlik hareketlerden en az birine mevcudiyetine bağlı olarak karşımıza çıkmaktadır. Terörle mücadele kanununun birinci maddesi bakımından örgüte mensup kişilerin anayasa içerisinde belirtilmiş olan cumhuriyetin özelliklerini siyasi hukuki sosyallik ekonomik düzeni değiştirmek devletin ülkesi ve milleti ile bölünmez bütünlüğünü bozmak Türk devletinin ve Cumhuriyeti’nin mevcudiyetine tehlike altına sokmak devlet otoritesini zaafı uğratmak ya da devlet otoritesini yıkmak ya da devlet otoritesini ele geçirmek temel hak ve özgürlükleri yok etmek devletin iç ve dış güvenliğini kamu düzenini ya da genel sağlığı bozmak amaçlarından biri ile suç işlenmiş olması gereklilik teşkil etmektedir. Terör eylemleri ancak bir örgüt faaliyeti çerçevesi içerisinde işlenmesi mümkün olan bir nitelik taşımaktadır. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 220. maddesi ile Terörle mücadele kanunu hükümleri içerisinde mevcut olan terör örgütü arasında genel norm ile özel norm ilişkisi mevcut olmaktadır. Bundan kaynaklı olarak örgütsel birlikteliğe dair temel hususlar 5237 sayılı Türk ceza kanununun 220. maddesi ile benzer nitelik taşımaktadır. Doktrin içerisinde bu durum Terörle mücadele kanununun bireyselleştirilmesi eylemlerini göz ardı etmek suretiyle terör tanımında örgütün mevcudiyetini şart koşmuş olması ile eleştiri almıştır.

Suç İşlemek Amacıyla Örgüt Kurma Suçunda Manevi Unsurlar Nelerdir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 220. maddesi hükümleri içerisinde düzenlenmiş olan suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunda örgüt kurma ve yönetme suçu doğrudan kasti ile işlenebilir ve bu kasti suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgütü kurma yürütme kasını mevcudiyeti aranmasıyla karşımıza çıkar. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 220. maddesinin ikinci fıkrası bakımından kişinin kasti aranmaktadır. Maddenin gerekçesi içerisinde bu husus açıkça vurgulanmış olmaktadır. Bu suç bir amaç suç niteliği taşımaktadır. Bundan kaynaklı olarak söz konusu suç ancak doğrudan kastla işlenebilir bir nitelik taşımaktadır. Öyle ki kanunu hükümleri içerisinde bilerek bilmiş olduğu halde bilmesine rağmen gibi eylemler ile açıkça ifade edilen suçların olası kastla işlenmesinin mümkün olmayacağı durumu söz konusudur. Örgütlü suçlar içerisinde amaç veya saikin mevcut olmaması suçun unsurlarının mevcut olmadığı anlamına geleceğinden suç ortaya çıkmayacaktır. Öyle ki kişinin bu unsurları içerisindeki bilgisizliği kastı ortadan kaldırmaktadır. Bu husus 5237 sayılı Türk ceza kanunun 30. maddesinin birinci fıkrası hükümleri içerisinde düzenleme altına alınmıştır. Örneğin meşru bir yapılanma söz konusu olduğu düşüncesiyle örgüte katılmış olan kişinin suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte üye olma iradesinin mevcut olduğunu söylemek mümkün olmayacaktır. Yargıtay’ın bu görüş ile ilgili olarak bazı açıklamaları söz konusudur. Yargıtay söz konusu durumu derinleştirmek suretiyle tüm faili konumunda yer alan kişilerin kastının suç işlemek amacıyla kurulmuş bir örgüte katılmak olması gerekli olurken hepsinin aynı suçları işlemek niyetiyle olması gerekli olmayacağını ileri sürmüştür. Burada Yargıtay’ın kararı içerisindeki hususlara değinmemiz mümkündür. Bu karara göre örgüt üyesi örgüt amacını benimsemiş olan örgütün yeri aşk yapısına dâhil nitelikte olan ve bu amaçla verilecek olan görevleri yerine getirmek için hazır bir şekilde örgütün sahip olduğu iradeyi kendi iradesine tercih eden kişidir. Örgüt üyeliği örgüt içerisine katılmayı, örgüt içerisine bağlanmaya, örgüte hâkim nitelikte olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi göstermektedir. Örgüt üyesi konumunda yer alan kişi örgüt ile organik bağ kurarak onun faaliyetleri içerisinde yer alması gerekir. Organik bağ canlı, etkin, geçişken, faili emir ve talimat alma ya açık tutan ve hiyerarşik yerini tespit eden bana niteliği taşıyıp üyeliğin önemli bir unsuru olarak karşımıza çıkmaktadır. Örgüte yardım da ya da örgüt adına suç işlemek hususunda da örgüt yöneticisi konumundaki kişilerin ya da diğer mensuplarının emir ya da talimatları söz konusudur. Ancak örgüt üyeliğini saptamada fark eden unsur örgüt üyesi konumunda yer alan kişinin örgütü hiyerarşisi içerisinde verilmiş olan her şekildeki emir ve talimatı herhangi bir sorgulama olmaksızın tamamıyla teslimiyet duygusuyla yerine getirmeye hazır bir şekilde ifa etmesidir. Silahlı örgüte üyelik suçunun meydana gelmesinin mümkün olabilmesi için örgüt ile organik bağın kurulmuş olması ve süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk gerektiren eylem ile faaliyetlerin söz konusu olması gerekli olmaktadır. Fakat özelliği, işleniş biçimi, meydana gelen zarar ve tehlikenin ağırlığı örgütün amacı ve menfaatleri ne katkısı bakımından süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk niteliği olmasa da ancak örgüt üyeleri tarafından işlenmesi mümkün olan suçların Suçun faili konumunda yer alan kişilerin de örgüt üyesi olduğunun kabul edilmesi gerekli olmaktadır. Öyle ki Yargıtay kararında söz konusu olan bu açıklamalara göre suçun faili konumunda yer alan kişilerin eylemlerinin örgüt üyesi niteliği taşımasının mümkün olabilmesi için söz konusu boyut oluşup ulaşılmadığının değerlendirilmesinde örgütün mevcudiyetinin ve örgütün amacının benimsenmesi kastın mı ortaya çıkaran hareketlerinin somut olay değerlendirildiğinde bu iradenin süreklilik taşıyıp taşımadığının da değerlendirilerek belirlenmesi bu bakımdan kişinin örgüte üye olduğuna herhangi bir şüpheye yer verilmeden saptanması gereklilik arz etmektedir.

Burada ayrıca suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunda hata ile ilgili olan hususlardan bahsetmemiz mümkündür. Suç teorisi içerisinde söz konusu olan açıklamalara göre hata kasti ortadan kaldıran hata ve kusurlu etkileyen hata olmak üzere ikiye ayrılmaktadır. Söz konusu olan durumda 5237 sayılı Türk ceza kanunun 30 uncu maddesinin birinci fıkrasının yani kasti ortadan kaldıran suçun maddi unsurlarında yaşanan hata konusunun daha ayrıntılı ele almasında fayda söz konusu olmaktadır. ilgili hükümlere göre fiilin icrası esnasında suçun kanuni tanımı içerisindeki maddi unsurları bilmeyen bir kimse kasten hareket etme niteliği taşımamaktadır. Kast suçun kanuni tanımı içerisinde mevcut olan maddi unsurları bilmek ve istemek suretiyle gerçekleştirme eylemine denmektedir. Suçun maddi unsurları içerisinde hata 5237 sayılı Türk ceza kanunun gerekçesi içerisinde açıklanmış olduğu üzere suçun faili konumunda yer alan kişinin suçu unsurlarına de hayır bilgisizlik eksik veya yanlış bilgi sahibi olması durumunu ifade etmektedir. Böyle bir hata kasti mevcudiyetine engel nitelik taşımaktadır. Bu doğrultu içerisinde kanunun izin vermiş olduğu bir örgütü kurduklarını sanan suçun faili konumunda yer alan kişilerin kaçınılmaz bir hataya düşmek suretiyle suç işlemek için örgüt kurmuş ya da yönetmiş olmaları durumunda hatalarından faydalanmış olmaları gerekir. Yargıtay ceza genel kurulu son zamanlarda mevcut kararlarında silahlı terör örgütü ne üye olma bakımından hata hükümlerinin uygulanmasının mümkün olacağını ileri sürmüştür. Yargıtay’ın bu kararlarına göre bir suç örgütü, en baştan itibaren suç işlemek amacıyla kurulmuş yasal olmayan bir yapı niteliği taşıyabileceği gibi yasal olarak faaliyet göstermekte olan bir sivil toplum örgütünün daha sonradan bir suç örgütüne, terör örgütüne dönüşmesi imkân dâhilindedir. Bu durumda önceden söz konusu olan fakat hakkında karar verilmesi mümkün olmadığı için kamuoyu tarafından mevcudiyeti bilinmeyen örgütün hukuki varlık kazanmasa mahkemeler tarafından verilecek olan karara bağlı ise de örgütün kurucusu yöneticileri veya üyelere kuruluş tarihinden ya da meşru amaçlar ile kurulup daha sonra suç örgütüne dönüş şu andan itibaren ceza hukuku açısından sorumlu nitelik taşıyacaklardır. Silahlı terör örgütü ne üye olma suçunun doğrudan kast ile işlenmesi ne mümkün olabileceği gözetilmek suretiyle hukuki zeminde faaliyet gösteren ve nihai amacını gizli tutması sebebiyle açık bir şekilde bilinmesi mümkün olmayan yapılara dâhil olan örgüt mensuplarından bir kısmının oluşumun bir terör örgütü niteliği taşıdığını bilmediklerini iddia etmeleri halinde 5237 sayılı Türk ceza kanunun 30 uncu maddesi hükümleri içerisinde mevcut olan hata hükmü uyarınca değerlendirme yapılması gerekli olur. Örgüte yardım etme bakımından suçun faili konumunda yer alan kişinin bu suçu ancak doğrudan kast ile işlemesi mümkün olabileceğini söylemiştik. Bu bakımdan 5237 sayılı Türk ceza kanunun 220. maddesinin yedinci fıkrası bakımından da hata hükümlerinin uygulama bulunacağını söyleyebilmek mümkündür.

Terör örgütü, silahlı örgüt ve suç örgütü suçları için açılan ceza davalarında İzmir’de ağır ceza avukatı İdil Su Aydın’dan randevu alarak detaylı bilgi alabilirsiniz.

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir