Kategori: Ceza Hukuku

Sistemi Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme veya Değiştirme

Sistemi Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etmeye veya Değiştirme Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun bilişim alanında suçlar başlıklı onuncu bölümünün 244. maddesinde sistemi engelleme, bozma, verileri yok etme veya değiştirme suçu düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre bir bilişim sisteminin işleyişini engelleyecek nitelik taşıyan eylemlerde bulunan ya da bozan kişi bir yıldan beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Bir bilişim sistemi içerisindeki verileri bozan, yok eden, değiştiren ya da erişilmez hale getiren, sisteme veri yerleştiren, mevcut olan verileri farklı bir yere gönderen kişi, altı aydan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Bu eylemlerin bir banka ya da kredi kurumuna veya bir kamu kurum ya da kuruluşuna ait bilişim sistemi üzerinde işlenmesi durumunda verilecek olan ceza yarı oranında artırılır. Söz konusu eylemlerin işlenmesi vasıtasıyla kişinin kendisinin ya da bir başkasının faydasını haksız bir çıkar sağlanmasının farklı bir suç meydana getirmemesi durumunda iki yıldan altı yıla kadar hapis ve 5000 güne kadar adli para cezasına hükmolunur.

Continue reading “Sistemi Engelleme, Bozma, Verileri Yok Etme veya Değiştirme”

Resmi Belgeyi Bozmak, Yok Etmek Veya Gizlemek Suçu

Resmi Belgeyi Bozmak, Yok Etmek Veya Gizlemek Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun 205. maddesine göre resmi belgeyi bozmak, yok etmek veya gizlemek suçu hüküm altına alınmıştır. Söz konusu hükme göre gerçek bir resmi belgeyi bozan, yok eden ya da gizleyen kişi, iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Suçun kamu görevlisi tarafından işlenmiş olması durumunda verilecek olan ceza yarı oranında artırılır.

Continue reading “Resmi Belgeyi Bozmak, Yok Etmek Veya Gizlemek Suçu”

İnfaz Kurumuna veya Tutukevine Yasak Eşya Sokma Suçu

İnfaz Kurumuna veya Tutukevine Yasak Eşya Sokma Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanunu 297. maddesinde İnfaz Kurumuna veya tutukevine yasak eşya sokma suçu düzenlenmiştir. Madde hükmüne göre infaz kurumuna ya da tutuk evine silah, uyuşturucu ya da uyarıcı madde ya da elektronik haberleşme aracı sokan ya da bulunduran kişi iki yıldan beş yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Bu suçun konusunu meydana getiren eşyanın temin edilmesi ya da bulundurulması farklı bir suçu meydana getirdiği durumda fikri içtima hükümlerine göre belirlenecek ceza yarı oranında artırılır. Bahsetmiş olduğumuz bu hususun kapsamı dışında kalan firarî kolaylaştırıcı her türlü alet ve malzemeye, her türlü saldırı ve savunma araçları ile yangın çıkarmaya elverişli malzemeyi, alkol içeren her türlü içeceği, kumar oynanmasına imkân sağlayan eşya ve malzemeyi, kanunun 188. maddesinde tanımlanmış olan suçlar saklı kalmak üzere yeşil reçeteye tabi ilaçları, ses ve görüntü almaya yarayan araçları ceza İnfaz kurumuna ya da tuzluk evine sokan buralarda bulunduran ya da kullanan kişi bir yıldan üç yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Bahsetmiş olduğumuz suçların hükümlü ya da tutukluların korunması ile görevli kişiler tarafından işlenmesi durumunda verilecek olan ceza bir kat artırılır. Bahsetmiş olduğumuz suçların konusunu meydana getiren eşyayı yanında bulunduran ya da kullanan hükümlü ya da tutuklu bunu kimden ve nasıl elde ettiği ile ilgili olarak bir bilgi verirse verecek olan ceza yarı oranında indirilir.

Hukuk düzeni içerisinde ayrılmaz bir parça niteliği taşıyan ceza hukuku, suç ortaya çıkaran eylemleri ve buna uygulanacak müeyyidelerin neler olduğuna dair düzenleme de bulunur. Aslında cezai yaptırımı ihtiva eden hukuk kurallarının temelinde bu tür kurallara uygun bir şekilde davranma ve ceza baskısı vasıtasıyla zorlama söz konusu olmaktadır. Ceza kuralları içermiş olduğu emir ve yasaklar ile toplumsal yaşamın korunmasını sağlar. Yasalar ile oluşturulmuş kurallar insanlar arasında mevcut olan çıkar çatışmalarının önlenmesi ve bir arada yaşamanın güvenli hale getirilmesini sağlar. Ceza hukuku kişilerin haklarını ihlal eden davranışlardan hangilerinin suç olarak tanımlanması gerektiği ile ilgili ve bu davranışların hangi koşullar altında işlenmesi durumunda suç meydana geleceğini suçun faili konumundaki kişi ile ilgili olarak hangi türde yaptırımlar uygulanacağını düzenlemeye tabi kılar.

5237 sayılı Türk ceza kanununun özel hükümler başlıklı ikinci kitabının, millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler kısmından adliye karşı suçlar başlıklı ikinci bölümü içerisinde 297. maddede İnfaz kurumuna ya da tutuk evine yasak eşya sokma suçu düzenlenmiştir.

İnfaz Kurumuna veya Tutukevine Yasak Eşya Sokma Suçunun Unsurları Nelerdir?

Fiil

Ceza hukuku içerisinde bir suçun meydana gelebilmesi için yapma ya da yapmama şeklinde bir eylemin söz konusu olması gerekir. Dış dünyada ortaya çıkan söz konusu davranış kanuni tanımı uygun bir nitelik taşımadıkça ceza hukuku açısından bir eylemin mevcudiyetinden bahsetmek mümkün olmaz. Eylem mutlaka dış dünyada meydana gelen bir insan davranışının şeyi taşımakta yalnızca bir düşünce olmamaktadır. Eylemin yalnızca bir düşünce olması onu ceza hukukunun konusu yapmaktan alıkoyar. Bununla birlikte yalnızca düşünce sorumluluk nedenini meydana getirmez. 5237 sayılı Türk ceza kanununun ikinci maddesi içerisinde kanunun suç saymadığı bir eylemden bahsedilmeyeceği belirtilmekte bu madde içerisindeki düzenlemeden suçun maddesini eylemin meydana getirdiği görülmektedir. Öyle ki ceza hukuku eylem ceza hukuku niteliği taşıdığından insanların duygu ve düşünceleri ceza hukukunun konusunu meydana getirmez. Ceza hukuku bakımından suçun mevcudiyeti için suçun madde metin içerisinde düzenlenen tipikliğin ortaya çıkmış olması gerekir. Söz konusu suçun madde metin içerisinde düzenlenen tipikle uygun eylemin irade bir şekilde ortaya çıkması gerekir. Çünkü uygun haksızlığın meydana gelebilmesi için koşul suçun kanuni tanım içerisinde belirtilmiş olan hareket et hareketlerin yapılmasıdır.

Ceza hukuku içerisinde insanın dış dünyada belirlenmiş olan irade davranışı şeklinde tanımlanan eylem, dış dünyaya iki şekilde ortaya çıkabilir. Bir şey yapmak ya da yapmamak olarak icra, ikinci olarak ihmali bir eylemden bahsedilmesi gerekir. Harekete göre suç tiplerinden seçimlik hareketli suçları içerisinde suçun kanuni tanımlamada birden fazla hareket gösterilmiş olmanın yanı sıra suçun meydana gelebilmesi için marketlerin birden çoğunun meydana gelmesi gerekmemektedir. Suçu meydana gelmesine mümkün olabilmesi için kantonun içerisinde belirtilmiş olan hareketlerinden yalnızca birinin olması bile yeterlilik teşkil eder. Kanuni tanım içerisinde gösterilmiş olan eylemlerin tamamı icra edilmiş olsa dahi ortada tek suç söz konusu olmaktadır. Seçimlik hareketlerin birkaçının ya da tamamının meydana gelmiş olması sebebiyle suçun birden fazla işlenmiş olduğu iddia edilmesi mümkün nitelik taşımayacaktır. Fakat seçimlik hareketli suçtan bahsetmenin mümkün olabilmesi için seçimlik hareketlerin aynı konuyla ilgili olunması gerekmektedir. Seçimlik bir şekilde belirlenen birden fazla hareketin konularının birbirinden farklı nitelik taşıması halinde seçimlik hareketli suç meydana gelmeyecektir. Böyle bir durumda kanun maddesi hükmü içerisinde düzenlenmiş olan her bir konuya dair gerçekleştirilmiş olan fil ayrı bir suç ortaya çıkarır. Seçimlik hareketlerden birinin tekrar durumunda suçun konusunun aynı olması koşulu ile suç bir defa işlenmiş kabul edilir.

Seçimlik hareketlerden bazılarının veya tamamının vücut bulmuş olmasa 5237 sayılı Türk ceza kanununun 61. maddesi hükmü içerisinde cezanın belirlenmesi bakımından dikkate alınabilmektedir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 61. maddesine göre ceza belirlenmesinde birden fazla seçimlik hareket ihlali olarak değerlendirilebilecek olan suçun faili konumunda yer alan kişinin aynı konuya dair gerçekleştirmiş olduğu seçimlik hareketli birkaç tane olması durumu mevcuttur. Öyle ki İnfaz kurumuna yasak eşya sokma suçu bakımından yasak eşyanın kuruma sokulması bulundurulması ya da kullanılması ayrı ayrı suçlar olmaktadır. Seçimlik hareketlerden bulundurma eğilimi devam eden nitelik taşımış olduğuna kesintisiz bir niteliktedir. Fakat burada bulundurulan eşyanın aynı suçun faili konumunda yer alan kişi tarafından kuruma sokulmuş olduğunu saptanmış durumunda failin ikinci bulundurma elimi aynı konu seçimlik ikinci hareketi niteliği taşıyıp ayriyeten bir suç niteliği söz konusu olmayacaktır.

Tek başına kullanma eylemini icra eden suçun faili konumunda yer alan kişi bakımından bu suç kesintisi suç niteliği taşımaktadır. Bulundurma eylemi yasak eşyanın kişinin egemenlik alanında veya üzerine tutulması şeklinde karşımıza çıkar. Bulundurma eyleminin mevcudiyeti için eşyanın makul bir süre tutulması gereklilik teşkil eder. İçerisinde bulundurma eğilimi bakımından sürenin dikkate alınması gerektiği ileri sürülmüştür. Bununla birlikte yine Yargıtay’ın mevcut bir karar içerisinde kullanma eğilimi maddesinin ilk fıkrası bakımından seçimlik hareketli taşımamışsa da kullanma eyleminin süresi dikkate alındığında kullanmanın, bulandırma eylemini de kaplamış olduğu ve bundan kaynaklı olarak sanık konumunda yer alan kişinin cezalandırılmasının gerektiği ileri sürülmüştür. Yine Yargıtay’a mevcut bir karar içerisinde kullanma eğiliminin anayasa Mahkemesi iptal kararıyla suç olmaktan çıkarılmış olması karşısında sanık konumunda yer alan kişinin cep telefonu ve sim kartı ile yakınını bir kez arama eyleminin süreklilik arz etmediğini bundan kaynaklı olarak bulundurma eyleminin gerçekleşmediğini ve kullanma işleminin de suç meydana getirmemesi nedeniyle sanık ile ilgili beraat kararı verilmesi gerektiğini ileri sürülmüştür.

Netice

5237 sayılı Türk ceza kanununun 297. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan İnfaz kurumuna ya da tutuk evine yasak eşya sokma suçunda kendisine hukuk en değer ve önem tanınan bir eylemin yapılması ya da yapılmaması olarak meydana gelen hareket sonucunda meydana gelen değişikliğin netice denir. Dış dünya içerisinde eylem ile meydana gelmiş olan değişiklik değil suçun kanuni tanımında yer alan unsur olarak mevcut olan değişiklik neticeye karşılık gelir.

Neticenin esasına dair bir şekilde Doktrin içerisinde farklı görüşler mevcudiyeti söz konusu olmaktadır. Netice ile ilgili olarak bazı görüşler neticenin insan davranışının doğal bir etkisi niteliği taşıdığını ve bu davranışın dış dünyada meydana getirmiş olduğu değişiklik olduğunu savunurken bazı görüşler neticenin insan davranışının zarar vermek ya da tehlikeye sokmak vasıtasıyla hukukta kurulmuş olan faydanın ihlal edilmesi olduğu ileri sürülmüştür. Neticenin insan davranışının doğal bir etkisi şeklinde bu davranışın düştün ya da ortaya çıkar da değişiklik olduğunu savunan anlayış doğalcı bir anlayış niteliği taşımaktadır. Buda alıcı anlayışa göre dış dünyada ortaya çıkmış olan değişiklik insan davranışı ile sebep sonuç ilişkisi olan ve dış dünyada bu şekilde ortaya çıkan değişiklik ileri sürülmektedir olup sonuç davranıştan farklı ve kesin bir davranıştan farklı olmanın davranışın haricinde fakat davranışa bağlantısı olan bir olgu olarak karşımıza çıkmaktadır. Söz konusu anlayışa göre netice suçun her durumda zorunlu unsurunu telin taşımamaktadır. Bazı suç tipleri içerisinde kanun suçun meydana gelebilmesi için kanunu tipe uygun eylemin yapılmasına yeterli görmekle ayriyeten dış dünyada bir değişikliğin ortaya çıkmasını unsur olarak aramamakta bu hali ile kanun hükümleri içerisinde sonucu söz konusu olmayan suçlar da bulunmaktadır. Öyle ki hukuk düzeni içerisinde söz konusu anlayışına uygun şekilde neticeli suçlar yanı sıra neticesiz suçların da mevcudiyeti söz konusudur.

Neticenin insan davranışının zarar vermek veya tehlikeye sokmak vasıtasıyla hukuken korunan çıkarın ihlal getirecek bir niteliğe sahip olduğunu savunan anlayış normatif bir nitelik taşımaktadır. Normatif anlayış bakımından netice, ilgili hukuk kuralının kurmuş olduğu çıkar ya da mevcudiyetin ihlali olarak tanımlamaya tabi olur. Öyle ki neticesi suç bulunmamak ile birlikte hukukta korunan menfaatin ihlal edilmesi olarak meydana gelen netice tipe uygun hareketle mantıksal bir şekilde neden sel bir bağ içerisinde bulunmaktadır. Bu bakımdan netice ister zarar ister tehlike niteliği taşırsın önem teşkil eden dış dünyada değil hukuk dünyası içerisine ceza kuralına aykırı bir durumun meydana gelmiş olması niteliği taşıdığından her suçta bir netice söz konusu olmaktadır. Söz konusu anlayış için önem teşkil eden durum tipi uygun eylem ile hukuk normunun ihlal edilip ayriyeten dış dünyada değişiklik netice şeklinde aranmamaktadır. Normatif anlayış bakımından yapılmış olan kabul içerisinde suçun kurum şu anda hukuki değer ihlalinin netice şeklinde kabul edilmesi düzenlenmiş olan tipe uygun eylemin meydana gelmesi niteliğindedir. Netice bu eğilimi takip eden ve eylemin nedensellik bağı ile bağlı bir şekilde ayetin ortaya çıkmasıdır namusu niteliği taşımaktadır. Her eylem ile mutlaka dış dünya içerisinde bir sonuç ortaya çıkmayacağından her suç bakımından neticenin suç niteliği taşımadığı fakat neticenin suçun sonucu olarak kabulü için suca dair kanun maddesi içerisinde neticenin mevcudiyetine yer verilmiş olması gereklidir.

Suçlar türlerine göre sırf hareket suçu ile neticede suçlar olarak sınıflandırmaya tabi tutulabilmektedir. Sırf hareket suçları suçun tamamlanma bulması için neticenin aranmamış oldu suçlardır. Kanun hükümleri içerisinde yazılacağı ya da ihmal elimin meydana gelmesiyle tamamlanan suçların sırf hareket suçları denir.

Öyle ki hakaret, tehdit gibi suçlar eylemin gerçekleşmesi ile tamamlandığı için sırf hareket suçlarına örnek teşkil eder. Neticeli suçlar suçun kanuni tanımında arasında tanımda belirtilmiş olan hareketin ayrı bir şekilde hareketin konusu üzerinde dış dünyada hareketten ayrılabilir nitelikte bir durumun ortaya çıkmasının arandığı bir suç türüdür. Öyle ki mala zarar verme, mal varlığına zarar vermeden eğilimin yanı sıra eşyanın üzerinde zarar sonucunun da ortaya çıkması suçun tamamlanması bakımından gereklilik teşkil ettiğinden neticeli suçlara örnek teşkil eder. Neticede suçlamalar yapılmış olan sırf hareket suçları yöneticileri suçlar şeklindeki aynen, zamanaşımı, suçu işlemiş olduğu yer öneme sahiptir. Ayriyeten bu söz konusu ayrım çeşitli suçların tamamlanma anı ve buna dair sorunlar bakımından olduğu gibi suçunu işlemiş olduğu zaman ve yer bakımından önem teşkil etmektedir.

Sırf hareket suçları içerisinde netice aranmamış olduğundan tipi uygun eylemin meydana gelebilmesi ile suç tamamlama bulmuş olacak suç tamamlanmış olduğundan zamanaşımı eylemin gerçekleştirmiş olduğu anda işlemeye başlayacak, eylemin gerçekleşirmiş olduğu yer suçu işlemiş olduğu yer sayılacak, suça teşebbüs ile ilgili susunca hareketlerinin kısımlara bölünme olasılığının söz konusu olduğundan bahsedilebilecektir. İnfaz Kurumuna ya da tutuk evine yasak eşya sokma suçu bakımından gerçekleştirilmiş olan eğilimin suçun birinci ve ikinci fıkra açısından söz konusu olması durumunda madde metni bakımından göz önünde bulundurulduğunda suçu dair düzenlenen eğilimin meydana gelmesi ile suçun tamamlanmış olacağı madde metin içerisinde ayriyeten bir neticenin aranmadı görülmek ile bu suçun yalnız hareket suçlarından olduğu anlaşılır.

Fail

Ceza hukuku bakımından hukuka aykırı eğilimi içerisinde barındıran kişi suçun faili konumunda yer alan kişi olup her suçun bir failin niteliği taşıyan kişi söz konusu olmaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişi suçun kanuni tanımı içerisinde mevcut olan eylem üzerinde hâkimiyet kuran, kanuni tanıma uygun haksızlığı meydana getiren kişi olarak karşımıza çıkar. Suç tipleri içerisinde suçun faili konumunda yer alan kişilerin ifade ediliş şekline göre suçlar, genel suçlar, özgü suçlar ve bizzat işlenmesi mümkün nitelikte şans vurularak sınıflandırmaya tabi tutulmuştur. Kanun hükümleri içerisinde kişi, kişinin ya da kimse ifadelerinin kullanılmış olduğu suçlar her kişi tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşıyan suçlardır. Herkes tarafından işlenmesi mümkün mümkün nitelik taşıyan suçlar bakımından eylem yeteneğine sahip her gerçek kişi bu suçların faili konumunda yer alan kişi olabilir. Öyle ki hırsızlık Mala zarar verme herkes tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşan suçlardan birisidir.

Kanun yükümlülüğü içerisinde öngörülmüş olan suçların çoğu herhangi bir kişi tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşırken bazı suçlar sadece belirli kişiler tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşımaktadır. Öyle ki kanun birçok durumda suçu mevcudiyeti için suçun faili konumunda yarına kişinin belirli bir hukuki durumda olmasını aramaktadır.

Aksi durumda eylemin kanun hükümleri içerisinde belirtilmiş olan özelliklere sahip kişiler haricinde farklı bir kişi tarafından işlenmiş olması halinde eylem o suçu meydana getirmez. Böyle bir durumda herkes tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşımayan fakat belirli bir sıfatıyla niteliğe sahip kişiler tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşıyan suçlara özgü suçlar denilir. Özgü suçlar gerçek özgü suçlar ve görünüşte özgü suçlar şekilde ikiye ayrılır. Burada gerçek özgü suçlar münhasıran özel faillik sıfatına haiz kişiler tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşıyan suçlardır. Öyle ki bir işin yapılması için verilen paranın kamu görevlisi tarafından alınıyor olması rüşvet suçunu ortaya çıkarır. Suçun faili konumunda yer alan kişinin kamu görevlisi niteliği taşıması aranan işkence, irtikâp, görevi kötüye kullanma suçları bakımından da gerçek özüsün örnek teşkil etmektedir. Görünüşte özgü suçlar, suçun basit halinin herkes tarafından işlenmesinin mümkün onu bilmesine rağmen suçun cezayı azaltan ya da artıran nitelikli halinin suçun faili konumunda yer alan kişinin kişisel özelliklerine göre belirli ve özel faillik niteliğini taşıyanlar tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşıyan suçlardır. Öyle ki kasten yaralama herkes tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşıyan bir suç iken, bu suçun üstsoy, altsoy, eş, kardeşe karşı işlenmesi nitelikli hal olması nedeniyle suçun faili konumunda yer alan kişinin daha ağır cezalandırılması gerekir. Bizzat işlenmesi mümkün nitelik taşıyan suçlar suçun kanunu hükmü içerisindeki tipik eylemin yalnızca suçun faili konumunda yer alan kişinin eylemsel hareketiyle meydana geldiği suçlardır. Tipik hareketin doğrudan suçun faili konumunda yer alan kişinin kendisi tarafından yapılması bir koşul olarak bu suçların kanunu canım içerisinde düzenlemeye tabi kılınmaktadır. Öyle ki icra hareketinin bizzat kendisi yapmayan bir kişi bu suçun faili konumunda yer alan kişi, müşterek faili ya da dolaylı faili olması mümkün nitelik taşımamaktadır.

Biz zat işlenebilen suçlar yalan tanıklık, yalan yere yemin etme, adil yargılamayı etkilemeye teşebbüs suçları örnek olarak verilebilir.

İnfaz Kurumuna ya da tutukevine yasak eşya sokma suçu bakımından maddenin ilk iki fıkrasında düzenlenmiş olan özelliklere sahip eşyaları İnfaz kurumuna ya da tutukevine sokan ya da üzerinde bulundurmuş olan her kişi bu suçun faili konumunda yer alan kişi niteliğine sahip olabilir. Maddenin ilk iki fıkraları içerisinde hareket suç da birer özürlüsüsün teli taşımayıp her gerçek iş tarafından işlenmesi mümkün nitelik taşıyacak suçlar olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu bakımdan maddenin ikinci fıkrasındaki suçlar suçun faili konumunda yer alan kişiye göre suç tasnifi açısından her kişi tarafından işlenmesi mümkün olabilen suçlar içerisinde yer bulur. Suçun faili konumunda yer alan kişinin sıfatı ile ilgili genel bir şekilde ayrı bir cezai yaptırım öngörülmemiş olmanın yanı sıra ceza İnfaz kurumları içerisinde yükümü ya da tutukluların korunması ile görevli kişiler tarafından madde metni içerisinde birinci ve ikinci fıkra içerisindeki eylemleri işlemesi durumunda üçüncü fıkra içerisinde yer alan cezai artıran bir sebep düzenlemeye tabi kılınmıştır. Hükümlü konumunda yerinden kişi ya da tutuklu konumunda yer alan kişilerin korunması ile görevli kişilerin hangi kişiler oldukları ile ilgili kanun hükümlerine göre saptanması gerekecek, eylemlerin saptanması durumunda bu kişiler eylemlerinden sorumlu olacaklardır.

Jandarmanın görevleri içerisinde mülki görevlerinde 2803 sayılı kanunun yedinci maddesi hükmünde emniyet ve asayiş ile kamu düzeninin korunmasını sağlamak, kullanmak, Kaçakçılığın men, takip ve tahkiki etmek, suç işlenmesini önüne geçilmesi için gerekli tedbirleri almak ve uygulamak, ceza İnfaz kurumları ve tutukevlerinin dış korumalarını yapmak ilgili görevler dışında kalan ve diğer kanun ve nizam hükümlerinin icrası ile söz konusu durumlara dayalı emir ve kararlar ile jandarmaya verilen görevleri yapmak olarak ceza İnfaz kurumu ve tutukevlerinin dış korumalarının jandarma konumunda yer alan kişiye ait olduğu belirtilmiştir. Bakanlar kurulu tarafından karar ile kabul edilen jandarma, teşkilat, görev ve yetkileri Yönetmeliğinin 11. maddesi hükmü içerisinde mülki görevlerin esasları başlığında ceza İnfaz kurumlarının dış kurmalarını sağlayıcı önlemleri alır, tutuklu ve hükümlülerinsek ve nakilleri ile kurmalarını sağlar şeklinde düzenlemenin mevcudiyeti söz konusudur. Ceza İnfaz kurumlarına yönetimine Ceza ve güvenlik tedbirlerinin infaz edilmesi ile ilgili tüzüğün 44. maddesi hükmü içerisinde kurumların iş güvenliği, bakanla bağlı olan infaz ve koruma görevlileri tarafından sağlanacağı dair düzenleme söz konusudur. Yine bu düzenlemeye göre üç güvenlik görevlileri, gerektiği durumlarda dış güvenlik görevlileri ile işbirliği yaparlar. Söz konusu hükümlere göre ceza evi ve tutukevlerinin iç koruması adalet Bakanlığı’na bağlı görevliler, dış koruması jandarma tarafından sağlanan niteliktedir. Böyle bir durumda söz konusu göre bir kamusal eylemin yürütülmesi özelliğine sahip olduğundan 5237 sayılı Türk ceza kanununun altıncı maddesi bakımından bu hizmetleri yerine getiren kişiler kamu görevlisi niteliğini sahip olur. Bu bakımdan 297. maddenin üçüncü fıkrası bakımından düzenlenmiş olan suç, suçun faili konumunu yılan kişiye göre suç sınıflandırması içerisinde özgü suçlar konumuna sahiptir.

Mağdur

Ceza Hukuku ile tüm hukuk bir süjeden meydana gelen ve farklı bir sucuyu ait çıkarlar alanına etkide bulunan hukuka uygun ya da hukuku ihlal eden davranışları içerisinde barındırmaktadır. Genel bir şekilde su ile kurulmak istenen hukuku faydalı sahibi gerçek kişiler suçun mağduru konumunda yer almaktadır. Suçun faili konumunda yer alan kişi olduğu gibi her suçun mutlaka mağduru konumunda yer alan kişi de mevcuttur. Suç tipi içerisinde ayriyeten düzenlenmedikçe suçun mağduru konumunda yer alan kişinin kim olduğu ya da bu kişinin özelliği önem teşkil etmemekte suç tipinde suçun mağduru konumunda yer alan kişinin özelliğinin ayriyeten düzenlenmiş olduğu suçlar da suçun mağduru konumunda yer alan kişinin bu özelliği tipi uygunluğun saptanmasında dikkate alınmaktadır. Bu tip suçları mağdur açısından özgü suçlar denilir. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 104. maddesi içerisinde düzenlemeye tabi olan reşit olmayan ile cinsel ilişki suçunun mağduru konumunda yarın un kişi 15 yaşını bitirmiş 18 yaşını doldurmamış kişi olmaktadır. Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin işlenen eylem sebebiyle haksızlığa uğramış kişi, kendisine karşı suç işleyen kişi, suç ile ihlal edilmiş olan varlık ve diğerinin sahibi niteliği taşıyan ya da yaşayan her gerçek kişi olarak tanımlamaları tabi tutulmaktadır.

Suçun mağduru konumunda yer alan kişinin hangi kişi olduğunu saptanması Ceza Hukuku hükümleri içerisinde önem teşkil eder. Öyle ki 5237 sayılı Türk ceza kanununun 168. maddesine göre zararın kısmen giderilmiş olması durumunda sanık ile ilgili olarak indirim hükümlerinin uygulama bulmasının mağdurun iznine bağlı tutuluyor olması, şikâyet hakkının kullanılması gibi Türk ceza kanunu hükümleri içerisinde bazı haklar yalnızca suçun mağduru konumunda yer alan kişiye tanınmak ile birlikte bazı haklar suçtan zarar gören kişiye de tanınmıştır. Öyle ki soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete tabi nitelik taşıyan suçlar da şikâyet hakkı, şikâyetten vazgeçme, uzlaşma hakkı yalnızca suçun mağduru konumunda yer alan kişiye tanındığı halde hakaret suçu içerisinde, mağdur, şikâyet etmeden önce olur ise ya da suç ölmüş olan kişinin hatırasına karşı işlenmiş ise yaşamını getiren kişinin ikinci dereceye kadar üstsoy ve altsoyu eşyada kardeşleri tarafından şikâyette buluna bilmeleri mümkündür. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 131. maddesinin ikinci fıkrasında mağdur yaşamını yitirmiş ise şikâyet hakkı suçtan zarar görmüş olduğu kabul edilen mirasçılarına tanınmıştır. 5237 sayılı Türk ceza kanununun 297. maddesi içerisinde düzenlenmiş olan İnfaz Kurumuna ya da tutukevine yasak eşya sokma suçu mağduru toplumu meydana getiren her kişi olup, devlet ise bu suçtan zarar gören niteliği taşıyacaktır.

Ses veya Görüntülerin Kayda Alınması Suçu

Ses veya Görüntülerin Kayda Alınması Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun adliyeye karşı suçlar başlıklı ikinci bölümünün 286. Maddesinde ses veya görüntülerin kayda alınması suçu düzenlenmiştir. Soruşturma ya da kovuşturma işlemleri esnasında ses ya da görüntüleri yetkisiz bir şekilde kayda alan ya da nakleden kişi altı aya kadar hapis cezasına çarptırılmaktadır.

Continue reading “Ses veya Görüntülerin Kayda Alınması Suçu”

Rüşvet Suçu ve Cezası

Rüşvet Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun millete ve devlete karşı suçlar ve son hükümler başlıklı dördüncü kısmının kamu idaresinin güvenilirliğine ve işleyişine karşı suçlar başlıklı birinci bölümünün 252. maddesinde rüşvet suçu düzenlenmiştir. Görevinin ifası ile alakalı bir iş yapması ya da yapmaması amacıyla doğrudan ya da bazı aracılar ile bir kamu görevlisinin ya da onun göstereceği farklı bir kişiye çıkar sağlayan kişi dört yıldan 12 yıla kadar hapis cezasına çarptırılır. Görevinin ifa edilmesi ile ilgili bir iş yapması ya da yapmaması amacıyla doğrudan ya da aracılar vasıtası ile kendisine ya da göstereceği bir başka kişiye fayda sağlayan kamu görevlisi dört yıldan 12 yıla kadar hapis cezası ile cezalandırılır.

Continue reading “Rüşvet Suçu ve Cezası”

Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçu

Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçu Nedir?

Resmi belgenin düzenlenmesinde yalan beyan suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunu 206. maddesinde düzenlenmiştir. Bu maddeye göre bir resmi belge düzenlemek yetkisine sahip nitelikte olan kamu görevlisi konumunda yer alan kişiye yalan beyanda bulunmuş olan kişi, üç aydan iki yıla kadar hapis ya da adli para cezasına çarptırılır.

Continue reading “Resmi Belgenin Düzenlenmesinde Yalan Beyan Suçu”

Müşteki Ne Demek?

Şikâyet Nedir?

Ceza hukukunun amacı, suç teşkil eden bir fiil işlendiği zaman, kanunda öngörülmüş olan müeyyide ile faile ceza verilerek toplumdaki huzuru ve güveni sağlamaya çalışmak olduğu kadar, toplumdaki insanların suç işlemekten sakınmalarını sağlamak ve toplumda yaşayan insanların hukuken menfaatlerini korumak olarak açıklayabilmekteyiz. Ceza muhakemesi hukukunu incelemiş olursak suç işlendiği şüphesinin ortaya çıkması ve bu ortaya çıkan şüphenin herhangi bir yol ile öğrenilmesi üzerine, soruşturma makamlarının ( örneğin savcılık kurumu ) resen harekete geçmesi temel kural olarak karşımıza çıkmaktadır. Soruşturmaya yetkili makamlar, ceza muhakemesinin kamusallığı ilkesi ( Das Offizialprinzip ) gereğince, resen harekete geçerek işin asıl olan gerçeğini araştırmaya başlarlar. Çünkü devletin asli görevlerden biri de yargı organı aracılığı ile toplumsal ve bireysel menfaatleri korumak, düzeni bozucu nitelikteki fiilleri cezalandırıp, toplumsal adaleti temin etmektir. Şu var ki kimi durumlarda çeşitli gerekçeler ile yargılama makamının doğrudan doğruya harekete geçme kuralına istisna getirilmiş ve soruşturma ve kovuşturma fonksiyonunun icrası ise belirli bazı şartlara bağlanmış olmaktadır.  Soruşturma makamlarının resen harekete geçme kuralının istisnasını ise şikâyet kurumu oluşturur.

Şikâyet kurumuna hem Türk Ceza Kanununda hem Ceza Muhakemesi Kanununda yer verilmiştir. Ceza muhakemesi şartlarından biri de şikâyettir. Bu şartlardan belki de en önemlisi şikâyet kurumu olarak sayabiliriz. Şikâyet hakkı, anayasal haklardan biri olarak ayılmakta ve her suçta şikâyet hakkı mümkün olabilmektedir. Şikâyet hakkı, bireyin devletten kendi menfaatine bir şey yapmasını isteyebilme hakkını ifade eden sübjektif kamu hukuku hakkı olarak tanımlayabiliriz.  Anayasanın “ Hak Arama Hürriyeti ” adı altındaki 36. maddesindeki, “ Herkes, yasal vasıta ve yollardan yararlanmak sureti ile yargı mercileri önünde davacı ve davalı olarak iddia ve savunma ile adil yargılanma hakkına sahip olmaktadır. ” biçiminde açıklanmış olan hüküm şikâyet hakkının Anayasa ile güvenceye alınmış olduğunun en büyük kanıtı olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu sebeptendir ki bir suçun işlendiği iddiası ile şikâyetçi olan kişi, kanunda kendisine tanınmış olan hakkı kullanmış olduğu için hukuka uygun bir zeminde hareket etmekte olduğu açık bir şekilde söylenebilmektedir.

Şikâyetin tanımını en kısa şekli ile yapacak olursak, suçtan zarar görenin soruşturma ve kovuşturma yapılmasını istemesi şeklinde tanımlayabiliriz. Şikâyet kurumu soruşturma açılmasını engelleyen ya da soruşturma sonunda dava açılmasını engelleyen bir kurum olarak meydana çıkar. Şikâyet kurumu kanunumuzda ayrıntılı bir şekilde düzenlenmiştir. Şikâyet kurumunun asıl amacı mağduru korumak, diğer başka bir deyiş ile failin mağdura vereceği zarardan yine mağduru korumaya çalışmaktır. Ceza Muhakemesi Kanunun ( CMK ) 158. Maddesinin 1. Fıkrasında yer alan hükme göre şikâyet, yazılı olarak yapılabileceği gibi tutanağa geçirilmek üzere sözlü bir beyan verilerek Cumhuriyet Başsavcılığına ya da kolluk makamlarına yapılabilir. Bunun ile birlikte ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek şartı ile birlikte valilik, kaymakamlık ya da mahkemeye de şikâyet yapılabilir ( CMK. md. 158/2 ). Yabancı ülkede işlenmiş olan ve takibi Türkiye’de yapılan suçlar hakkında ise Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına da ilgili şikâyette bulunulabilir ( CMK. md. 158/3 ). Bir kamu görevinin yürütülmesiyle ilgili olarak işlendiği iddia edilen bir suç sebebi ile şikâyet, gecikmeksizin ilgili Cumhuriyet Başsavcılığına gönderilmek şartı ile ilgili kurum ve kuruluş idaresine de yapılabilmektedir ( CMK. md. 158/4 ).

Şikâyet, kamu davasının açılmasından sonra da söz konusu olabilmektedir. Örnek verecek olursak, kovuşturma evresine geçildikten sonra işlenmiş olan suçun şikâyete bağlı olduğunun anlaşılması halinde, mağdur açık bir şekilde şikâyetten vazgeçmediği takdirde ise yargılamaya kalındığı yerden devam edilmektedir ( CMK md.158/6 ). Şikâyete bağlı suçların soruşturulması ve kovuşturulması ancak ve ancak şikâyet hakkı sahibinin bu hakkı kullanmasıyla mümkün olmaktadır. Şikâyet kendisine karşı suç işlenen kişilerce yapılmaktadır. Şikâyet hakkı kişiye sıkı sıkıya bağlı haklardan biri olarak sayılır. Herhangi bir istisnai durum dışında da mirasçılara geçmesi gibi bir durum söz konusu dahi olamaz. Velev ki şikâyeti buna yetkili olmayan herhangi bir kimse yapmış ise şikâyet geçersizdir diyebiliriz. Suçtan zarar gören küçük ise kanuni temsilcisi küçük olan bireyin şikâyet hakkını kullanır. Suçtan zarar görenin kanuni temsilcisi var ise de şikâyeti o ilgili kişi yapar.

Şikâyete tabi suçlarda şikâyet süresi, mağdurun fiil ve faili öğrenmesi anından itibaren 6 ay olarak karşımıza çıkar. Yani başka bir anlatım ile Türk Ceza Kanunu 73. Maddenin 1 ve 2. Fıkraları uyarınca müştekinin şikâyet hakkını kullanabilmesi için hem faili hem de fiili öğrenmesinin gerekmesi karşımıza koşul olarak çıkıyor. Suçtan zarar gören ya da mağdur, suçu oluşturan fiil ya da failden herhangi birini geç öğrenmesi ihtimalinde de söz konusu 6 aylık şikâyet süresi fiil ve faili öğrendiği tarihten itibaren başlar. Amma velakin her ne kadar şikâyet süresi kanun maddesinin 1. fıkrasında 6 ay olarak belirtilmiş olsa da aynı maddenin 2. fıkrasında ” zamanaşımı süresini geçmemek şartı ile ” ibaresi göz önünde bulundurulmuş olduğunda bu hakkın kullanılabileceği 6 aylık sürenin de dava zamanaşımı içerisinde bulunmuş olması gerekmektedir. Bu süre kesin bir süre olup,  söz konusu olan 6 aylık kesin sürenin geçmiş olmasından sonra şikâyet hakkı kullanılamaz. Şikâyet süresi, hukuki mahiyeti itibariyle hak düşürücü süre olarak hukukumuzda kabul edilir. Hak düşürücü süre ise bir hakkın kullanılması için yapılması gereken işlemin süresi içinde yapılmaması sonucunda hakkın düşmesine neden olan süre olarak tanımlanmaktadır.

Müştekinin ( şikâyetçinin ) birden fazla olduğu durumlarda da müştekilerden sadece birinin şikâyet süresi içerisinde bu hakkını kullanmaması durumunda, şikâyet süresi içerisinde olmak şartı ile diğer müştekilerin şikâyet hakları devam etmektedir. Bu durum Türk Ceza Kanununda ” Şikâyet hakkı olan birkaç kişiden birisi altı 6 süreyi geçirirse bundan dolayı diğerlerinin hakları düşmez. ” ( TCK md. 73/3 ) şeklinde ifade edilmiştir. Yani diğer bir anlatım ile müştekilerden her birinin şikâyet hakkı diğerinden bağımsızdır ve tüm müştekilerin süresi dolana kadar her zaman şikâyetçi olunabilme imkânı her zaman vardır.

Türk Ceza Kanununda suçlar kural olarak re ’sen araştırma ilkesine tabi olarak karşımıza çıkar. Gel gelelim bu kuralın istisnalarından bir tanesi de şikâyet kurumudur. Suçun kanuni tanımında “ mağdur kişinin şikâyeti üzerine ” ya da “ şikâyet üzerine ” ifadeleri ilgili hükümde var ise o suç şikâyete bağlı bir suçtur. Suçtan zarar gören kişinin, mağdurun ya da yasal temsilcisinin kanunda belirtilmiş olan yetkili makamlara yazılı ya da tutanağa geçirilmek üzere ilgili kuruma yöneltilen sözlü olarak yaptığı irade açıklaması neticesinde yapılan soruşturma veya kovuşturma re ‘sen araştırma ilkesinin istisnası olarak diyebilmekteyiz. Kanunda bu tarz bir ifade yer almaması halinde ise söz konusu suç şikâyete bağlı bir suç olmaktan çıkmaktadır. Takibi şikâyete bağlı olan suçlardan birkaç tane örnek sayacak olursak şu suçları sayabiliriz: Kişilerin huzur ve sükûnunu bozma ( TCK md. 123 ) , hakaret ( TCK md. 125 ), mala zarar verme ( TCK md. 151 ), Kaybolmuş ya da hatalı olarak ele geçmiş eşyanın tasarrufu ( TCK md. 160 ) vb. Bazı suçlara bakarsak eğer ise şikâyet şartı gerçekleşmeden kesin bir şekilde takip edilemeyen suçlardır. Örnek verecek olursak, taksirle yaralama ( TCK md. 89 ), reşit olmayanla cinsel ilişki ( TCK md. 104 ), cinsel taciz ( TCK md. 105 ) suçları mutlak olarak takip edilen suçlardandır.

Soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı bir suçun icrası sonucunda şikâyet hakkına sahip olan kişinin süresi içerisinde ve kanunun öngördüğü şartlara uygun olarak bu hakkını kullandıktan sonra, şikâyetini geri almasına şikâyetten vazgeçme denir. Başka bir ifade ile şikâyetten vazgeçme, daha önceden yapılmış olan şikâyetin geri alınması ve bu şikâyetin geçersiz sayılmasının istenmesi olarak açıklanabilmektedir. Türk Ceza Kanunun 73. Maddesinin 4, 5 ve 6. fıkralarında şikâyetten vazgeçme açık bir şekilde yer almış olduğu görülmektedir. Takibi şikâyete bağlı suçların tamamında, şikâyet hakkı sahibinin şikâyetinden vazgeçmesi mümkün olup buna kanun tarafından izin verilmiştir.

Feragat ise hukuk dilinde şikâyete bağlı bir suçun icrası neticesinde suçtan zarar gören kişinin, şikâyet süresi dolmadan şikâyet hakkını kullanmayacağını yetkili makamlara bildirmiş olması biçiminde açıklanır.  Şikâyetten feragat ancak şikâyet hakkının doğumundan sonra mümkün olabilmektedir. Ayrıca şikâyetten feragat de ancak şikâyet süresi dolmadan mümkün olmaktadır. Şayet süre geçtikten sonra yapılan feragat, ortada kullanılabilecek bir hak bulunmadığından yani suç zaman aşımına uğradığından bir anlam ifade etmeyecektir.

Müşteki ( Şikâyetçi ) Ne Demektir?

Arapça “ şkw “ kökünden gelen muştaki,  مشتكى  ” şikâyet eden ” sözcüğünden alıntıdır. Arapça dilinden gelmekte olan bu sözcük Arapça şakā ” yakındı, şikâyet etti ” fiilinin iftiˁāl vezni (VIII) failidir. Müşteki terimi Türkçe’ de ” şikâyet eden manasına gelmektedir. Müşteki kavramı, Türk Dil Kurumu’nda yer almış olan anlamı itibari ile yakınan, sızlanan, şikâyetçi ” anlamına geldiği saptanmaktadırMüşteki kelimesi günlük kullanımının yanında hukuk kavramları içerisinde özellikle de Türk Ceza Hukuku içerisinde yer almaktadır. Türk Ceza Kanununda düzenlenmiş olan suçlar kapsamında ya da soruşturulması ve kovuşturulması yapılan çok farklı kanunlarda düzenlenmiş olan suçlardan zarar gören ya da mağdur olan kişi veya kişilere müşteki denildiği görülmektedir. Müşteki sıfatına ilişkin olarak ise bakıldığında kanun hükümlerinde herhangi bir tanıma yer verilmediği görülmektedir. Müşteki yani diğer başka bir deyiş ile şikâyetçi, bir suçtan zarar gören ya da mağdur olan ve bu sebepten ötürü Cumhuriyet Savcılığına veya ilgili kuruma başvurarak şikâyet hakkını kullanan kişi olarak tanımlayabiliriz. Soruşturma aşaması geçtikten sonraki gelen kovuşturma aşamasında mahkeme tarafından müştekiye katılma yani davaya müdahil olma talebinin bulunup bulunmadığının sorulmasının ardından müşteki, davaya katılma talebinin bulunduğunu beyan ettiği takdirde katılan yani müdahil sıfatına sahip olmaktadır.

Müşteki sadece özel kişilere tanınan bir hak değildir. Bu hak zarar görmüş ve mağdur edilmiş kişilere tanmış olan bir haktır. Bahsi geçmekte olan bu hak, kanun tarafından hem özel hem de tüzel kişilere tanınmış olduğu saptanmaktadır. Müşteki hakkı, tüzel kişilerin de kullanabileceği bir haktır. Müşteki hakkı bizzat kişiye sıkı sıkıya bağlıdır. Yani o kişinin kendisine verilen bir haktır. Müşteki, gerçek bir kişi olabilir ya da şirket, vakıf, dernek ve benzeri gibi bir tüzel kişi de olabilir. Tüzel kişiler şikâyet hakkını yetkili organları vasıtaları ile kullanır. Şikâyet hakkını bizzat hak sahibi kullanması gerekmektedir ve bu şikâyet hakkı hak mirasçılara geçmez. Bu hakkın kullanılması sebebi ile bu hakkın mirasçılar, murisin şikâyet hakkına sahip olamazlar. Burada çok önemli bir noktanın üzerinde durulması gerekir. Eğer müşteki bu hakkını kullanmış ve daha sonra vefat etmişse durum biraz daha farklı bir hale gelir. Bu ihtimalde söz konusu olan bu hak için bir kovuşturma devam etmekte ise mirasçılardan bahsedilebilir. Sadece müşteki şikâyet hakkını bizzat kullandıktan sonra vefat eder ise mirasçıları açılan ceza davasına müdahil ( katılan ) sıfatı ile katılabilirler.

Müştekiye karşı birden fazla insan tarafından yalnızca tek bir suç işlenebilmesi de mümkündür. Böyle bir ihtimal olabileceği gibi bir kişi tarafından birden fazla suçun işlenmesi de mümkün olmaktadır. Müşteki tarafından şikâyet hakkı kullanıldığı zaman suçun işlenmesinde rolü olduğunu düşündüğü tüm söz konusu olan şahıslar hakkında şikâyetçi olmuş konumundadır. Zira şikâyet hakkının konusunu suç niteliği taşımakta olan eylemler oluşturmaktadır. Müşteki tarafından suç niteliği taşıyan fiili gerçekleştiren kişilerden bazıları şikâyete tabi tutulup bazılarının tabi tutulmaması, şikâyetin konusunun söz konusu eylem olması nedeni ile kesinlikle mümkün değildir. Müştekiye karşı bir kişi tarafından birden fazla suç işlenmesi durumunda her bir suç hakkında istenirse ayrı ayrı suç duyurusunda bulunulabilir. Tüm bunlara ek olarak da müştekiye karşı işlenmiş olan birden fazla suça karşı müşteki ferdi yapacağı tek bir suç duyurusu ile de şikâyetçi olabilmesi mümkün olmaktadır.

Müşteki Sanık Ne Demektir?

Müşteki sanık terimi, soruşturma aşamasının kapsamında hem suçtan zarar gören kişi yani mağdur olarak şikâyet hakkını kullanan hem de bunun yanında hem de suç isnadı altında olan kişi anlamına geldiği şeklinde bir tanım yapabiliriz. Müşteki sanık, başka diğer bir tanım ile kovuşturma aşamasında bir dosyada katılma ( müdahil ) talebinin bulunmaması sebebi ile katılan yani müdahil sıfatı olmayan kişiye verilen bir isim olarak karşımıza çıkar. Şahsın davaya katılma talebinde bulunması durumunda da kişi, katılan ( müdahil ) yani müdahil sanık sıfatı taşır.

Mağdur şüpheli ise savcılık tarafından yürütülmüş olunan bir soruşturma aşamasında hem suçtan zarar gören kişi ya da mağdur olan kişi olup şikâyet hakkını kullanmayan hem de aynı dosyanın içerisinde hakkında şikâyetçi olunan kişi olarak bir tanım yapabiliriz. Herhangi bir aynı olay içerisinde hem suçtan zarar gören hem de mağdur olan fert hakkında suç isnadında bulunulması hakkında söz konusu kişi soruşturma aşamasında “ mağdur şüpheli ”, kovuşturma aşamasında ise “ mağdur sanık ” sıfatını haiz olmuş olacaktır.

Müştekinin Diğer Sıfatları Nelerdir?

Müştekisuç oluşturan eylemden zarar gören veya mağdur olan kişi olup müştekinin diğer bir sıfatı şikâyetçi olduğundan yukarıdaki yazımızda bahsetmiştik. Kovuşturma aşamasında müşteki yani şikâyetçi tarafından davaya katılma talebinde bulunulmuş olunması ihtimalinde “ katılan ” ya da başka diğer bir ifadeyle “ müdahil ” sıfatı alınacaktır. Müşteki, şikâyette bulunmamış ya da şikâyetinden vazgeçmiş ise yani davaya katılma talebi bulunmuyor ise ve hem suç teşkil eden eylemden dolayı mağdur veya zarar gören hem de suç isnadı altında ise müşteki sanık sıfatını alacaktır. Eğer bu durumda davaya katılma yani müdahil olma talebi var olmuş ise “ katılan sanık ” ya da diğer başka bir deyiş ile “ müdahil sanık ” sıfatını alacaktır.

Müşteki İle Davacı Kavramları Arasındaki Fark Nedir?

Müşteki ile davacı kavramları birbiriyle çok karıştırılmakta olup söz konusu bu kavramlar aynı anlamlara gelmeyip anlamları bakımından belirli bir fark vardır. Müşteki, yani şikâyetçi bir suçtan ötürü olarak zarar görmüş ve mağdur olmuş olup bu sebep ile Cumhuriyet Savcılığına başvurup şikâyet hakkını kullanmış kişidir. Davacı kavramı ise bu tanımdan çok daha geniş bir kapsama sahiptir. Bir hakkının ihlal edildiğini iddia eden ve bu hak ihlali sebebi ile uğradığı zararı talep eden ve bu hakkın iade edilmesini isteyen taraf olarak tanımlanır. Müşteki kanunda kendisine öngörülen şikâyet hakkını kullanır. Davacı taraf ise uğramış olduğu zararı ve bu zararın karşılığını talep etme hakkına sahiptir.

Suç Mağduru Ve Müşteki

Ceza muhakemesinde adil yargılama yapılarak maddi gerçeğin ortaya çıkartılması, suç faili yönünden büyük bir önem taşımaktadır. Bu durum suç faili yönünden her ne kadar önemli ise de suç mağduru açısından da bir o kadar önemlidir. Yargıtay’ın görüşüne göre mağdur ile suçtan zarar gören kavramları aynı şeyi ifade etmez. Mağdur, suçun konusunun ait olduğu kişi olduğundan suç sebebi ile muhakkak zarar görmekte ise de suçtan zarar gören kişi her zaman suçun mağduru olacak diye bir kural yoktur. Ceza Muhakemesi Kanununda bazen “ mağdur ” ( CMK md. 12 ), bazen de  “ suçtan zarar gören ” ( CMK md. 22 ve 237 ) olarak adlandırılan zarar gören kişiye bazı haklar ve yükümlülükler verilirken kanun koyucunun farklı farklı ölçüler ile hareket etmesi de mümkün gözükmektedir.

Suç mağduru kavramı kısaca suça konu eylemin konusunun ait olduğu kişidir. Suçun pasif süjesi kavramından da zarar gören şahıs ya da suç mağduru anlaşılır. Yaşam hakkına ya da vücut bütünlüğüne yönelen eylemlerde suçun konusu, insan yaşamı veya vücut bütünlüğü olmak ile birlikte suçun mağduru da kişinin kendisidir. Hırsızlık ve yağma gibi malvarlığına karşı işlenen suçlarda ise suçun konusu çalınan ya da yağmalanan eşya iken suçun mağduru malvarlığı eksilen kişi suç mağdurudur. Suç mağduru terimi, doğrudan doğruya suç nedeniyle mağdur olan kimsenin aile bireylerini ya da suçun işlendiği sırada mağdura yardım ederken ya da mağduriyete engel olmaya çalışırken zarara uğrayan kişileri de kapsamadığı görülmektedir.

Mağduru ya da suçtan zarar gören kişinin olduğu bir suçu, devletin soruşturma veya kovuşturma makamlarına duyurarak şikâyetçi olan kimseye “ müşteki ” adı verilmiş olduğundan bahsetmiştik. Şayet şikâyet hakkını kullanan kişi, işlenen suçtan zarar görmemiş ise “ ihbarcı ” ya da “ ihbar eden ” olarak değerlendirilmelidir.

Müştekinin Şikâyet Süresi Ne Kadardır?

Zamanaşımı, suçun işlenmesinin ardından geçen süre içerisinde devlet tarafından sahip olunan dava açmak ya da dava sonucunda verilmiş olan cezayı infaz etmek ya da müsadere uygulamak yetkilerinin sona ermesi şeklinde açıklanır. Zamanaşımı Türk Ceza Kanununun madde 72 hükmüne göre re ’sen değerlendirilen bir husus olarak karşımıza çıkmaktadır. Kanunumuzu incelediğimizde ise karşımıza 3 tür zamanaşımı çıkmakta ve ilgili hükümlerde bu süreler düzenlenmiştir: Dava zamanaşımı, ceza zamanaşımı, müsadere zamanaşımı. Türk Ceza Kanununun 66. madde hükmünde dava zamanaşımı süreleri düzenlenmiştir. Örnek verecek olursak, Türk Ceza Kanununda başka türlü yazılmış olan haller dışında kamu davası; ağırlaştırılmış müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda otuz yıl ya da müebbet hapis cezasını gerektiren suçlarda yirmi beş yıl vb. geçmesi ile düşüp zamanaşımına uğramaktadır.

Şunu vurgulamak gerekir ki yukarıda bahsettiğimiz 6 aylık şikâyet süresi, Türk Ceza Kanunu’nun madde 66 hükmünde düzenlenmiş olan sürelere tabidir. Yani Türk Ceza Kanunu madde 66 hükmü içerisinde yer alan dava zamanaşımı süresi içerisinde 6 aylık şikâyet hakkı kullanılabilecek olup Türk Ceza Kanunu madde 66 hükmünde belirtilen süreler geçmesi halinde 6 aylık süre de söz konusu olmayıp suçun soruşturulması ve kovuşturulması zamanaşımına uğramış olacaktır.

Suç teşkil eden eylemden zarar gören ya da mağdur olan birden fazla kişinin bulunması halinde, müştekilerden bir tanesi için şikâyet süresi sona ermiş olsa dahi bu durum geriye kalan müştekilerin şikâyet hakkını sona erdirmeyecek olup diğer müştekiler açısından şikâyet hakkı devam edecektir. Bu durum Türk Ceza Kanununun 73. maddesinin 3. fıkrasında düzenlenmiştir.

Müşteki Şikâyet Hakkını Nasıl Kullanabilir?

Müşteki kendisine kanun tarafından verilmiş olan şikâyet hakkını polis, jandarma aracılığı ile veyahut savcılığa beyanda bulunmanın yanında savcılığa ya da mahkemeye yazılı beyanda bulunularak bahsi geçen hakkını kullanılabilir. Ceza Muhakemesi Kanununun madde 158 hükmünde yer alan maddeye adli makamlarında şikâyet hakkının kullanılabilmesi için başvurulabilecek idari makamlar belirtilmiştir. Cumhuriyet Başsavcılığı, Valilik ve Kaymakamlıklar aracılığı ile de ilgili kişiler şikâyette bulunulabilir. Yurt dışında işlenmiş olan ülkede takibi lüzumlu olan suçlar için Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarına şikâyette bulunulabilmesi mümkündür.

Ceza Muhakemesi Kanunu 158. Madde uyarınca maddeye göre; valilik ya da kaymakamlığa, yurtdışında işlenmiş ve Türkiye’de takip edilecek olan suçlar açısından da Türkiye’nin elçilik ve konsolosluklarında, kamu görevinin yürütülmesi ile ilişkin olarak işlendiği iddia edilen suç bakımından ilgili kurum ve kuruluş idaresinde yapılacak olan başvuru ile de söz konusu olan bu hak kullanılabilecektir. Şikâyet hakkı, el yazısı ile ya da bilgisayar çıktısı ile de yazılabileceği gibi yazıya geçirilmek sureti ile de sözlü bir beyan ile de gerçekleştirilebilir. Burada önem arz eden durum ise suç oluşturduğu iddia edilen fiilin açık ve anlaşılır bir biçimde anlatılmış olmasıdır.

Müşteki Hangi Haklara Sahiptir?

Soruşturma Evresindeki Hakları

Müştekinin hakları davanın evrelerine göre belirlenmiştir. Mağdur veya müştekinin hakları Ceza Muhakemesi Kanununun 234. hükmünde düzenlenmiştir.

Mağdur ile müştekinin soruşturma evresindeki haklarını teker teker saymadan önce soruşturma evresinin sınırlarının çizilmesi gerekir. Soruşturma evresini tanımlayacak olursak, suç teşkil etmekte olan bir eylem gerçekleştirilip gerçekleştirilmediğine ilişkin iddianın araştırıldığı bir aşama olarak tanımlanır. Cumhuriyet savcısı ya da kolluk birimlerine suçun işlendiğine dair bir ihbar yapılması veya Cumhuriyet savcısının suç işlendiğinden haberdar olunması halinde kural olarak soruşturma evresi başlamış olacaktır. Soruşturma aşamasında müştekinin haklarına bakacak olursak şayet, delillerin toplanmasını talep etmek, soruşturmanın gizlilik ve aşamalarını bozmamak şartıyla belge istemek, bazı durumlarda baro tarafından kendisine vekil atanmasını istemek, vekil aracılığıyla el konulan ve muhafaza altına alınan eşyaları inceletmek, kovuşturmaya yer olmadığına dair karara yazılı itirazda bulunmaktır. Bu haklardan bazılarını inceleyelim.

Avukat Görevlendirilmesini İsteme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanununda mağdura ve müştekiye tanınan haklardan birisi de hukuki bilgi ve tecrübeye sahip bir kişiden yardım alma hakkının tanınmasıdır. Mağdur ve müşteki, ceza muhakemesi sürecinde mağduriyetlerine neden olan faillerin yargılanarak en ağır şekilde cezalandırılmaları için hukuki yardım talep edebilirler. Hukuki yardım alınabilmesi için kanuni bir takım şartların gerçekleşmesi lazımdır. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-3 ” bendine göre mağdurun ve şikâyetçinin anılan hakkı kullanabilmesi için soruşturma konusu olan suçun, cinsel saldırı suçu ya da alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlardan olması, mağdurun ya da şikâyetçinin vekil talebinde bulunması ve talepte bulunanın vekilinin bulunmaması gerekmektedir.

Kendisine avukat görevlendirilmesini isteme hakkı hem mağdura hem de şikâyetçiye tanınmış olup kural olarak ihtiyaridir. Diğer başka bir ifade ile suça konu eylemin karşılığı cezanın nevi ve miktarı her ne olursa olsun, kendilerine vekil görevlendirilmesini talep etmezler ise soruşturma makamları tarafından re ’sen barodan vekil görevlendirilmesi istenmeyecektir. Mağdur ya da müştekinin kendilerine vekil görevlendirilmesini talep etmeleri halinde ise soruşturma makamları önce ihtiyari vekilleri bulunup bulunmadığına bakacak, vekilleri yok ise cinsel saldırı suçundan ya da alt sınırı 5 yıldan fazla ceza gerektiren bir suçtan soruşturma yapıyorlar ise barodan vekil görevlendirilmesini istemeleri mümkün olmaktadır. Sanık gibi mağdura ve şikâyetçiye de ücretsiz olarak avukatlık hizmetinden yararlanma imkânı getirilmiş olması, “ adil yargılanma “ kavramı içinde değerlendirilen “ silahların eşitliği ilkesi ” ile de uyum içinde olduğu açık bir şekilde görülmektedir.

Belge Örneği İsteme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 157. Maddesindeki 1. fıkrasına göre, failin savunma hakkına zarar vermemek şartı ile soruşturma evresindeki usul işlemleri gizli bir şekilde yürütülür. Bu sebepten ötürü mağdur ve şikâyetçi tarafından ancak soruşturmanın gizliliği ihlal edilmemek kaydı ile dosyadan belge örneği alınabilmelidir. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-2 ” bendinde de “ soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak koşulu ile ” mağdur ve şikâyetçinin Cumhuriyet savcısından belge isteme haklarına sahip olduğu belirtilmiştir. 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanununun 7. Maddesi ile ilgili gerçek ve tüzel kişilerin kamu kurum ve kuruluşlarının elindeki belgeler yönünden bilgi istemelerine olanak tanındığı görülmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanununda mağdur ve müştekinin soruşturma evresinde belge isteme hakkından bahsetmek ile birlikte hangi belgelerin talep edilebileceği net bir şekilde belirtilmemiştir. Soruşturma evrakı, şüpheli savunmaları, mağdur ve müşteki beyanları, bilgi sahibi ifadeleri, ölü muayene ve otopsi zabıtları, olay yeri incelemelerine ilişkin her türlü belge, yakalama ve gözaltı tutanakları, doktor raporları, bilirkişi tutanak ve raporları gibi sayabileceğimiz birçok belgeden oluşmaktadır. Cumhuriyet savcısının soruşturmanın gizliliğini ve amacını bozmadığını düşündüğü her türlü soruşturma evrakının suretini mağdur ya da şikâyetçi fert isteyebilir. Burada istenmiş olunan belgenin soruşturmanın gizliliğini ihlal edip etmediğinin ya da soruşturmanın amacını tehlikeye düşürüp düşürmediğinin kararı Cumhuriyet savcısı tarafından verilecektir. Bu kararın olumsuz olmuş olması halinde mağdur ya da şikâyetçinin sulh ceza hâkimine itirazda bulunma hakkı saklı bulunmaktadır. Cumhuriyet savcısı soruşturmanın tamamı üzerinde bir kısıtlama getirilmesi gerektiğini düşünüyor ise sulh ceza hâkiminden Ceza Muhakemesi Kanunun 153. Maddesinin 2. fıkrasının uyarınca kısıtlama kararı isteme hakkı vardır. Bu durumda da mağdur ve şikâyetçi kendi ifadeleri ve kendi imzaları bulunan tutanaklar dışında herhangi bir soruşturma evrakının suretini isteme hakları bulunmaz.

Delillerin Toplanmasını İsteme Hakkı

Yargılama konusu olayın aydınlığa kavuşturulması, diğer başka bir ifade ile maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla kullanılan tüm araçlara “ delil “ adı verilir. Delil, olayın belirlenmesine hizmet eder. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-1 ” bendinde, mağdur ile müştekinin soruşturma aşamasında “ delillerin toplanmasını isteme “ hakkı olduğu da hüküm altına alınmıştır.

Delillerin toplanması, ceza muhakemesinde karar verme yetkisine haiz olan ilgili birim sorumlularının karar verebilmelerini sağlayabilmek amacı ile delillerin hazır bulundurulmasıdır. Bir suçun işlendiğine dair kuvvetli şüphe bulunduğunu hisseden Cumhuriyet savcısı, kamu davası açılıp açılmayacağına dair vereceği karara esas olmak üzere her türlü araştırmayı yapmaya yetkili olmaktadır. Cumhuriyet savcısı bu araştırmayı yaparken emrindeki adli kolluk güçlerinden yararlanmaktadır. Soruşturma evresinde kendisine tanınmış olunan bu yetki çerçevesinde Cumhuriyet savcısının, maddi gerçeği ortaya çıkarabilmek amacı ile her türlü delili toplama yükümlülüğü vardır. Cumhuriyet savcısı delil toplama görevini yerine getirirken, şüphelinin ve mağdurun haklarını koruyacak, tarafların lehine ve aleyhine tüm delilleri topladıktan sonra kamu davası açılıp açılmayacağına karar verecektir. Ceza muhakemesi hukukunda delil serbestliği ilkesi esas olarak kabul edilmiştir. Soruşturma evresinde Cumhuriyet savcısı, kovuşturma evresinde ise hâkim suçun kanıtlanması için kural olarak her türlü delilden yararlanma imkânına sahiptir. Soruşturma evresinde mağdurun ya da şikâyetçinin toplanmasını istediği deliller, Cumhuriyet savcısının hukuki değerlendirmesinden geçtikten sonra yerinde görülürse toplanıp evrak arasına alınmaktadır.

Ceza Muhakemesi Kanunu ile mağdur ve müştekiye tanınmış olunan Cumhuriyet savcısından delil toplanmasını isteme hakkı, toplumsal adaletin sağlanması açısından çok önemli bir yenilik olarak kabul edilmelidir. Tanınmakta olan bu hak, ceza yargılamasında mağdurun yalnızca suçun ortaya çıkması açısından dinlenen bir tanık olmadığının göstergesi olarak görülmesi gerekir. Zira delil toplanmasını isteyerek soruşturmanın mağdur ve şikâyetçi tarafından da yönlendirilebilmesi, suçtan zarar gören mağdurların kendilerini iyi hissetmelerini sağlayacak, ayrıca birçok olayda ileride iddia edilebilecek hususların henüz soruşturma evresinde dosyaya yansımasının önü açılmış olacak ve mağdur, yargılamada bir süje olarak kabul edilmiş olacaktır.

Soruşturma Belgelerini, El konulan ve Muhafaza Altına Alınan Eşyayı İnceletme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-4 ” bendine göre, mağdur ve müştekinin, vekilleri aracılığı ile soruşturma belgelerini, el konulan ve muhafaza altına alınan eşyayı inceletme hakları vardır. Şu var ki bu hakkın kullanılması, Ceza Muhakemesi Kanunun 153. maddesine uygunluk koşuluna bağlı olmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanunun 153. maddesinin 1. Fıkrasında belirtilmiş olan  “ uygunluk şartı ”, sulh ceza hâkimi tarafından dosya üzerinde kısıtlama kararı verilmemesi halidir. Bu halde de soruşturma evresinde kısıtlılık kararının bulunması halinde mağdur ya da müşteki kişi söz konusu olan bu haklarını kullanamayacaktır. Kısıtlılık kararı bulunsa dahi mağdur ya da müşteki, kendi ifadelerini içeren tutanak ve belgelerin incelenmesini vekilleri aracığı ile isteyebilmeleri mümkün olmaktadır. Bu düzenleme ile kanun koyucu mağdur ve şikâyetçiye, el konulan ve muhafaza altına alınan eşyayı inceletme hakkını tanıyarak soruşturma evresinde şüpheliye dahi vermediği bir hakkı kullandırmıştır.

Mağdur ve müşteki kişi, Ceza Muhakemesi Kanunun 234. Maddesinin 1. fıkrasının “ a-2 ” bendindeki soruşturma evrakındaki belgelerin suretini isteme hakkını bizzat kendileri kullanabilirken, aynı maddenin “ a-4 ” bendi uyarınca bu belgelerin incelenmesini sadece vekillerinden isteyebileceklerdir.

Cumhuriyet Savcısının Kovuşturmaya Yer Olmadığına İlişkin Kararına İtiraz Hakkı

Kamu davası açmada “ mecburilik “ ve “ takdirlik “ olmak üzere 2 tane ayrı sistem bulunmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununda kabul edilen mecburilik sistemine göre soruşturma evresinde toplanan deliller suçun işlendiği hususunda yeterli şüphe oluşturuyor ise Cumhuriyet savcısı tarafından kamu davasını açılması zorunluluğu doğar. Hâlbuki eylemi değerlendirme yetkisi ise mahkemeye ait olmaktadır. Hukukta maslahat, kamu yararı anlamına gelir. Bu sebep ile Cumhuriyet savcısının dava açarken dikkate alması gereken “ maslahata uygunluk “ şartına kamu yararı şartı da diyebiliriz. Kamu davası açılmasında mecburilik sisteminin karşıtı olan maslahata uygunluk sisteminde, davanın açılması için kamu yararının bulunması koşulu aranmaktadır.

Ceza Muhakemesi Kanunu, kural olarak “ mecburilik “ sistemini tercih etmiş olsa da sınırlı şekilde “ takdirlik “ istisnası kabul etmiştir. Ceza Muhakemesi Kanunun 171. maddesinin 1. fıkrasında “ cezayı kaldıran şahsi sebep olarak etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasını gerektiren şartların ya da şahsi cezasızlık nedenin varlığı durumunda da Cumhuriyet savcısı kovuşturmaya yer olmadığı kararı verebilir ” hükmü düzenlenmiştir. Söz konusu maddenin 2. fıkrasında ise düzenlenmekte olan kamu davasının açılmasının ertelenmesi müessesesinde ise yeterli delil bulunmasına karşın Cumhuriyet savcısı kamu davası açmamakta ve şartların oluşması halinde kamu davasının açılmasının ertelenmesine karar vermektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ a-5 ” bendinde mağdur ve müştekinin Cumhuriyet savcısının kovuşturmaya yer olmadığına ilişkin kararına karşı kanunda yazılı usul çerçevesinde itiraz hakları olduğu kabul edilmiştir. Söz konusu olan Kanunun 173. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca kovuşturmaya yer olmadığı kararının kendisine tebliğ edilmesi anından itibaren on beş gün içerisinde suçtan zarar görenin, kararı veren Cumhuriyet savcısının bağlı bulunmuş olduğu ağır ceza merkezine bağlı sulh ceza hâkimliğine itiraz hakkı bulunmaktadır.

Mağdur ya da müşteki olan suçtan zarar görenler bizzat ya da vekilleri aracılığı ile yasal süresi içinde itiraz haklarını kullanabilirler. İncelemeyi yapan sulh ceza hâkimliği öncelikle istemde bulunanın suçtan zarar görüp görmediğini araştıracak, suçtan zarar görmediğini tespit ettiği ihbarcıların itirazlarının reddine karar verecektir. Aksi halde ise suçtan zarar görmeyen ihbarcıların hakları bulunmamasına karşın soruşturma evresine müdahil olmaları sonucu ortaya çıkacaktır. Suçtan zarar gören mağdur ya da müştekilerin talepleri ise esasa girilerek sulh ceza hâkimliği tarafından incelenecek ve karar verilecektir. Hâkimlik tarafından merci sıfatıyla verilen itirazın reddine ya da kabulüne ilişkin kararlar Ceza Muhakemesi Kanunun 271. Maddesi 4. fıkrası gereğince kesin nitelikte olmaktadır.

Kovuşturma Evresindeki Hakları

Ceza Muhakemesi Kanunun 175. Maddesinin 1 fıkrası uyarınca, iddianamenin kabulü ile kamu davası açılmış olur ve bu sayede kovuşturma evresi başlar. Kovuşturma evresi, dar ve geniş olarak 2 anlamda kullanılmaktadır. Geniş anlamına bakarsak eğer hükmün kesinleşmesine kadar devam etmekte olup, bu halde mahkeme tarafından nihai karar verilip dava dosyasının istinaf ya da temyiz incelemesine gönderildiği aşamalar da kovuşturma evresi içerisinde değerlendirilir. Dar anlamda kovuşturma evresini değerlendirdiğimizde ise iddianamenin kabulü ile başlayıp ilk derece mahkemesinin nihai hükmünü vermesine kadar sürer. Dar anlamda kovuşturma evresi duruşma hazırlığı, duruşma ve hüküm verme aşamalarından oluşmaktadır. Kovuşturma aşamasında; duruşma zamanları hakkında bilgi elde etmek, davaya müdahil olmak, belgelerden örnek istemek, tanıkların çağrılmasını talep etmek, bazı durumlarda kendisine vekil atanmasını istemek, davaya müdahil olduğu takdirde kanun yollarına başvurmaktır. Bu haklardan bazılarını incelersek;

Duruşmadan Haberdar Edilme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-1 ” bendi uyarınca mağdur ve müştekinin kovuşturma evresinde yapılacak olan duruşmalardan haberdar edilme hakları bulunmaktadır. İddianamenin kabulü ile başlayan kovuşturma evresinde, mahkeme tarafından tanzim edilen duruşma hazırlık tutanağında duruşma günü belirlenip, belirlenen günde duruşmada hazır bulunacak kişiler usulüne uygun olarak çağrılmaları gerekir. Mağdur ve şikâyetçi de duruşmada hazır bulunacak kişiler arasında sayılmaktadır. Soruşturma evresinde şikâyetçi olan mağdur ya da suçtan zarar görenin kovuşturma evresinde vefat etmesi durumunda ise mahkemece Ceza Muhakemesi Kanunun 260. Maddesinin 1. fıkrası katılan sıfatını alabilecek surette suçtan zarar görmüş bulunan mirasçılarının tespit edilerek duruşma gün ve saatini bildirecek şekilde davetiye çıkartılarak kamu davasından haberdar edilmeleri bir zorunluluktur. Bu zorunluluğa uyulmaması halinde de mahkeme tarafından verilmiş olunan kararın vefat eden müştekinin mirasçılarına tebliğ edilmesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 233. maddesine göre mağdur ile şikâyetçinin duruşmaya çağrılması söz konusu olan Kanunun emredici, diğer başka bir ifade ile amir hükümlerinden biridir. Duruşmadan haberdar edilmeyen ve yokluğunda karar verilen mağdur, şikâyetçi ya da suçtan zarar gören kişi; kendisine kararın tebliğ edilmesinden sonra kanuni süresi içerisinde kanun yoluna başvurduğunda Yargıtay tarafından mağdur, şikâyetçi ya da suçtan zarar görenin ilk derece mahkemesinde yapılacak duruşmada yasal haklarını kullanabilmeleri için işin esasına geçilmeden ilgili hükmün usulen bozulmasına karar verildiği açık bir şekilde görülmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesi uyarınca mağdur, suçtan zarar gören ve şikâyetçinin yargılama sırasında ilk olarak duruşmadan haberdar edilmesi gerekmektedir. Suçtan zarar görenin tüzel kişi olması halinde de ilgili kurum ya da kuruluşun tebligata yarar adresine duruşma gününü bildirir bir çağrı kâğıdı çıkartılması gerekir. İşlenen suç sebebi ile kurumun doğrudan zarar görmesi halinde kovuşturma evresinde mutlaka duruşmalardan haberdar edilmeli, doğrudan zarar görmemesi halinde ise ikili bir ayrım gözetilmesi gerekmektedir.

Kamu Davasına Katılma Hakkı

İddia makamını kamuyu temsil eden Cumhuriyet savcısı ile beraber mağdur ya da suçtan zarar gören şikâyetçi kişinin işgal etmesi, kamu davasına katılma biçiminde mümkün olmaktadır. Bizzat olarak mağdur ya da suçtan zarar gören ferdin soruşturma evresinde araştırma işlemlerini yapması, kovuşturma evresinde ise iddia makamını yalnız olarak doldurması mümkün değildir. Bu kişiler genel olarak soruşturma ve kovuşturma evrelerinde ancak belirli işlemlerde hazır bulunabilme hakkını tekellerinde bulundururlar.

Mağdur olan ya da suçtan zarar gören şikâyetçiyi korumayı amaç edinen düzenlemelerden en önemlisi ise katılma müessesesi oluşturmaktadır. Kamu davasına katılma (müdahale) hakkı, Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-2 ” bendinde kabul edilmiştir. Sözü edinilen Kanunun 237. Maddesinin 1. fıkrasına göre mağdur kişi, suçtan zarar gören gerçek ve tüzel kişiler ile malen sorumlu olanlar, ilk derece mahkemesindeki kovuşturma evresinin her aşamasında hüküm verilmiş olana kadar şikâyetçi olduklarını bildirerek kamu davasına katılabilme hakkına sahip olmaktadırlar. Kamu davasına katılma halinde de müdahil, ceza muhakemesine katılan birisi olarak kendi şahsi hak ve menfaatlerini korumak ve gözetmek için uğraştığı gibi hakkında dava açılan sanığın mahkûm olması ve hakkında güvenlik tedbirine hükmolunması için de çaba sarf eder ve kanun tarafından da kendisine tanınan haklarını kullanır. Kovuşturma evresinde suçtan zarar gören, kendine özgü haklar ile donatılmış kişi olarak Cumhuriyet savcısının yanında kamu davasına dâhil olmaktadır.

Kanun yolu incelemesinde ise kural olarak katılma isteminde bulunulamaz. Bu var ki ilk derece mahkemesinde usulüne uygun şekilde katılma isteminde bulunulmuş olmasına karşın mahkeme tarafından katılma istemi ile ilgili olumlu ya da olumsuz bir karar verilmedi ise ve başka inceleme yapılmasına dair bir sebep bulunmuyor ise kanun yolu mercii tarafından katılma kararı verilip buna göre bir inceleme yapılabilir İlk derece mahkemesi tarafından davayı neticelendiren hüküm kurulduktan sonra, katılan sıfatını alabilecek şekilde suçtan zarar gören kimse, katılma isteminde bulunup hükmü kanun yoluna götürürse temyiz istemi kabul edilecek olup sadece duruşmalara usulüne uygun çağrılmayan mağdur olan ferdin Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesindeki haklarını kullanamadığından davaya katılmasına kanun yolu aşamasında karar verilemeyecektir. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrası uyarınca görevlendirilen zorunlu vekil ile mağdurun kanuni temsilcileri olan anne ve babasının, şikâyet ya da davaya katılma konusunda irade beyanlarının çelişmesi durumlarında da mağdurun kanuni temsilcilerinin beyanlarına üstünlük tanınması lüzumdur. Zira katılma konusunda ayırt etme gücü olmayan mağdur çocuğun, duruşmalarda vekil ile temsil ettirilmesi için her aşamada kanuni temsilcisinin vekâletname vererek bir vekil ile anlaşması mümkündür. Bu durumda da ihtiyari vekili bulunan çocuk mağdura baro tarafından vekil atanamayacağından dolayı kanuni temsilcinin iradesine öncelik verilmesi gerekliliği kabul edilmesi gerekir.

Suça konu eylemin gerçekleşmesi sebebi ile mağdur olan ya da eylemden zarar gören kişiler kovuşturma evresinde şikâyetlerinden vazgeçebilecekleri gibi davaya katılma haklarından da vazgeçme imkânına sahiptir.

Tutanak ve Belgelerden Örnek İsteme Hakkı

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrasının “ b-3 ” bendine göre, mağdur ve müştekinin kovuşturma evresinde de tutanak ve belgelerden örnek isteme hakları bulunmaktadır. Soruşturma evresinde soruşturmanın gizlilik ve amacını bozmamak şartı ile suret alabilen mağdur ve şikâyetçi, kovuşturma aşamasında da herhangi bir sınırlama olmaksızın bizzat olarak bu haklarını kullanabileceklerdir.

Ceza Muhakemesi Kanunun ” mağdur ile şikâyetçinin hakları ” başlıklı 234. maddesinde, mağdur ve şikâyetçiye kovuşturma evresinde tutanak ve belgelerden örnek isteme hakkı tanınmış olduğu görülmektedir. Mağdur ya da şikâyetçinin anılan haklarını kullanabilmeleri için davaya müdahil olarak katılmaları da zorunlu bir şart olarak öngörülmemiştir. Varsayalım ki mağdur ya da şikâyetçinin, davaya katılmamaları halinde kendilerine mahkemece re’sen tutanak ve belgelerden örnek verilmesi gerekmemekte ise de davaya katılmaları durumlarınca mahkeme tarafından hükme esas alınması gereken belgelerin örneklerinin tefhim ya da tebliğ edilmesi gerekmektedir. Bir Yargıtay kararına göre, “ hâkim havalesi bulunmayan ve beraat hükmüne esas alınan yeminli mali müşavir olan X’e ait bila tarihli bilirkişi raporu duruşmada okunmayarak, katılan vekiline bir örneği verilerek beyanda bulunma imkânı tanınmayarak ” Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesine aykırı davranılmasını, bozma sebebi olarak gösterilmiştir. Katılmadan önce verilen kararların ve katılma tarihinden önce dosyaya konulan hükme esas alınacak belgelerin ise katılana ya da vekiline tebliğ edilmesine ise gerek bulunmamaktadır.

Tanıkların Davetini İsteme Hakkı

Kovuşturma aşamasında mağdur ya da müşteki, isterlerse duruşmalarda tanık dinletmek isteyebilirler. Söz konusu olan bu hak, delillerin toplanmasını isteme hakkı ile uyumlu bir şekilde düzenlenmiştir. Diğer başka bir ifadeyle soruşturma evresindeki delilleri toplatma talebi ile kovuşturma evresindeki tanık dinletme istemi arasında aslında pratik olarak bir fark bulunmamaktadır. Her iki evrede de mağdur ya da suçtan zarar gören kişi toplanması gereken bir delil olduğunu düşünüyorlarsa anılmakta olan bu hak kapsamında bu delilin toplanıp evrak arasına alınması için bir talepte bulunabileceklerdir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrasının “ b-4 ” bendinde düzenlenmiş olunan tanıkların davetini isteme hakkını, mağdur ya da müşteki söz konusu olan Kanunun 178. maddesindeki usule göre kullanabilmeleri mümkündür. Buna göre de mahkeme başkanı ya da hâkimden, tanık veya uzman bilirkişi çağrılmasını sözlü olarak ya da dilekçe ile isteyebilme ve bu istem reddedildiğinde, o kimseleri mahkemeye bizzat getirip dinletebilme hakkına sahip olmaktadırlar.

Kanun Yollarına Başvurma Hakkı

Suç oluşturan eylem sebebi ile mağdur olup doğrudan doğruya zarar gören kişilerin kovuşturma evresinde hüküm kuruluncaya kadar, Ceza Muhakemesi Kanunun 237. Maddesinin 1. fıkrası uyarınca sanıktan şikâyetçi olup davaya katılmak istemeleri üzerine mahkeme tarafından kamu davasına katılmalarına karar verilebilir. Kamu davasına katılmış olmak koşulu ile mağdur ya da müşteki, Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-6 ” bendine göre, davayı sonuçlandıran kararlara karşı kanun yoluna başvurabilme imkânı vardır. Ceza Muhakemesi Kanunun 260. maddesi ile uyumlu olarak düzenlenen bu hak sayesinde mağdur ve müşteki, Cumhuriyet savcısından bağımsız olarak verilen kararlara karşı itiraz yoluna başvurabilme seçeneği olabileceği gibi hükümlere yönelik olarak da istinaf ve temyiz isteminde de bulunabilir.

Kanun yolları olağan ve olağanüstü kanun yolları olarak 2’ye ayrılır. Kural olan ve akla ilk gelen genellikle olağan kanun yollarıdır ve olağanüstü kanun yolları ise istisnayı teşkil etmektedir. Hâkim ya da mahkeme tarafından verilen kararlara karşı başvurulan itiraz yolu ile nihai hükümlere yönelik açılan istinaf ve temyiz davaları olağan kanun yolları olarak değerlendirilmektedir. Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısının itirazı, kanun yararına bozma ve yargılamanın yenilenmesi ise olağanüstü kanun yollarını meydana getirmektedir. Olağanüstü kanun yolları kesin olan karar ya da hükümler yönünden yapılan başvuruları kapsar. İtiraz, hâkim ya da mahkemece verilen kararların, karardan zarar görmüş olan ferdin başvurusu üzerine, farklı bir merci tarafından yeniden incelenmesine olanak tanıyan bir kanun yoludur. Kural olarak itirazın konusu hâkim kararları iken, istisna olarak mahkeme ara kararlarına da itiraz edilebilir. Yalnızca mahkemenin esas kararından önce vermiş olduğu ara kararlarına itiraz edilebilmesi için, kanunda itiraz yoluna başvurulabileceğinin açık bir şekilde gösterilmiş olması gerekmektedir.

On beş yaşını doldurmamış olan ve ayırt etme yeteneğine sahip olmayan mağdur çocukların, yalnızca zorunlu vekillerinin beyanına dayanılarak açılan kamu davasına katılmalarına karar verilmesi halinde, katılma kararı hukuki değerden yoksun olarak değerlendirilmesi gerekir. Mağdur çocukların kanuni temsilcileri dinlenmeden verilen katılma kararı hukuki değerden yoksun olduğundan mütevellit zorunlu vekilin kurulan hükmü temyize hak ve yetkisi de bulunmamaktadır. Hükmün bu şekilde temyiz incelemesine gönderilmesi halinde Yargıtay Ceza Daireleri zorunlu vekilin temyize hak ve yetkisi olmadığından dolayı temyiz isteminin reddine karar vermektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 233. Maddesinin 1. fıkrasının usule uygun olarak duruşmaya çağrılan mağdur ve müştekinin, bu çağrıya uymamaları ya da bu çağrıya uyup duruşmalara gelmelerine rağmen davaya katılmamış olmaları halinde kanun yollarına başvuru hakları bulunmamaktadır. Mağdur ve şikâyetçi, doğrudan doğruya zarar görmedikleri suçlar bakımından açılan kamu davalarına katılma hakları bulunmadığından, bu suçlardan kurulan hükümlere karşı da anılan hakkı da kullanamazlar.

Bilgilendirilme (Aydınlanma) Hakkı

Mağdurun ya da suçtan zarar gören ferdin, kanundan kaynaklanmış olan haklarını öğrenebilmeleri ve şikâyet haklarını kullanabilmeleri için kanuna göre usulüne uygun bir şekilde ilgili makama davet edilerek bilgilendirilmeleri gerekmektedir. Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 3. fıkrasında, suç mağdurlarına ve müştekiye, soruşturma ve kovuşturma aşamasındaki haklarının anlatılıp açıklanacağı ve tutanak altına alınacağı hususu kabul edilmiş, bilgilendirilme hakkı hukuksal zemin esas alınarak düzenlenmiştir. Söz konusu olan ilgili kanuna göre, mağdur ile şikâyetçiye Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1 ve 2. fıkrasında düzenlenen hakların açıklanıp anlatılması gerekir. Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi tarafından, 14.06.2006 tarihinde bakan temsilcilerinin 97. toplantısında kabul edilmiş olunan, “ Üye Ülkelere Suç Mağdurlarına Yardım Hususundaki Tavsiye Kararının ” 6. bendinde düzenlenen bilgilendirme hakkı, “ bilginin sağlanması ”, “ bilginin kapsamı ” ve “ hususi usul hakkında bilgiler ” olmak üzere 3 başlıkta incelenmiştir.

Bilgilendirme hakkı çerçevesinde mağdur ya da şikâyetçinin ifadelerinin alınmasından önce haklarının hatırlatıldığı konusu mutlaka zorunlu bir şekilde tutanak altına alınacaktır. Mağdura gerek bilgilendirilme hakkı kapsamında açıklama yaparken gerekse soruşturma ve kovuşturmanın tüm aşamalarındaki işlemler sırasında, mağdurun kişisel onur ve saygınlığına uygun davranılması gerek olmaktadır.  Mağdur ile iletişim kuran kolluk makamlarının mağdura, suçun konusu ya da suçun delili gözüyle bakmamaları gerekir. Kovuşturma aşamasında da mağdura suçun sübutunu ispatlayacak bir delil muamelesi yapılmamalıdır.

Avukat Yardımından Yararlanma Hakkı

Mağdur ve müşteki kovuşturma evresinde “ ihtiyari vekillik ” ya da “ zorunlu vekillik ” yolu ile istekleri doğrultusunda duruşmalarda kendilerini avukat olan vekil aracığı ile temsil ettirebilme imkânına sahiptirler. Zorunlu vekillik Ceza Muhakemesi Kanunu ile mevzuata dahil edilmiş olup, kanundan kaynaklanmaktadır. İhtiyari vekillik ilişkisi ise sözleşmeden ya da kanundan doğabilir. Sözleşmeden kaynaklanan ihtiyari vekillik ilişkisi mağdurun ya da müştekinin kendi iradesi ve Noter aracılığında düzenleteceği vekâletname ile kurulabilir. Burada mağdur ile ihtiyari vekil arasında kurulan ilişki bir sözleşmeye dayanmakta olup, tayin olunan vekil, vekâletname sözleşmesi kapsamındaki tüm davalarda mağdur veya şikâyetçiyi vekil sıfatıyla duruşmalarda temsil edebilirler.

Söz konusu olan kanundan kaynaklanan ihtiyari vekillik ise Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 1. fıkrasının “ b-5 ” bendinde düzenlenmiştir. Anılan bu düzenlemeye göre, mağdur ve şikâyetçinin, cinsel saldırı suçundan ya da alt sınırı 5 yıldan fazla hapis cezası gerektiren bir suçtan mağdur olmaları halinde, duruşmalarda kendileri temsil etmeleri için barodan vekil görevlendirilmesini isteme hakları bulunmaktadır. Anılan bent gereğince mağdur ya da şikâyetçiye istemi halinde vekil görevlendirileceği düzenlemesi yapılmıştır. Kanundan doğmuş olan ihtiyari vekillik olarak adlandırabileceğimiz bahsi geçmekte olan bu haller kanunda sınırlı olarak sayılmış, cinsel saldırı suçu ya da alt sınırı beş yıldan fazla hapis cezasını gerektiren suçlar yönünden mağdur olanların kendisine vekil atanmasını isteyebileceği kabul edilmiştir. Mağdur ya da müştekinin bu haktan yararlanabilmesi için vekâletname ile atadığı vekilinin bulunmaması ve mahkemeden kendisine vekil tayin edilmesini istemesi gerekmektedir.

Ceza Muhakemesi Kanunun 234. maddesinin 2. fıkrasında ise bir zorunlu vekillik sistemi öngörülmüştür. Zorunlu vekillik ilişkisi kanunun emredici hükmü uyarınca mağdur ile baro tarafından atanacak vekil arasında kurulmaktadır. Buna dolayı, mağdur on sekiz yaşından küçük, sağır, dilsiz ya da meramını anlatamayacak kadar malûl olur ve ihtiyari vekili de bulunmaz ise talebi aranmaksızın vekil görevlendirilmesi için baro ile yazışma yapılması gerekir. Kovuşturmaya konu eylem sebebi ile birden fazla kişinin mağdur olduğu olaylarda, tüm mağdurlara baro tarafından tek vekil görevlendirilmesi mümkün ise de mağdurlar arasında menfaat çatışması bulunduğu tespit edildiğinde ayrı ayrı vekil tayin edilmesi gerekmektedir.

MÜŞTEKİ DURUŞMAYA KATILMAZSA NE OLUR?

Müştekinin yargılamaya iştirak etmesi ve irade beyanlarını dile getirmiş olması gerekir. Bu amaç ile de Ceza Muhakemesi Kanununun 235. Maddesi uyarınca yakınma dilekçesinde belirtilen adrese davaya iştirak etmesi amacı ile tebligat gönderir. Müştekinin duruşmaya iştirak etmesi, olayın aydınlatılması için mecburi ise müşteki ne olursa olsun duruşmada dinlenmelidir. Davetiye gönderilmesine karşın mahkemeye katılmamış olan müşteki, polis tarafınca zorla mahkemeye getirilir.

Ceza Muhakemesi Kanununun 158. Madde 1 ve 2. fıkrasına göre müştekinin önceden yapmış olduğu şikâyetinden vazgeçmesi de mümkün olmaktadır. Şikâyetten vazgeçme polis, jandarma, savcılık, mahkeme, kaymakamlık ya da valilik vasıtasıyla yapılabilir. Müştekinin şikâyetten vazgeçmesi sanık tarafınca kabul edilmiş olduğu takdirde ceza davası düşer.

MÜŞTEKİ SANIK DURUŞMAYA GELMEME İHTİMALİNDE NE OLUR?

Müşteki sanık, kovuşturma aşaması sürerken katılma talebinin bulunmaması sebebinden ötürü olarak katılan ( müdahil ) sıfatı bulunmayan kişiye denilmektedir. Aynı şahıs tarafından davaya katılma talebinin bulunması halinde ise söz konusu şahıs, “ katılan ( müdahil ) sanık ” sıfatını alacaktır. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun madde 235 hükmü bunu ele almıştır. Söz konusu olan ilgili madde hükmünün incelendiği ve görüldüğü üzere kural olarak müştekinin kovuşturma aşamasında davalara icabet etmesi gereklidir. Bu hususta davanın görüldüğü mahkeme tarafından müştekinin daha önce belirtmiş olduğu adresine davetiye yani tebligat çıkartılır. Tebligatın ulaşmış olmasına rağmen duruşmaya katılım sağlamayan müşteki hakkında Ceza Muhakemesi Kanununun 235. maddesi gereğince yeniden tebligat çıkartılmaz. Şunu belirtmek gerekir ki müştekinin mahkemede dinlenmesi verilecek olan hüküm açısından bir zorunluluk bulunduruyorsa yani başa bir deyişle davanın seyrini etkileyecek yönde ise çıkartılmış olan davetiyeye yani tebligata rağmen duruşmaya katılım sağlanmamışsa, mahkeme tarafından söz konusu kişi hakkında zorla getirme kararı ” çıkartılabilecektir.

Suç oluşturan fiil bireysel ve toplumsal yaşam açısından çok farklı olumsuz sonuçlar doğurabilmektedir. Suç hemen hemen herkesin yaşamını doğrudan ya da dolaylı olarak etkilemektedir. Yaşamımız sadece kendi eylemlerimiz yüzünden değil, yakınlarımızın, arkadaşlarımızın, akrabalarımızın ve hatta belli zamanlarda aynı mekânları paylaştığımız tanımadığımız insanların mağduriyetleri ile de olumsuz etkilenebilir.

Şikâyet şartı gerçekleşmemiş ise, savcılık suç teşkil eden eylemi soruşturamayacaktır. Yalnızca bir kere şikâyet edilince, savcının soruşturması zorunludur. Ceza soruşturmasının doğrudan doğruya savcılıkça yapılması kural olduğundan, ceza muhakemesinde soruşturması şikâyete tabi suçlar istisna teşkil etmekte ve bu neden ile kanunlarda teker teker gösterilmektedir.

Şikâyet hakkı, kişiye sıkı sıkıya bağlı olarak sayılan haklardan biridir. Bu neden ile şikâyet hakkı sadece, suçtan zarar gören, diğer bir başka deyişle şikâyet hakkı bulunan kimseler tarafından kullanılabilir. Türk Ceza Kanununun 73 üncü maddesinde de, soruşturulması ve kovuşturulması şikâyete bağlı olan suç hakkında yetkili kimseden söz edilmiş ve şikâyet hakkı sahibinin 6 ay içinde şikâyette bulunmadığı takdirde soruşturma ve kovuşturma yapılamayacağı belirtilmiştir. Bu açıdan bakıldığında ise şikâyet hakkı mağdura ya da suçtan zarar görene aittir. Buradaki zarar “ doğrudan doğruya olan zarar ”dan bahsedilmektedir. Bu açıdan da suçun neticelerinin etkisi ile zarar gören kişilerin şikâyet hakkı bulunmamaktadır.

Mağdur ve müştekiye kanun çerçevesinde belirli başlı bazı haklar tanınmıştır. Müşteki ve mağdura muhakeme sürecinde tanınan hakların çoğaltılması ve hangi haklara sahip olduklarının kişilere anlatılması, suç sebebi ile mağdur olan kişilerin devlet tarafından yalnız bırakılmadıkları düşüncesine varmalarına neden olacaktır. Kovuşturma evresinde ilk derece mahkemesi tarafından kurulan nihai hükmün sanık ile birlikte katılan sıfatını almış olma şartı ile mağdur tarafından da, karar tarihine göre istinaf ya da temyiz davası açılarak, kanun yoluna taşınabilmesi anılan amacın başka bir göstergesidir.

Sonuç olarak ise müşteki; soruşturma ve kovuşturma aşamasında farklı sıfatlar ile bulunabilecek olup aynı zamanda da suç isnadı altında bulunan kişi de olabilmesi mümkün olmaktadır. Ceza Muhakemesi Kanununda müştekinin hakları konusunda söz konusu sürecin soruşturma ve kovuşturma sürecine göre ayrım yapılarak düzenleme yapılmış olup ilgili durum Ceza Muhakemesi Kanunu madde 234 hüküm altına alınmıştır.

Müşteki kısaca suçtan zarar gören ve mağdur kişi anlamlarına gelmektedir.  Müşteki kendisine karşı işlenen suçu ve suçluyu öğrendikten sonra altı ay içerisinde yetkili birimlere şikâyette bulunması gerekmektedir. Bahsi geçen 6 aylık süre takibi şikâyete bağlı olan suçlarda hak düşürücüdür. Bu sürenin geçmesi ile zamanaşımı defi gündeme gelmiş olur.

Müşteki takibi şikâyete bağlı olan suçlarda kovuşturma safhası ( mahkeme aşaması ) sona erene kadar her aşamada şikâyetinden vazgeçerek geri alabilme imkânına sahiptir. Bir suçtan dolayı şikâyet geri alınmış ise aynı suçtan dolayı tekrardan şikâyetçi olabilmek mümkün değildir.

Müşteki kovuşturma aşamasında davanın görüldüğü mahkemeye katılma talebini yazılı olarak iletir ve mahkeme tarafından da bu husus kabul edilir ise katılan ( müdahil ) sıfatını alacaktır. Bu aşamadan sonra ise davanın takibini kolaylıkla sağlayabilecek, tebliği zorunlu tüm hususlar ile katılana da tebliğ edilecektir. Yine katılma talebi kabul edilen suçtan zarar gören kovuşturma sonucunda sanığın aleyhine ya da lehine verilen kararı bir üst mahkemeye taşıyabilecektir.

Parada Sahtecilik Suçu ve Cezası

Parada Sahtecilik Suçu Nedir?

5237 sayılı Türk ceza kanununun kamu güvenine karşı suçlar başlığı altında 197. maddede parada sahtecilik suçu düzenlenmiştir. Bu suç hükmüne göre memlekette ya da yabancı ülkelerde kanunen tedavülde bulunan parayı, sahte olarak üreten, ülkeye sokan, nakleden, muhafaza eden ya da tedavüle koyan kişi iki yıldan 12 yıla kadar hapis ve 10.000 güne kadar adli para cezasına çarptırılır.

Continue reading “Parada Sahtecilik Suçu ve Cezası”

Mala Zarar Verme Suçu

Mala zarar verme suçu 5237 sayılı Türk ceza kanunu özel hükümler başlıklı ikinci kitabının, kişilere karşı suçlar başlıklı üçüncü kısmının, mal varlığına karşı suçlar başlıklı Onuncu bölümü içerisinde 151. maddede yer almıştır. 151. maddedeki mala zarar verme suçuna göre başka bir kişinin taşınır ya da taşınmaz malını kısmen ya da tamamen yıkan, tahrip eden, yok eden, bozan kullanılmaz bir duruma getiren ya da kirleten kişi, suçun mağduru konumunda yer alan kişinin şikâyeti üzerine dört aydan üç yıla kadar hapis ya da adli para cezasına çarptırılır.

Continue reading “Mala Zarar Verme Suçu”

İnfaz Nedir? Nasıl Hesaplanır?

İnfaz kelimesi sözlük anlamı ile bir yargı yerine getirmektedir. Bununla birlikte infaz uygulama, yürütme anlamına da gelir. Öyle ki infaz hukuku mahkemeler tarafından verilmiş olan ve kesinleşen ceza ve güvenlik tedbirlerinin yerine getirilmesi olarak tanımlandığı söylenebilir. İnfaz hukuku cezamı güvenlik tedbirlerine dair kesinleşmiş kararların yerine getirilmesine dair esasları göstermiş olan bağımsız bir hukuk dalı olarak karşımıza çıkmaktadır.

Continue reading “İnfaz Nedir? Nasıl Hesaplanır?”